Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (171)
Nihal Atsız’ın hayâlî “Türk Milleti” târifi
Atsız, Orkun
mecmûasının 16 Temmuz 1934 târihli 9. sayısındaki “Yirminci Asırda Türk
Meselesi II: Türk Irkı = Türk Milleti” başlıklı, hiçbir ilmî, hattâ felsefî
delîle istinâd etmiyen, kısaca münhasıran dogmatik mâhiyette olan makâlesinde,
âşik̃âr vâkıayı ink̃̃âr ederek, kendi hayâl̃ âleminde ve gâyet avâmî, âmiyâne
bir dille, “Türk Milleti”ni bir “kan birliği”, dîğer tâbirle “ırkî bir birlik”
olarak târif ediyor:
“Millet için ırkı esas kabul
edersek Fransızlarla Amerikalılar, dil ve kültürü kabul edersek Belçikalılarla
İsviçreliler ve hatta Çinliler, vatanı kabul edersek Yahudiler bir millet değildir. O
halde millet nedir?
Burada önce şunu kabul etmeliyiz: Bizce yalnız Türk milleti vardır. Bunun
için de yalnız onun tarifini yapmak lazımdır. Başkaları bu tarifin çerçevesine
sığsa da sığmasa da ehemmiyeti yoktur.
“Türkler için milliyet her
şeyden önce bir kan meselesidir. Yani Türküm diyecek olan adam Türk neslinden
olmalıdır. Türk nesli
de tarihte malûm ve meşhur olan Türklerdir. Sibiryanın buzlu bir bucağında
yaşıyan bir Saka veya Litvanyada yaşıyan bir Kıpçak Türk’tür. Sakanın dili bize pek
aykırı gelebilir. Litvanyalı Kıpçak çoktandır öz dilini unutup Litvan diliyle
konuşmuş olabilir. Fakat onlar kanca Türk oldukları için Türk’türler. Bunun için biz onlara
bir yakınlık duyarız. Fakat yabancı kan taşıyan bir insan Türkçe’den başka dil
bilmese bile, o, Türk değildir. […]
“Türk olmak için kanı Türk olmaktan başka çıkar yol
yoktur ve olamaz da…”
Burada hemen dikkat̃i celbeden bir husûs, “Türk
Milleti” târifini cihânşümûl̃ bir “millet” târifi içine oturtamaması, Türklere
münhasır bir indî târif ortaya atmasıdır. Bu acz ve keyfî yaklaşım dahi, onu
ciddîye almamak için k̃âfî sebebdir.
Sonra, ne kadar âmiyâne bir tâbir: “Türk kanı”! Sanki
Türklere münhasır bir “kan” çeşidi varmış gibi! Bundan “irsiyet”i (“génétique”) kasdediyorsa, o da, kuru bir
iddiâdır! Tıbbiye’de okumuş Müellifimiz, dünyânın hiçbir beşerî topluluğunda,
dîğerlerinden bütünüyle farklı “millî irsler (gènes nationaux)” veyâ “millî irsiyet” mevcûd olmadığını bilmiyecek
kadar câhil değildir! Zâten böyle bir şey vâk̆î olsaydı, o topluluk, farklı bir
canlı türü olurdu…
Aslen Türk olduğu hâlde öz dilini unutup farklı bir
dili benimsemiş (mesel̃â) Litvanyalı bir Kıpçağa “yakınlık duyarmışız”, çünki
onun “kanı Türkmüş”! Vâkıaya ne kadar aykırı bir iddiâ! İki beşerî topluluğu
veyâ umûmî olarak insanları birbirine yaklaştıran, ilk adımda, aynı dili
konuşmak, ikinci adımda (dîn dâhil) birbirine yakın kültürel unsurları
paylaşmak, üçüncü adımda da karşılıklı olarak mazbût ahl̃âka sâhib olmak, yânî
dürüst ve iffetli olmak, birbirinin hakkını gözetmek, İnsan Hak ve
Hürriyetlerine riâyet etmekdir. Bilakis, bize kötülük eden, kardeşimiz dahi
olsa, ondan uzak dururuz.
Dîğer taraftan, kimde ne oranda “Türk kanı” veyâ “Türk
irsleri” olduğunu nereden bileceğiz?
“Türk Milletine ihânet edenler, esâs îtibâriyle, aslen
Türk olmıyan, yânî “Türk kanı” taşımıyanlar, “sütü bozuk olanlar” imiş… “Türk
kanı” taşıyanların da ihânet ettiği vâkî ise de, bunların sayısı, “dîğerlerine
nisbetle” daha azmış… Netîce:
“Türkümsüler birkaç göbek ilerki
babalarının Türk’ten başka
bir şey olduğunu bilmeyip kendilerini öz Türk sansalar da yine Türk değillerdir. Çünkü
Türklük yalnız mânevî-ahlâkî değil, aynı zamanda maddî (yani fizik, fizyolojik,
fizyonomik ve antropolojik) bir şeydir.”
Ne kadar üstünkörü, ne kadar avâmî iddiâlar! Sanki
hâinlere mahsûs bir irsiyet varmış! Sanki hâinlerin irsî yapıları incelenip bir
istatistik çıkarılmış!
Ayrıca ne korkunc bir
bölücülük, ne korkunc bir ayrımcılık! Böyle bir nassa îtibâr eden bir millet
paramparça olur ve birbirini ifnâ eder! Bir millete bundan büyük düşmanlık olur
mu? Gûyâ “Türklük” iddiâsıyle, Türk Milletinin sonunu hazırlamak!
Tecrübî ilmin de, basît müşâhedenin de hemen tesbît
ettiği bir vâkıa var: İnsanoğlu, doğduğunda, düz beyaz bir k̃ağıd gibidir;
üzerine yazılanla mânâ kazanır… Binâenaleyh, insanoğluna, bebekliğinden
îtibâren hangi milletin kültürü aşılanır, hangi milletin terbiyesi verilirse,
o, onlara mensûb olur… Umûmî kâide budur ve binlerce senedir, nice milletler
dîğerlerinin sînesinde, onların kültürlerini benimsiyerek erimiştir. Elbette
Türkler de bu vâkıanın bir istisnâsı değildir. “Tabgaçlar” Çinlilerin içinde
eriyip gitmediler mi? (O derecede ki eski “Türkler”, Çinlilere “Tabgaç”
diyordu…) Buna mukâbil Soğd milleti de Türklerin içinde eriyip (farklı millet
sıfatıyle) târihten silinmedi mi? Acabâ Anadolu veyâ Balkan Türkleri (Nihal
Atsız dâhil), nîçin Türkistanlılardan farklı “fiynomik, antropolojik” (ve
elbette kültürel) husûsiyetler gösteriyorlar?
Bu ne fikrî süflîlikdir
böyle! Yahûdi Milletine küfretmek de ne oluyor?
Nihal Atsız, eski “Türk” (ki aslında biz onlarla aynı
millet değiliz; çünki aynı kültüre sâhib değiliz) hâkanlarının gayr-i Türk
hanımlarla da evlendiklerinden, aynı kâidenin mesel̃â Osmanlı Hânedânında da
cârî olduğundan ve Yeniçeri vâkıasından haberi yokmuş gibi yazıyor ve bu
meyânda insâfsızca, edebsizce, hakâret ve küfürle (haklarında hiçbir ciddîye
alınmıya değer araştırmasının bulunmadığı) Yahûdilere taarruz ediyor:
“Türk olmak için Türk ırkının maddî ve mânevî
hasletlerini tevarüs etmek icap eder. Binlerce yıllık tarihî hayatların
milletlere verdiği bir terbiye vardır ki o öyle birkaç yılda ve hatta asırda
elde edilemez. Asırlardan beri kılıç sallamış ve ömrünü er meydanında
geçirmiş Türk milletinin
bir çocuğu ile asırlardan beri sahtekârlık ve dolandırıcılıkla yaşamış Yahudi
milletinin bir çocuğu nasıl müsavi olabilir? Aynı günde doğan bir Türk çocuğu ile bir Yahudi
çocuğunu aynı terbiye müessesine alıp ikisine de yalnız esperanto dili öğretseler
ve aynı şartlar altında aynı terbiyeyi verseler bile muhakkak ki Türk çocuğu yine yiğit,
Yahudi yine korkak olacaktır. Türk çocuğu yine doğru,
Yahudi yine sahtekâr yetişecektir.
Türk ordusunda en seçme ve
kahraman unsur daima Kastamonu, Çankırı, Taşköprü, Tosya ve havalisinde yetişen
neferlerdir. Niçin? Çünkü buradaki Türkler Orta Asya’dan
nasıl geldilerse öyle kalmışlar, hiç karışmamışlardır. [???] Savaş meydanlarında yüzde
hesabıyla en çok şehit düşenler de bunlardır. Halbuki Kastamonu ve civarı
köylüsü ne gösterişsiz mahlûktur.
Demek ki Türk vatanı için kendisini
harcıyan hep Türkler olduğu gibi en
sakınmadan harcıyanlar da en karışmamış Türkler oluyor. […]
“Bazılarının söylediği gibi
milliyet yalnız anlaşma vasıtası olan dil’in birliği ile izah edilseydi bir
İstanbul Yahudisinin bize bir Kırgızdan daha yakın olması lâzım gelirdi.
Hâlbuki bütün kanunlara, siyasî ve içtimaî hâdiselere, propagandalara rağmen
biz Kırgızı kardeş, Yahudiyi de köpek çıfıt olarak tanıyoruz. Çünkü Kırgızın
damarındaki kanın kendi damarımızdaki kan olduğunu, Yahudinin ise bize
düşmanlıkla yuğurulduğunu biliyor, seziyoruz.”
“Aynı günde doğan bir Türk çocuğu ile bir Yahudi
çocuğunu aynı terbiye müessesine alıp ikisine de yalnız esperanto dili
öğretseler ve aynı şartlar altında aynı terbiyeyi verseler bile muhakkak
ki Türk çocuğu
yine yiğit, Yahudi yine korkak olacak, Türk çocuğu yine doğru,
Yahudi yine sahtekâr yetişecek” imiş!
Bu (aslında, bedâhat̃e mugâyir)
iddiâ, en nihâyet bir faraziye olarak kabûl̃ edilebilir; onun doğruluğu
sistemli müşâhede ve tecrübeyle tahk̆îk̆ edilir. Pekâl̃â, siz böyle bir tecrübe
yaptınız mı? Ne sizin, ne başkalarının böyle bir tecrübesine tesâdüf ettik.
(Aslında, mevcûd da biz bilmiyorsak, onun bize gösterilmesi l̃âzım gelir!)
Öyleyse nasıl uluorta iddiâ edebiliyorsunuz ki “Yahûdi yine korkak ve sahtekâr
olacaktır”? Hem bilâtefrîk bütün Yahûdilerin “korkak ve sahtek̃âr” olduğuna
nasıl hükmettiniz? Delîliniz nedir? Bu iddiânız da, Kemalist Propagandaya
aldanıp Arablar aleyhinde insâfsızca hüküm vermenize benziyor! Üstelik, bugünki
Türkiye’de, bu kadar çok “sahtek̃âr ve korkak” insanın mevcûd olması, “kanları”
veyâ “sütleri bozuk” olduğu için midir?
Ya şu Yahûdi milletine “köpek
çıfıt” diye küfretmek de ne oluyoır? Bu ne edebsizlik! Siz ki g̃ûyâ “Türklük”
dâvâsı güdüyorsunuz, bilmiyor musunuz ki Türk Milleti, bütün târihi boyunca,
hiçbir zamân ne Yahûdi aleyhdârı, ne de Irkçı olmuştur? Milletinin en temel
hasletlerine dahi sâhib çıkmadan nasıl “Türk” olunuyormuş?
Şurası iyice bilinmelidir ki biz
Müslümanlar, aslâ bil̃âtefrîk bütün bir Yahûdi Milletine husûmet besliyemeyiz
ve hiçbir zaman bir Yahûdiye sırf nesebi (veyâ sül̃âlesi), dîni, milliyeti
yüzünden buğzedemeyiz! Onların içinden nice (Abudullah İbn-i Sel̃âm R.A.,
Ümmülmü’minîn Safiyye R.A. emsâl̃i) muhlis Müslümanlar, hayrânlık duyulacak müsbet
ilim adamları ve feylesoflar yetişmiştir! Bizim mücâdelemiz, sâdece Siyonist
Emperyalizmiyle ve içlerindeki Münâfık zümresiyledir. Ayrıca, mücâdelemiz,
münhasıran tedâfüîdir; onlar, bize tecâvüzden vazgeçer, (meselâ Kemalist
olmamak gibi) bilcümle İnsan Haklarımızı tanır, Filistin’de jenosidci
siyâsetten vazgeçip Arablarla müsâvî şartlarda yaşamayı kabûl̃ eder,
Memleketimizin dürüst, sâdık vatandaşları olurlarsa (ki bu takdîrde, bu
Memleket, bizim olduğu kadar onların da vatanıdır), haklarında sâdece iyilik
düşünür, kendileriyle dostâne yaşarız… (Zâten bu hâl̃ ve tavır içinde olan
Yahûdilerin mevcûd olduğunu biliyor ve onlara muhabbet besliyoruz…)
Bütün yeryüzüne dağılmış olan,
bütün milletlerin sînesinde yaşıyan Yahûdi Milleti hakkında, ne kadar hayâl̃perest
olursa olsun, en büyük temennîmiz şudur: K̃âşki Siyonist Emperyalizminden
vazgeçseler de bütün milletler arasında bir sul̃h ve dostluk âmili olarak rol̃
oynasalar!
Atsız,
(kendisini Zındıklığa götüren) Irkçılıktan hiç vazgeçmedi ve –maâlesef- yeni
nesiller üzerindeki Irkçı têsîri devâm ediyor…
“11 Aralık 1975’te 70 yaşındayken ölen Nihal Atsız’ı anmak
için önceki gün mezarı başında gün boyu süren anma törenleri düzenlendi.
Türkçü-Turancı akımının en önemli sembolü olan Atsız’ın fikirlerini benimseyen
gençler ilginç bir folklorik anma gösterisi yaptı. Marmara, Kocaeli, İstanbul
ve Yıldız Teknik üniversiteleri ile liseli gençler, Orta Asya’da kurulan
Göktürk devletinin sembolü kurt işaretli atkılar ve Türk bayrakları ile mezarın
önüne geldi. Önce Nihal Atsız’ın şiirlerini okuyan gençler, Orta Asya ve
Anadolu üzerine söylediği sözleri tekrarladı. ‘Ey Kürşat Sana Söz, Karşımızda
Koca Dünya Titreyecek’ şeklinde Türkçülük yemini eden gençler, eski Türk
adetlerinde olduğu gibi tek dizlerinin üzerinde eğilerek saygı duruşunda
bulundu. Türk savaşçılarının kaanlarının önünde saygı ile eğilmelerini
sembolize eden gençler, sol dizlerini yere yapıştırırken başlarını hafifçe öne
eğdi. Daha sonra hep birlikte bozkurt işareti yapan gençler dağıldı.” (Milliyet,
13.12.2012;
https://www.milliyet.com.tr/gundem/son-ulkuculer-1641077; 22.3.2023)
***