Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (173)

Bu suâl̃in cevâbını, “Uşak ve Başsofracı” sıfatıyle  11,5 sene “Mutlak Şef”e hizmet etmiş Cemal Granda’nın naklettiği bir hâtırada buluyoruz:

“Bir gün Çankaya’da eski Köşkte Selânikli Berber Mehmet ve Berber Rıdvan’la antrede oturmuş konuşuyorduk. Berberlerin ikisi de Atatürk’ün hemşerisi olduklarından kendilerini imtiyazlı sayarlar, yüksekten konuşurlardı. Bu şekilde şaka da olsa böbürlenerek dolaşmalarına, kendilerine poz vermelerine çok tutulur, fakat yine renk vermemeğe çalışırdım. Fakat bütün dikkatime rağmen aramızda yine de tartışmalar eksik olmazdı.

“O gün yine onlar zayıf tarafımı bulmuşlar, bana şakadan takılıyorlar: ‘- Biz Selânikliler olmasaydık siz kurtulamazdınız’ diyorlar. Ben de cevap olarak: ‘- Biz kendi kendimizi kurtardık. Selâniklilere ihtiyacımız yok. Hem Selânik’ten çıksa çıksa Yahudi çıkar.’ diyordum.

“O sırada merdivenleri yavaş yavaş inen Atatürk’ü görmemiştik. Konuşmalarımıza istemeyerek kulak misafiri olmuş ki o akşam sofrada bir Selânikli olan Nuri Conker’e damdan düşer gibi sordu: ‘- Nuri Bey, Selânik’ten ne çıkar?’ […]

“Nuri Conker, sanki bütün konuştuklarımızı biliyormuş da beni korumak kararını vermişçesine: ‘- Bol Yahudi çıkar Paşam!’ demesin mi? Bunun üzerine Atatürk, yüzünde alaylı bir gülümsemeyle daha önce kulağına çalınmış dedikoduların tümüne karşılık verdi:

‘- Benim için de bazı kimseler –Selânik’te doğduğumdan- Yahudi olduğumu söylemek istiyorlar. Şunu unutmamak lâzımdır ki Napoléon da Korsikalı bir İtalyandı. Ama Fransız olarak öldü ve tarihe Fransız olarak geçti. İnsanların içinde bulundukları cemiyete çalışmaları lâzımdır.” (Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı İdim, İstanbul: Hürriyet Yl., 1973, ss. 204-206. Hürriyet gazetesinin ve Hürriyet Yayınları’nın sâhibi, o zaman, Mütehakkim Zümrenin en nüfûzlu temsîlcilerinden Erol Simavi idi… Bu kitabın sıhhat̃ derecesi hakkındaki değerlendirmemiz, Yeni Söz, 23.9.2018/4’te mündericdir. Kısaca: Kitabın asıl müellifi gazeteci Gürkan’dır. Gürkan, Granda’nın hâtıralarını onun üsl̃ûbuna riâyet ederek kaydetmediği gibi, üstelik, başka müelliflerden intihâl̃ler yaparak bunları Granda’ya atfetmiş, kitabı bu sûretle şişirmiştir; ayıca, birçok hâtırayı sansürlemiş olması kuvvetle muhtemeldir. Kitabda sâdece doğrudan Granda’ya âid olan hâtıralar şahâdet kıymetini hâizdir. –Yeni Söz, 26.4.2022/75-)

WhatsApp Image 2023-04-29 at 13.08.38.jpeg

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 1881’de Selanik’te başlayan hayat yolculuğu sırasında kesintisiz yanında olan tek kişi Nuri Conker’di. Çocukluklarından itibaren birlikte olan iki kahraman asker, girdikleri çatışmalar kadar özel hayatlarını da birbirleriyle paylaşacak kadar yakındı. Atatürk’e “Kemal” diye hitap edebilen tek kişi olan Nuri Conker’in, Atatürk’ün Latife Hanım ile boşanmasında ve İsmet İnönü’yle olan ilişkisinde bile etkin rol oynadığı iddia ediliyor.

Atatürk’ün çocukluğunda misket oynadığı günlerden omuz omuza siperlerde savaştığı günlere uzanan can yoldaşı Nuri Conker, yakın tarihimize de damga vuran bir isim olarak tarih kitaplarına girmişti. Türk televizyonlarının en başarılı haber programlarında çalışan deneyimli gazeteci Yaşar Gürsoy, Selanik’te başlayan dostluğun genç Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan zorlu yolda nasıl ilerlediğini kitaplaştırdı.

Kitapta, Nuri Conker’i Atatürk’ün diğer can dostlarından ayıran özellikleri ve yaşanmışlıkları anlatılırken, iki onurlu askerin birlikte başardıklarının altı çiziliyor.

Nuri Conker’in Atatürk’le aynı yıl doğduğunu, birlikte Selanik Rüştiyesi ve Manastır İdadisi’ni bitirdikleri, birlikte yüzbaşı olduklarını, birlikte Trablusgarp’a gittiklerini, birlikte Çanakkale’de savaştıklarını, birlikte TBMM’yi kurdukları ve birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini attıklarının anlatıldığı “Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker”de gerçek belgelere dayandırılıyor.

Yazar Yaşar Gürsoy, “Selanik sokaklarında oynanan çocukluk oyunları, Üçüncü Ordu’ya, Hareket Ordusu’na, Arnavutluk Harekatı’na, Trablusgarp’a, Çanakkale’de Conkbayırı’na, Doğu’da Muş Cephesi’ne Kurtuluş Savaşı’nın her saniyesine ve Türk devrimlerinin hepsine uzanan birlikteliğin temeli. Nuri Conker’in Atatürk’ün gözündeki yeri çok başkadır. Aralarındaki şakalaşma ve samimiyet Atatürk’e Kemal diye hitap eden tek arkadaşı yapar O’nu. Atatürk, Conkbayırı Muharebesi’nde gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle ona Conker soyadını vermiştir” diye anlatıyor.

Kitabın ön sözüne deneyimli gazeteci Uğur Dündar, ‘Atatürk, Conker’e öylesine güvenmiştir ki, Sofya’ya göreve giderken sevgilisi Madam Corinne’i ona emanet etmiştir...’ [diye yazmıştır.]

Büyük kahraman, vefalı dost ve saygın devlet adamı Nuri Conker’in bilinmeyen yönlerini belgelere dayanarak, yalın bir dille anlatan ve böylece gelecek kuşaklara cok değerli bir kaynak armağan eden Yaşar Gürsoy’u bir kez daha kutluyorum” şeklinde yazıyor. “Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker” SİA Kitap etiketiyle okuyucuların karşısına çıkıyor.” (Gökhan Karakaş, 17.9.2020; https://www.milliyet.com.tr/kultur-sanat/selanik-gunlerinden-gelen-can-dostluk-6308239; 23.3.2023)

***    

 

Bir Nihal Atsız – Ziyâ Gökalp mukâyesesi

Atsız, “Ziya Gökalp” başlıklı makâlesinde, Gökalp’den takdîrle bahsediyor:

“Fikir tarihimizde birinci planda yer alan şahsiyetler arasında Ziya Gökalp’ın özel bir yeri vardır. Diyarbakır’ın bu sakin yaratılışlı evlâdı, fikir tarihimizdeki bu mühim yerini, Türklüğe yaptığı büyük hizmetlerle elde etmiştir.

“Ziya Gökalp’ın Türklüğe yaptığı büyük hizmet, Türk milliyetçiliği, yani Türkçülük alanındadır. Tarihin uzak yüzyıllarından beri var olan, fakat Tanzimat’tan sonraki devirde hem devamlı, hem de daha şuurlu bir mahiyet alan Türkçülüğü, ilk defa bir programa bağlayan Ziya Gökalp’tır.

“Gökalp’ın eserlerinin hemen hepsinde, bu büyük ülkünün izlerini bulmak mümkündür. Fakat muhakkak ki, bu alandaki en mühim eseri, Türkçülüğün bir programa bağlandığı ‘Türkçülüğün Esasları’dır.” (https://huseyinnihalatsiz.com/makale/ziya-gokalp/; 19.3.2023)

Filhakîka, rahmetli Ziyâ Gökalp, çok yanlış siyâsî tercîhler yapmış ve bir hayli hatâlı fikirler de müdâfaa etmiş olmakla berâber, bu Memlekette ancak istisnâî olarak yetişen çapta bir ilim adamı ve feylesoftur. (Türkçenin Istılâh Mes’elesi ve İdeolojik Kaynaklı Sapmalar isimli eserimizde –Ankara: Kurtuba Yl., 2013, bâhusûs ss. 241/249- Gökalp’in Türkce tel̃âk̆k̆îsini derinlemesine tahlîl ve tenk̆îd ederek onun isâbetli ve isâbetsiz cihetlerini ortaya koymuş bulunuyoruz…) Binâenaleyh, Atsız, ondan sitâyişle bahsetmekte haklıdır. L̃âkin, ne yazık ki, onun en fazla istifâde edebileceği tesbîtini, Milliyetciliğin en esâsî mefhûmuna dâir tesbîtini  hiç kaale almamış, bunun yerine hurâfî bir tel̃âk̆k̆îye saplanıp kalmıştır. Bu, Gökalp’in, bütün fikirlerinin muhassalası ve şâheseri, ayrıca Târihî Türkcemizin –zevk̆le okunan- nefîs bir nümûnesi olan Türkcülüğün Esâsları’nda serdettiği, tam mânâsıyle ilmî, demek ki vâkıaya muvâfık ve Atsız’ınki gibi, bir cem’iyeti bölücü değil, birleştirici mâhiyette olan “millet” târifidir:

“Türkcülük, Türk milletini yükseltmek demekdir. O hâl̃de, Türkcülüğün mâhiyetini anlamak için, evvel emirde (millet) adı verilen zümrenin mâhiyetini tâyîn etmek l̃âzımdır. Millet hakkındaki muhtelif tel̃âk̆k̆îleri tedk̆îk̆ edelim:

“Irkın, ictimâî hasletlerle de, ictimâî seciyelerin mecmûu olan milliyetle de hiçbir münâsebeti yoktur”

“1)  Irk̆î Türkcülere göre millet (ırk) demekdir. (Irk) kelimesi esâsen mevâşî fenninin ıstıl̃âhlarındandır. [“Mevâşî”: Et ve süt gibi nîmetlerinden istifâde edilen koyun, inek, at, deve cinsinden ehlî hayvanlar…] Her hayvan nev’i, teşrîhî [“anatomique”] vasıfları îtibârile bir takım enmûzeclere [“types”] ayrılır. Bu enmûzeclere (ırk) adı verilir. Meselâ at nev’inin (Arab ırkı), (İngiliz ırkı), (Macar ırkı) adlarını alan bir takım teşrîhî enmûzecleri vardır.