Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (165)
“Kral sarhoş olunca kendisini Tanrı kadar
büyük ve üstün görmeğe başlıyor, sofrasındakilere rütbeler bağışlıyordu. Ertesi
gün ayıldığı zaman bu rütbeleri geriye aldığı da oluyordu. Fakat nihayet
ayılmaz bir hale geldiğinden bu rütbeler sahiplerinde kalmıştı. Eski
vezirlerden şarap içmiyenlerin hepsini azletmiş, yerlerine yenilerini
getirmişti. İlânasam, cüce İrdas, rahip İnduskam, hekimbaşı Ziza, ikinci hekim
Pilga hep vezir olmuşlardı. Yalnız başkumandan Tutaşil şarap içmemekte ısrar
ediyordu. Bir gece kralın sofrasında bulunmuş, herkesin cıvıdığını görünce
tiksinerek bundan vazgeçmişti. Kral onun bütün ülkede ne kadar çok sevildiğini
bildiği için azledememişti. Ondan biraz çekinirdi. Fakat içten içe kin
beslemiyor değildi…
“Bir akşam yine içki
masasına oturulmuştu. Artık devletin işleri de burada konuşuluyordu. Zihinlere
bir parlaklık geldiği için memleket daha iyi idare olunuyor, her bakımdan daha
ileri gidiyordu. Kararlar cesaretle verilebiliyor, büyük güçlükler kolaylıkla yeniliyordu.
“O akşam yeni vezir Nidiba
da şölende idi. Bir dağ köyünden getirildiği için pek kaba saba bir adamdı. Her
söze dili dönmez, saray teşrifatını değil, alelâde nezaket kaidelerini bile
bilmezdi. Kral onun böyle olduğunu bildiği halde vezirliğe geçirmekten
çekinmemişti. Çünkü birkaç zamandır Subbiluliyuma’nın ahlâkı değişmiş, devlet
işlerini şahsî eğlencesine âlet eder olmuştu. Bakalım bir öküz nasıl vezirlik
edecek diye gülüyordu. […]
“Bu türküleri en büyük
dikkatle dinliyen Yamzu idi. Çünkü gerek İlânasamın, gerekse Ziza’nın
türkülerinde kendisine karşı bir sevginin açığa vurulduğunu seziyordu. Fakat
kralın gözdesi, tabiî, kralın kölelerinin sevgisine tenezzül edemezdi. O şimdi
kafasında bir takım gizli plânlar çiziyordu. […]
“Başkumandan kralın
karşısına geldiği zaman kral yeni bir tas daha boşaltıyordu. Tutaşili tepeden
tırnağa değin süzdükten sonra sert bir sesle:
‘- Bak, senin için neler
diyorlar!’ dedi.
‘- Neler diyorlar Kral
Hazretleri?’
‘- Senin için geri
düşünceli, yasaya aykırı iş görür diyorlar.’
‘- Yalan söylüyorlar, Kral
Hazretleri! Yalnız vazifemle uğraşırım. Eğlenmem. Kimsenin karısına göz koymam.
Ahlâksızlık etmem. Şarap içmem. Bunun için beni çekemiyenler böyle
söylüyorlardır.’
“Kralın gözleri parladı:
‘- Aferin! Zaten böyle
olduğunu biliyordum. Ben de tıpkı senin gibiyimdir!’ dedi ve ayağa kalkarak
Tutaşilin alnından öptü.[…]
(Büyük Doğu, 4.11.1949, 5. yıl, sayı 4,
s. 10)
Necip
Fazıl, Büyük Doğu’nun 28 Ekim ve 4
Kasım 1949 nüshalarında, Atsız’ın –1941’deki ilk baskısı, “Millî Şef” istibdâdı
tarafından hemen yasaklanıp toplatılmış- Dalkavuklar
Gecesi’nin iki Fasl’ını neşretmişti. Burada, ağırlıklı olarak, -Kemâl̃perest ve 10 Nisan 1925'de Vefâ Mahfili'nde tekrîs edilmiş katmerli
Farmason (“Millî Şef” devrinin Maârif Vekîli)- Hasan Âli Yücel bahis mevzûudur… Bu
Fasıl’da hikâye edilen “Sıfır Hâdisesi”, sahîhdir, mevsûktur. Görgü
şâhidlerinin rivâyetine nazaran, Hasan Âli’nin, kendisine “sıfır”ın ne olduğunu
soran ve nazarında –kendi tâbirince- “İlâh” veyâ “Yarı İlâh” olan “Ebedî
Şef”ine nihâî cevâbı şöyle olmuştur: “- Efendimiz, daima arkanızda ve solunuzdayım; sıfır, işte
Efendimizin solunda olan bendenizim!” (Tafsîl̃ât için Yeni Söz, 14 Aralık 2018/86’ya mürâcaat)
***