Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (170)
“Hasan Bağcı, makale serisinin sonuna Türkçüleri ilzam etmek için üstadları Necip Fazıl Kısakürek’in bir parçasını almıştır. Biz o üstadı tanırız, 1945’te meşhur Irkçılar – Turancılar davasından beraat ettiğimiz zaman biz Türkçüleri evine davet ederek mükellef bir rakı ziyafeti çekmiş ve kurucusu olduğu Büyük Doğu Derneğiyle birleşmemizi teklif etmişti.
“Necip Fazıl iyi bir nesircidir.
Fakat hiçbir yüksek okuldan mezun olmadığı için bir fikir tartışmasında ondan parçalar alıp tanık diye
kullanmak doğru olmasa gerektir. […]
“Necip Fazıl’ın şaheseri dine, diyanete
vesaireye karışan yazılar değil, ‘Kadın Bacakları’ hakkındaki nefis
manzumesidir.” (Ötüken, 23.11.1970; (https://huseyinnihalatsiz.com/makale/yobazlik-bir-fikir-mustehasesidir/; 14.3.2023)
İlim Zihniyet ve Ahl̃âkına
sâhib olmıyan bir insanın basît muhâkemesi: “Hiçbir yüksek okuldan mezun
olmadığı için bir fikir
tartışmasında ondan parçalar alıp tanık diye kullanmak doğru olmasa gerektir”…
Ve ne kadar pespâye bir kıstas: Birinci vazîfesi beyin yıkıyarak Kemalist
nesiller yetiştirmek olan Totaliter Maârifden icâzet almıyan insan, mûteber
fikir ve bilgi sâhibi olamazmış!
Heyhât ki onun –azmış nefsâniyetine kapılarak- bu
sûretle tahk̆îr ettiği Necip Fazıl da, ahl̃âk imtihânında muvaffak
olamamıştır!
Herhâl̃de hassaten menhûs 27 Mayıs
1960 İhtil̃âl̃inden sonra, sür’at̃le Kemalizm ve Zındıklık
istikâmetinde istihâle geçiren Nihal Atsız, 11 Aralık 1975’te İstanbul’da vefât
etti. Necip Fazıl ise, Nisan 1975’te, Bâbıâli
isimli matbûât hâtırâtının ilk baskısını neşretmişti: İstanbul, B.D. Yl.,
344 s. Bu, bizim şahsî kütübhânemizdeki, def’alarca okuduğumuz nüshadır. Bunda,
henüz hayâtta olan Nihal Atsız’dan bahis yok! Bir sene sonra (1976’da) kitabın
ikinci baskısı yapılıyor ve bu il̃âveli baskıda, Necip Fazıl,
dün, onca medh-ü-senâ ederek eserlerini mecmûasına dercettiği Nihal Atsız’dan,
gâyet şâyân-ı teessüf bir tavırla, dostluklarını ink̃âr edip âdetâ tanımazlıktan
gelerek, “ahmaklık”la, “budalalık”la, “ezberci kültür sâhibi olmak”la,
“sığlık”la damgalıyarak ve alaylı ifâdelerle bahsediyor… Muhakkak ki Atsız’ın Ötüken’deki Zındıkça makâlesini ileriye
sürmesi de onu, bu gayr̃-i ahl̃âk̆î tavrında mâzûr göstermez:
“Sene 1950… Büyük Doğu
idarehanesine gelmiştir. O zamana kadar tanıdığım ve yüzyüze geldiğim biri
değil. Yalınız koyu ırkçılığı ve (Hitler) vâri sağ kaşı üzerine uzattığı
saçlariyle (karikatür) leştirdiğini [?] bildiğim, Dr. Rıza Nur yetiştirmesi bir
adam… Peyami Safa onun için, Nâzım Hikmet’e koyduğu teşhis ile, ‘tam bir
ahmak!’ derdi:
‘–
Havası, esprisi, mizaç renkleri olmayan biri…’
“Konuştuk.
Büyük Doğu’ya hayranlığını ve hele ‘İdeolocya Örgüsü’ne diyalektiği bakımından
büyük alâka duyduğunu belirtti. Onunla komünizma ve belli başlı bir şahsa
düşmanlık mevzuunda birleşiyorduk; fakat bu (antitez) lere karşılık asıl (tez)
bahsinde apayrıydık. O, Türkçülük hissinden geliyor, bizse İslâm fikrinden yola
çıkıyorduk. O, ideolocyalaştırılması imkânsız bir duygunun adamıydı; bizse her
hissi potasında eriten bir düşüncenin bağlısı…
“Bir
gün onu evime çağırdım. Tam bir nefs ve dünya muhasebesine girişelim diye…
Yanına iki arkadaşını alıp geldi: Fethi Tevetoğlu ve Nurullah Banman… Sabaha
kadar konuştuk. Kafa ve ruh çilesine sahip bir insan olmaktan çok uzak göründü
bana… Bir milletin hayrı diye bir dâva olamazdı. Ancak bütün insanlığa dağıtımı
kabil, beşeriyet çapında bir dâva…
“Ona
sordum:
‘-
İslâmiyet hakkında ne düşünüyorsunuz?’
“Hemen
cevap verdi:
‘–
Milletimin dinidir; hürmet ederim!’
‘–
Ya milletinizin dini Şamanlık olsaydı?..’
“İslâma
böyle bir iltifat, onu topyekûn reddetmekten beterdi. Kıymet, millete verilmiş
ve İslâm tâbi mevkiine düşürülmüş oluyordu. Halbuki biz, Türk’ü müslüman olduğu
için sevecek ve müslümanlığı nispetinde değerlendirecek bir milliyetçilik
anlayışı peşindeydik ve bu anlayışa ‘Anadoluculuk’ ismini veriyorduk. Bir
konferansımızda, 15 yıl sonra söyleyeceğimiz gibi, ‘eğer gaye Türklükse mutlaka
bilmek lâzımdır ki, Türk müslüman olduktan sonra Türktür!’ tezini güdüyorduk.
“Nihâl Atsız’ı budalalığı ve
ezberci kültürü içinde son derece sığ bir insan olarak böylece yaftaladıktan
sonra, onunla ortak olduğumuz nefret kutupları üzerinde 1950 ve 1958 [doğrusu:
1949 ve 1959] Büyük Doğu’larında bazı yazılarını da neşrettik. 1958 [1959] Büyük
Doğularında beni, Adnan Menderes’in sermayelendirdiğini zanneden Nihâl Atsız,
isminin imlâsını Etnan Bey diye yazdığı Adnan Menderes’in güya bize yağdırdığı
nimetlerden pay istediğini bana mektupla bildirmeye ve yazılarına [“Türkçülüğe
Karşı Haçlı Seferi ve Çektiklerimiz” başlıklı hâtırâtına] ödenen paranın azlığından
şikâyet etmeye kadar gitmiştir.
“Onunla
asıl ayrılığımız ve karşılıklı nefrete kadar giden aykırılığımız, ismine
ihtilâl dedikleri 1960 gece baskınından sonradır. Hadisenin ikinci günü telefon
başındayım ve onunla konuşuyorum:
‘–
Atsız, ne dersin bu hâllere?’
‘–
Ne diyeceğim, pekâlâ derim. Seni hâlâ tevkif etmediler mi?’
‘–
Niçin tevkif etsinler beni?’
‘-
Şeriatçiliğinden ve Etnan Bey’e bağlılığından ötürü…’
‘–
Ya seni niçin tevkif etmiyorlar?’
‘– BEN DİNDAR DEĞİLİM Kİ!..’
“Telefonu
nefretle yüzüne kapattım ve ölünceye kadar yüzünü bir kere bile görmedim.
“İhtilâlden
sonraki Büyük Doğu’lar ve bütün Anadolu’yu telgraf hatları gibi ören
konferanslarım, onun temsil ettiği, ruhî muhteva dışı posa Türkçülüğünün
iflâsını bana gösterdi; ve Nihâl Atsız Bey, ‘Ötüken’ ismiyle
çıkardığı dergide Kâinatın Efendisine, hiç bir rezilin kullanamıyacağı sövme
kelimeleriyle saldırırken [Bu ithâm doğru değil! Atsız, 23 Kasım 1970 târihli Ötüken’de neşrettiği “Yobazlık Bir Fikir
Müstehâsesidir” başlıklı makâlesinde, Hz. Peygamber’e “sövmüyor”; İsl̃âm
hakkında Materyalist-Marksist-Kemalist îzâhı benimsiyor. Aşağıda bu makâle
üzerinde duracağız…], O’nun ümmetinden en hakîr fert olmanın üstüne şeref
tanımayan beni de ihmâl etmedi ve şahsî hayatıma ait türlü
iftiralarla lekelemeye davrandı. Nihayet, davasının, türlü sulandırılma ve diriltilme
tecrübelerine rağmen silinen izleriyle beraber hiçbir iz bırakmadan [?] silinip
gitti.
“Bir gün Büyük Doğu
neslinin pırıltılı neşterini saplayacağı ümidini muhafaza ettiğimiz ‘Bâbıâli’
ufunetini göstermek için bu kadar misâl yeter.Türkiye’nin birbuçuk asırdır
beklediği gerçek ruh ve kültür ihtilâli, önce “Bâbıâli”nin millileştirilmesi,
ahlâkîleştirilmesi ve temel görüşe oturtulmasiyle başlayacaktır.” ((Necip Fazıl Kısakürek, Bâbıâli,
İstanbul: Büyük Doğu Yl. 1976, ss. 335-337; Büyük Doğu – İBDA Sitesinden,
6.3.2012; https://gizlisavas.wordpress.com/2012/03/06/nihal-atsiz-kimdir-babiali-necip-fazil-kisakurek/;
20.3.2023; ayrıca İsmail Kemal Aydemir’in “Hüseyin
Nihal Atsız ve Necip Fazıl Kısakürek” başlıklı makâlesi, 25.5.2020; https://www.tarihistan.org/huseyin-nihal-atsiz-ve-necip-fazil-kisakurek-ismail-kemal-aydemir/12192/; 18.3.2023)
“Türkiye’nin bir
buçuk asırdır beklediği gerçek rûh ve kültür ihtil̃âl̃i… Bâbıâlî’nin
ahl̃âk̆îleştirilmesi...” Muhakkak ki bunları, ancak bil̃âtâvîz Hak̆îkat̃ Dâvâsı güden, şartlar zorlayınca
têvîle sapmıyan, “Hak̆îk̆î merdlik zor karşısında belli olur!” ahl̃âkıyle
davranan, enâniyetlerini zapturapt altında tutan, Hak̆îkat̃perverliğe her
şeyden evvel lisân-ı hâl̃leriyle örnek olan insanlar tahakkuk ettirebilir!
İbret: İnsanları hatâları ve sevâblarıyle değerlendirmek, onların
sâdece iyi taraflarından, doğru bilgi ve fikirlerinden, fazîletli
davranışlarından istifâde etmek yerine onları –gözünde fazlasıyle büyüterek-
efsâneleştirmek ne büyük hatâ! Gözlerini insanların sırf rezîletlerine dikip
fazîletlerini görememek, ne büyük haksızlık! İnsanlar hakkında, mesnedsiz,
müsbit delîlsiz, uluorta hüküm vermiye kalkışmak, ne büyük haddini bilmezlik!
Hak̆îkat̃i tahrîf, ne büyük habâset! Ve insanlara taammüden zarâr veren, bundan
pervâ etmiyen, ahl̃âk̆î değerleri hiçe sayan istismârcı, Münâfık, zâlim
sefîhlerin müdellel kötülüklerini fâş ederek insanları onların şerrinden
sakındırmamak, onlarla mücâdele etmemek ne büyük cebânet, ne büyük zillet!
Sahîh Müslümana, Dirâyetci Müslümana yakışan, Hak̆îkat̃ten başka
tabu tanımamak, dâimâ Hak̆îkat̃e tâlib ve tâbi olmak ve Hak̆îkat̃ uğrunda
mücâdele etmekdir! Muhakkak ki Allâh’a îmân dahi, Allâh (Kitâbullâh’ın târif
ettiği vechiyle Allâh), en bedîhî hak̆îkat̃ olduğu için farz-ı ayndır! Kimin
için “bedîhî hak̆îkat̃ (vérité évidente)”?
Elbette, müfsid telk̆înlere kanmıyacak kadar temyîz kudretini hâiz aklıselîm
sâhibleri için!
(https://twitter.com/ustadcemilmeric/status/1458138861880573957/photo/1;
18.3.2023)
Necip Fazıl
ve Nihal Atsız, Mahkemede –Kemalist Toaliter Rejim nezdinde suç olan fikirleri
yüzünden- berâber muhâkeme edilirken… (Bu muhâkemenin tam târihini tesbît
edemedik; Nihal Atsız’ın da “Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi ve Çektiklerimiz”
isimli hâtırâtının intişâr ettiği Büyük
Doğu’nun birçok muharriri aleyhinde cezâ dâvâları açıldığı 1959 senesine
âid olsa gerekdir…)
***