Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (26)

Yukarıda, Muhtar Yahya Dağlı’nın muhtelif kitâbî kaynaklardan derleyip 1948’de neşrettiği İstanbul Mahalle Bekçilerinin Destan ve Mâni Katarları kitabından bahsetmiştik. Bu eserde, maâlesef, Eyice’nin bahsettiği “İmâret Faslı” bulunmuyor. “Tamâmı on iki dörtlük” ve “muhtemelen 18. asrın ikinci yarısına” âid olan bu destan da, Eyice’nin makâlesine dercettiği kadarıyle dahi, zevkle okunuyor ve yine, halkımızın, isl̃âmî hüviyetiyle Ayasofya ve onun içindeki Müslüman eserleriyle nasıl iftihâr ettiğini gözler önüne seriyor:

“...// Kapısına eyle nazar / Üstünde var üç kubbeler / Ameller (ameleler ?) altın eylese / Yaldızlanıp gösterdi fer // Kapısı tahtası çınar / Sakfındaki nefs-i nig̃âr / Gülşen-i Ayasofya’da / Açıldı yine nevbahâr // G̃ûş eyledim sadâsını / Seyr eyledim edâsını / Nâzik binâ eylemişler / Mütevelli odasını // Fukara doyar aşına / Var mı sözün nakkaşına / Altın ile her kapıda / Âyet yazılmış taşına // ... Fodla pişer fırınında / Nân-ı azîz tâliblere // ... // Târihleri yazanı var / Eksik değil düzeni var / Matbahının hem içinde / Dörder kollu kazanı var // Görün üstâd ne fend etti / Her yanın güzel bend etti / Bu imâret binâsını / Görenler hep pesend etti.” (Eyice 1991: IV/212)

Sıbyân Mektebi’ndeki tahrîbât

I. Mahmûd Han’ın Ayasofya’ya kazandırdığı eserlerden biri de Sıbyân Mektebi’dir. Hicrî 1155 / Mîlâdî 1742’de “muntazam taş ve tuğla sıraları hâl̃inde” inşâ edilen iki katlı bu “zarîf” binâ, “bu çeşit eserler arasında kl̃asik devirden sonra yapılanların en güzellerinden biridir”. (Eyice 1991: IV/216-217)

İşte ecdâdın kıymetli bir yâdigârı olan bu zarîf binânın da aslî yapısına zarâr verilmiş, aslında “alt zemîn katının yarısı iki kemerle dışarı açılan bir mek̃ân hâl̃indeyken”, “bugün” [1991], “mechûl̃ bir maksadla”, bir camek̃ân konularak bu mek̃ânın dışarı ile irtibâtı kesilmiştir. Saygısızlık bununla da kalmamış, bu alt kat kahvehâne yapılmıştır. (Eyice 1991: IV/216-217)

Dahası var:

“1923-1928 yılları arasında düzenlendiği anlaşılan ‘Mekâtib-i Vakfiyye Cedveli’ başlıklı bir sıbyan mektepleri listesinden anlaşıldığına göre, o tarihlerde burası Muhâsebe-i Umûmiyye tarafından imama kiraya verilmiş olduğundan mesken olarak kullanılıyordu. Ayasofya Sıbyan Mektebi, camiin müzeye çevrilmesinden sonra bir süre büro olarak kullanılmış, sonraları da lojman haline getirilerek Ayasofya Müzesi müdürüne tahsis edilmiştir. Şimdi alt katı kütüphanedir.” (Eyice 1991: IV/216-217)

 

 

 

 

 

 WhatsApp Image 2022-12-01 at 14.54.36.jpeg

(CNN Türk, 26.2.2018; https://www.cnnturk.com/seyahat/ayasofya-ile-ilgili-bilmeniz-gereken-her-sey?page=51; 2.10.2022)

Ayasofya Câmii’ni “Bizans Müzesi” yapan Zihniyet, onun külliyesindeki –büyük târihî kıymeti hâiz- eserleri de, asıllarındaki gibi muhâfaza endîşesi duymamıştır. Dâhilî pl̃anı bozulan Sıbyân Mektebi, mesken, kahvehâne, büro, lojman olarak kullanılmak gibi tâlihsizliklere uğramış, son olarak (1991), kütübhâne yapılmıştır…

***  

 

Muvak̆k̆ithâne’deki tahrîbât

II. Mahmûd Han ve Şeyhülisl̃âm Mekkîzâde Mustafa Âsım Efendi’nin (Rahmetullâhi aleyhim) himmetleriyle Fossati ve ekibine yaptırılan restorasyon çalışmalarından (1846-1849) birkaç sene sonra (Eyice’nin atıfta bulunduğu bir vesîkaya nazaran, 1853 Kasım’ından evvel, Mısırlı müteahhid Yani Kalfa nezâretinde) inşâ edilip Ayasofya Külliyesine katılan Muvak̆k̆ithâne, sâat̃lerin muhâfaza edildiği pek “gösterişli” bir binâydı. (Eyice 1991: IV/215-216)

Ayasofya Câmii “Bizans Müzesi”ne tahvîl edilmek gibi büyük bir zul̃me dûçâr olunca, Muvak̆k̆ithâne de, bu darbeden büyük zarâr görmüş, mâhûd “Müzenin bürosu hal̃ine getirildiği sırada içine mîmârî ifâdeyi bozan bâzı bölümler yapılmış”, “içindeki yazı levhaları ile bâzıları çok değerli olan sâat̃ler dağıtılmıştır”. Ayrıca, sekiz köşeli kubbe kasnağını destekliyen sekiz sütûnun tam ortasında yer alan, “profilli bir mermer ayak üstündeki yekpâre kalın mermerden yuvarlak masa da, son yıllarda kırılmış” bulunmaktadır. (Eyice 1991: IV/215-216)

Âzâde Akar da, Muvak̆k̆ithâne’deki tahrîbâttan esefle bahsediyor:

“Bizans tarzını da biraz hatırlatan bina, II. Ampir stilinde, sekiz sütun üzerine inşa edilmiş olup, mevcutlarının en güzellerindendir. İç tavanı kabartma çiçekli, zemini mermerdir. Bugün [1971] müzenin bürosu vazifesini gören muvakkithane tahta bölmelere ayrılmış durumdadır ve ortada bulunan sabit mermer masadan başka eskiye ait demirbaş eşyaya sahip değildir. [Biraz yukarıda, Eyice’den, artık o mermer masanın da kırılmış olduğunu öğrendik…] Ancak London, Prior markalı ve Türk işi muhafazalı bir saat işler vaziyette olup kullanılmaktadır. Bu ayaklı saatin bir eşi de müzenin sağ cihetinde durmaktadır.

“Muvakkithane içinde vaktiyle pek çok yazı levhasının bulunduğu rivayet edilir. Bunu destekleyici mahiyette şöyle bir hikâye duyduk: Muvakkithane’nin önünden beraberce geçen Hattat Şefik Bey ile hocası Kazasker Mustafa İzzet Efendi, pencereden, içeride asılı duran Şefik Bey’in bir yazı levhasını görür, durur ve seyreder[ler]. Kazasker, talebesini takdir ettiğini şöyle ifade eder: ‘Şefik, Allah beni sensiz cennete sokmasın!’ […]

“Temennimiz buranın ileride nümune bir muvakkithane olarak, bütün saatlerinin ve eşyasının bir araya toplanıp müze haline sokulmasıdır.” (Akar 1971: 287)

Âzâde Akar’ın –her şuûrlu vatandaşımızın da iştirâk edeceği- bu temennîsini Eyice de dile getiriyor:

“Hepsi de XIX. yüzyılda yapılan muvakkithânelerden Tophane’de Nusretiye, Üsküdar’da Selimiye ve Dolmabahçe camilerinin muvakkithâneleri gerek dış mimarileri gerekse süslemeleri bakımından Ayasofya’daki gibi iddialıdırlar. Türk devri boyunca beş yüzyıl İstanbul’un en önemli ibadet yeri olan Ayasofya’nın Türk devrine ait eklerini de değerlendirmek ve onları ilk yapılış gayelerine uygun bir biçimde teşhire açmak, bunun için Ayasofya Muvakkithânesi’ni ilk yapıldığı ve uzun yıllar kullanıldığı gibi saatleri, duvarlarını süsleyen vakit ve saat ile ilgili yazı levhaları ve diğer eşyası ile döşeyip tek Türk muvakkithânesi örneği olarak yaşatmak, Türk kültür mirasının tanıtılması bakımından önem taşımaktadır.” (Eyice 1991: IV/215-216)