Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (197)
Atsız –ve Mustafa Kemâl̃’e- nazaran, Hz.
Muhammed, Arab Milletinin bozuk ahl̃âkını ısl̃âh için Peygamberlik
iddiâsına kalkışmış bir şahsıyettir
Yukarıda da
tasrîh ettiğimiz vechiyle, Atsız, Hz. Muhammed’in samîmî olarak kendisinin
“Peygamber olduğuna inanmadığı”, hil̃âf-ı hak̆îkat̃ olduğunu bile bile kendini
“Peygamber gösterdiğini” iddiâ etmekle, Hz. Muhammed hakkında “sahtek̃âr”
müddeâsını benimsemiş oluyor. Üzerinde durduğumuz “Yobazlık Bir Fikir
Müstehâsesidir” başlıklı makâlesinde, bu cümleden olarak yazdıklarından
(Kur’ân’da “tütün ve eroinden bahsedilmemesi”, “Allâh’ın yemîn etmesi”, “bâzı
Âyetlerin mensûh olduğu”, “Tanrı’nın dünyâyı sırf Muhammed için yarattığı
inancı” gibi) bâzıları basît ve sathî mül̃âhazalardır; buna mukâbil, Hz.
Muhammed’in, –hak̆îkat̃te kendisine İl̃âhî Vahiy gelmediğini bildiği hâl̃de-
kendi milleti için hayırlı maksadlarla kendisini Peygamber olarak tanıttığına, yânî, bir bakıma, hüsniniyetli
bir “sahtek̃âr” olduğuna dâir umûmî müddeâsının ise, üzerinde ciddiyetle
durulmıya değer (bu gibi husûslar, neşredebilirsek, bir sonraki araştırmamızda
aydınlığa kavuşacaktır, ümîdindeyiz):
“(Bugünün din
bilginleri,) din kitaplarındaki tarihî ve ilmî yanlışları da ilhamı alanın
insan olmasıyla tevil ediyorlar. Zaten böyle olmasaydı din kitapları
insanlığın sonuna kadar değişmeyecek hakikatlerle dolu olur, insanlığın
geleceğini ve geleceğindeki tehlikeleri açıklar ve mesela zararı nispeten az
olan alkol haram edilirken ondan on kat tehlikeli olan tütün ve hele eroin
hakkında sükût edilmezdi. Tanrı günün birinde insanların tütünü ve eroini bulup
kullanacaklarını, bunun büyük bir felâket olduğunu bilmiyor muydu? Milyarlarca
yıl sonraki kıyamet haber verildi de neden birkaç yüzyıl sonra ki zehirden söz
edilmedi?
“Çünkü din, ilâhî ilhamla olsa bile sosyal bir
müessesedir ve her peygamber de nihayet kendi bilgisi ve görgüsü kadar düzen ve
yasak koymuştur.
“Kumar, içki
ve her türlü fuhşiyatla yozlaşmış, karılarını değiştiren [?] ve kız çocuklarını
gömecek kadar vahşet gösteren bir toplumda Muhammed’in başka türlü davranmasına
imkân yoktu. Onlara korkunç cehennem azapları gösterecek ve dünyada doğrulukla
yaşayanlara da öte âlemde köşkler, Kevserler, yiyecekler, güzel huri kızları
vaat edecekti.
“Fakat
aydınlık kafalardaki şüphe daha başlangıcından beri hükmünü yürütmüş, bu uğurda
çok insan ziyan edilmiştir. Bir kısmı iki uç arasında bocalayarak
sapıtmış, kimisi tarafından evliya, kimisi tarafından zındık ilan edilmiş
(İbnü’l Arabi), kimisi delirerek Tanrılık iddiasına kalkmış (Hallac-ı Mansur),
bir kısmı da tam yobazlaşarak dini katı ve tartışılmaz kaideler manzumesi diye
kabul ederek İslâmiyet’i bugünkü perişan duruma sürüklemiş ve birbirlerini
tekfir etmekle ömür tüketmiştir. […]
“Peygamberler
de insandır. İnsan oldukları için hataları vardır. İsa aleyhinde Batıda hayli
eserler yayınlanmıştır. Muhammed’in de peygamber olmadan önce Kureyş putlarına
kurban kestiği ve Halife Ömer’in amcazadesi Zeyd’in kendisini bundan menettiği
hakkında İbni İshak’ın siyer parçalarında bir kayıt bulunduğu gibi (İslam
Tetkikleri Enstitüsü Dergisi cilt I, s. 126) Peygamber olduktan sonraki
“Garanik” meselesi de bütün İslâm âleminde meşhurdur ve tevil olarak “Şeytan,
peygamberin içine girerek onun adına öyle konuştu” demek gibi çocukça bir
tevile başvurulmuştur. Peki, şeytan bu karganmışlığı yaparken “alim” (her şeyi
bilen), basir (her şeyi gören) ve habir (her şeyden haberi olan) Tanrı ne
yapıyordu? Görülüyor ki saçma sapan tevillerle beşerî zaafları örtbas etmeye
imkân yoktur.
“Bunları
anlatmamın sebebi şudur: Tanrı insan idraki dışındadır. Kur’an,
Muhammed’in talimatıdır.
“Bunun birçok
delilleri vardır. Bir tanesi birçok yerinde aya, güneşe, fecre, atların köpüren
ağızlarına yemin ve and verilmesidir. Yemini kim eder? İnsan eder ve
kendisinden daha üstün bir varlığın adına eder, Tanrı yemin eder mi? Tanrı’dan
daha üstün bir varlık olmadığına göre kendi yarattığı aya, güneşe neden yemin
etsin? Görülüyor ki bu yeminler Muhammed’in gönlünden ve beyninden doğmadır ve
hatta Araplar arasında İslamiyet’ten önceki zamanların usul ve adabınca
edilmektedir.
“Kur’an
‘âlemlerin sahibi olan Tanrı’ya hamdederim’ diye başlamaktadır. Belli ki bu söz
de Muhammed’indir. Çünkü Tanrı, kendi kendisine hamdetmez. Müfessirler her ne
kadar Tanrı ‘böyle diyin’ demek istemiştir yolunda tevillere geçmişlerse de
Kur’anın sonundaki küçük surelerde olduğu gibi, surenin başına bir ‘söyle, de
ki’ hitabını eklemeyi Tanrı düşünmez miydi?
“Muhammed’in
yirmi küsur yıl süren peygamberliği sırasında bazı âyetlerin mensuh olduğu yani
hükümden düştüğü malûmdur. Demek ki yirmi yılda bile hayattaki bazı değişikler
Tanrı buyruklarını değiştiriyor, Tanrı eski buyruklarını hükümsüz sayarak
yenilerini gönderiyor. Peki, hayatın geç ve güç değiştiği 14 asır önceki
zamanların 20 yılında bile ihtiyaçlar ve hükümler değişirken, gelişmenin çok
hızlandığı daha sonraki 14 asırda değişecek hiçbir şey olmadı mı?
“Bu gibi
soruların sonu gelmez. Çünkü sosyal bir müessese olan din, hayatla birlikte
yürür. Onu donduran, hayatın icaplarına uydurmayarak toplumu geri bırakan
yobazlardır. Yobazlık bütün dinlerde vardır. Hıristiyanlar nasıl İsa’yı babasız
doğduğu için Tanrı’nın oğlu sayarak Hıristiyanlığı bir türlü putperestlik haline
getirmişlerse, bizimkiler de Tanrının dünyayı sırf Muhammed için yarattığını
ileri sürerek aynı şeyi yapmışlardır.” (Nihal Atsız, “Yobazlık Bir Fikir
Müstehâsesidir”, Ötüken, Kasım 1970, sayı 11 / 83)
Atsız, başka
iki makâlesinde de, Meryem Anamızı tahk̆îr ediyor ve ona –hâşâ- zinâ
iftirâsında bulunuyor:
“Bir Yahudi
karısı olan ve babasız çocuk doğurmakla tarihte ün yapmış olan Mukaddes Bakire
Meryem’in asla uğramamış olduğu Efes’teki bir kiliseyi onun adına izafe ederek
turistik hale getirdiler. Papalık bunu da sevinçle kabul etti. Noel Baba diye
ne olduğu belirsiz bir herif adına Antalya’da bir makam ihdas ettiler…” (Nihal
Atsız, “Bir Yurdun Kutsal Yerleri”, Ötüken,
3 Haziran 1971; https://huseyinnihalatsiz.com/makale/bir-yurdun-kutsal-yerleri/; 25.3.2023)
“Özgürlük, mözgürlük, hepsini anladık…
Fakat bunun sınırı yok mu? Elbette var. Var ama o sınırı kanunlar değil,
insanların beyni, düşüncesi, vicdanı ve ahlâkı çizer. Özgürlük diye Türkiye’de
ne komünist propagandası yapılabilir, ne poliandri derneği kurulabilir, ne de
sokaklarda çıplak olarak gezilebilir.
“Türkiye’de Atatürk’ün aleyhine yazılamadığı gibi İsrail’de Filistin’in Araplara geri verilmesinden, hürriyetçi Amerika’da da İsa’nın gayrimeşru bir çocuk ve Meryem’in zaniye olduğundan bahsedilemez. Çünkü hürriyetlerin şartı, zemini, zamanı ve toplumun çıkarlarına uygunluğu ilkesi vardır. Onu aştın mı hürriyet yobazı olursun…” (Nihal Atsız, “Mantık Şâheserleri”, Ötüken, 15 Mayıs 1965; https://huseyinnihalatsiz.com/makale/mantik-saheserleri/; 25.3.2023)