Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (96)

Herkes Kemalist olmak mecbûriyetinde, herkes Kemalizme şartlandırılacak: Mutlak hak̆îkat̃ olan Kemalizm ve kurduğu Totaliter Rejim tenk̆îd edilemiyecek, bütün mekteblere konulacak (düzmece) “İnk̆il̃âb Târihi” dersleri ile bütün körpe zihinlere Kemalizm aşılanacak (şartlandırma için bu kadarı dahi k̃âfî görülmemiş olmalı ki 12 Eylûl 1980 Darbesini tâk̆îben, aynı maksadla, bir de “Dîn Kültürü ve Ahl̃âk̆ Bilgisi Dersleri” ihdâs edildi; ayrıca, o zamândan beri, bütün ders kitabları, Besmele makâmında,”Ebedî Şef”in resmi ve mâl̃ûm Hitâbesiyle başlıyor; dahası, -tek tornadan çıkma mantığı îcâbı- her mebhasta tek ders kitabı okutuluyor), köylüler dahi bu tek taraflı propagandadan müstağnî kalamıyacak, Meclis’in vaz’edeceği kânûn ile bu Totaliter İdeoloji, Rejimi ve Şefi bir kudsiyet hâlesiyle çevrilecek, tenk̆îdden masûn tutulacak, kısaca tabulaştırılacak (dîğer tâbirle mâbûdlaştırılacak) ve bu tabuya dokunmıya cür’et eden derhâl̃ çarmıha gerilecek! İşte, Kemalizmin, Tecrübî İlmin ve İnsan Hakları Dâvâsının onca revâcda olduğu bir asırda Anadolu Milletine dayattığı iptidâî nizâm!

Her cem’iyet, l̃âyık olduğu idârecileri, l̃âyık olduğu nizâmı hakkedermiş; herhâlde bizim de l̃âyıkımız bu ki bir asırdır bu iptidâî, bu nifâkî nizâmın hükmü altında yaşıyor, onun yerine, riyâsız, sahîh bir Cumhûriyet, tam tekmîl İnsan Haklarına müstenid bir Rejim ikâme edemiyoruz! 

Yalman’ın öncülüğündeki mâhûd matbûâtın ve bâzı siyâsetcilerin “İrticâ var!” yaygaralarının bütün Memleketi inlettiği ve  onları haklı çıkarmak maksadıyle sahneye konulmuş heykel-büst tecâvüzlerinin zihinleri bulandırdığı bir vasatta, TMTF’nin talebi (daha doğrusu, Mütehakkim Zümrenin TMTF’yi kullanarak dile getirdiği taleb) havada kalmıyacak, kısa bir müddet sonra, Menderes Hük̃ûmeti, Bayar’ın gölgesi altında, o talebi, kânûn l̃âyihası hâl̃ine getirerek Meclis’e arzedecekdir (30 Mart 1951)…

TMTF, 5816 için ısrâr ediyor

(Mütehakkim Zümrenin kullandığı) TMTF ve mümâsili (Kemalist) üniversite genclik teşekkülleri, 31 Ocak 1951’de îl̃ân ettikleri 5816 talebinin peşini bırakmadılar; ısrârlı bir tavırla, bir ay sonra, onu yine dile getirdiler:

“Dün toplanan Üniversiteliler, Atatürk aleyhtarları için bir ‘Kara Kitap’ neşretmiye, hükûmetten âcilen bir Atatürk inkılâplarını koruma kanunu çıkartmasını istemiye karar verdiler…

WhatsApp Image 2023-02-12 at 12.17.04.jpeg

(Milliyet, 22.3.1951, s. 1)

Totaliter Zihniyetin pek müşahhas bir ifâdesi olan 5816 Sayılı Kânûn, Totaliter Rejimin idâmesini têmîn eden başlıca “hukûkî” vâsıtalardan biridir. Binâenaleyh, Memleketimizde, İnsan Haklarına Müstenid Sahîh Cumhûriyeti inşâ edebilmek için atılacak ilk adımlardan birisi, (Hukûkun Küllî Kâidelerini ve İnsan Haklarını ihl̃âl̃ eden) bu hukûk ucûbesinin l̃ağvıdır.

Bu tedhîşçi kânûnun vaz’edilmesi talebi, Mütehakkim Zümre tarafından, ilk def’a, TMTF ve mümâsili Kemalist talebe teşekküllerine ifâde ettirilmiş ve mâhûd matbûât da onu harâretle desteklemişti. Ali Naci Karacan’ın gazetesinin haberi veriş tarzı, bunun bir misâl̃idir. Karacan, mâhûd kânûnun vaz’ını müteâk̆ib, Gazetesinin 27 Temmuz 1951 târihli nüshasında, onu alkışlıyan bir başmakâle de neşretmiştir:

“Allaha çok şükür, Atatürk kanunu, bir hayli gürültüden sonra nihayet Meclisten çıkabildi. [5816’nın -ağır baskı altında tutulan- Meclis’den nasıl zar-zor çıkartılabildiğine Karacan’ın şu cümlesi de şâhiddir!] […]

“…Tereddütsüz denebilir ki Atatürk yarattığı büyük eseriyle o müstesnalar [dîğer milletlerin kahramanları] arasında dahi harikulâde bir istisna teşkil etmekte idi.

“Atatürk, milletin en ümitsiz gününde bir kurtarıcı güneş gibi parlamış, Anadoluya ayak bastığı günden itibaren yalnız dış düşmanlarla değil, Devlet Reisi olan Halifei ruyi zeminle, Halifenin hükûmetiyle, Anadoluda nüfuz ve tesirleri çok geniş bir kısım eşraf ve mütegallibe ile, bilhassa saraya bağlı, diğer taraftan halk üzerindeki mânevî nüfuzları itibariyle çok tehlikeli bir sınıf teşkil eden şeyh ve softa ordusiyle mücadele etmek, ayrıca açık veya kapalı şekillerde ihdas edilen sayısız engelleri de ayrı ayrı yenmek zorunda kalmıştır. Mücadele, bir ordu, bir hükûmet, bir milletle değil, bir cihanla olmuş ve tek bir adam yalnız başına o cihanı mağlûp etmiştir. [Akıldan, iz’ândan mahrûm, alabildiğine iptidâî bir zihniyetle insanları mâbûdlaştırma böyle oluyor!] 

“Denilebilir ki Atatürkün askerî ve siyasî zaferleri dahi gerçekleştirdiği inkılâpların yanında bütün azametlerine rağmen sönük kalabilir.

“İddia edilmiştir ki Tanzimattan sonra Türk milleti yavaş yavaş bu inkılâplar için olgunlaşmış ve Atatürk de dehâsiyle tam zamanını seçerek inkılâpları o sayede tatbik edebilmiştir. Muarızlarının, ölümünden sonra ortaya attıkları bu iddialar gülünçtür. Çünkü Tanzimat ve Meşrutiyet ricali arasında bu inkılâpları değil tatbik edecek hattâ kavrıyacak idrâk ve iz’anda insan bulmak zordu. Bilhassa Tanzimat ricali hususî hayatlarındaki geniş pervasızlığa rağmen herşeyden evvel tam mânasiyle mutaassıp insanlardı. En zeki, en hür düşünceli Meşrutiyet ricali ise daima Hilâfet ve saltanata sadık kalmış, hattâ harbin son aylarında Vahdettin İttihat ve Terakkiye muhalif cephe almağa başladığı zaman Sadrıâzam Talât Paşa ‘Fazla ileri giderse onu tahttan indirir, Enveri Halife ve Padişah ilân ederiz!’ demiş, Türkiyede Cumhuriyet idaresi kurulabileceğini hatırına getirememişti. Tekke ve türbelerin kapatılmasını Atatürkten başka bir şahsiyetin düşünmesi ve tatbik ettirebilmesi imkânsızdı. Âni bir kararla mazinin bu küflü safhasını söndürmek bir cesaret değil, cesaretin de fevkinde bir hamle idi. Harf inkılâbının üzerinde çok durulmuş olması, onun büyüklüğünü göstermekten başka mâna ifade edemez. Enver Paşanın Arap harfleriyle münferid yazı yazdırmak arzusunun ne kaba neticeler verdiğini hep hatırlarız.

“Atatürk denildiği zaman onun kendi tâbiriyle yalnız fâni vücudu hâtıra gelmemelidir. Onun büyük şahsiyeti eserleriyle kaynaşmış, birleşmiş, yarattığı inkılâpların müşahhas bir remzi, hepsinin bir kül halinde asîl bir ifadesi olmuştur. Bu itibarla teessürle kaydedilen tecavüzler herhangi bir millî kahramanın hâtırasına taarruzdan ibaret olsaydı, şüphesiz böyle bir kanunun çıkarılmasını yersiz addedenlere hak verilebilirdi. Fakat vaktiyle onun büyük şahsiyetinin gölgesinden bile korkanların davul zurnalarla ve alkışlarla kabul ettikleri inkılâpları yıkmağa ve maziye rücua zemin ve zamanı müsait zannettikleri anlaşılıyordu. Resim yırtmak, büst ve heykel kırmakla da sayın Menderesin işaret ettiği gibi, taşı ve tuncu değil, asıl inkılâpları hedef tutuyorlardı. Onun içindir ki hükûmet Atatürk kanununu hazırladı. […]

“Atatürk kanununu Türk inkılâp, Türk terakki ve tealisini koruma kanunu addetmekte asla hatâ yoktur.

“Şimdi susacaklar, sinecekler, artık gündüz heykellere, büstlere saldıramıyacaklar ve devlet, rejim, iktidar düşmanlığı için Atatürkü kullanamıyacaklardır.   İlh…” (Ali Naci Karacan, “Atatürk Kanunu”, Milliyet, 27.7.1951, s. 1)

“Şimdi susacaklar, sinecekler!”

Hep aynı –akıl, iz’ân, vicdândan mahrûm- Totaliter Zihniyet! Hiçbir Hak̆îkat̃ endîşesi duymadan şablonlaştırılmış, dogmalaştırılmış ezbere bilgiler! Milleti “kuşbeyinli” papağan yerine koyup nesiller boyu tekrâr ettir dur! Onu, yalanlarla, efsânelerle inşâ edilmiş bir düzende yaşat! 5816’larla, Totaliter Esâsiye Hükümleriyle cendere içinde tut, düşünmesine, araştırmasına, yalanları, efsâneleri sorgulamasına aslâ fırsat verme! Sorgulıyamasın ki uyanmasın! Uyanmasın ki güdülebilsin! Bir asırdır güdüldüğü gibi!

***