Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretininsahîhtârihçesi (174)

“İnsanlar arasında da, eskiden beri, beyaz ırk, siyah ırk, sarı ırk, kırmızı ırk nâmlarile dört ırk mevcûddur. Bu tasnîf, kaba bir tasnîf olmakla berâber, hâl̃â kıymetini muhâfazaetmekdedir.

“Beşeriyât [“anthropologie”] ilmi Avrupadaki insanları kafalarının şekli ve saçlarile ve gözlerinin rengi îtibârile üç ırka ayırmıştır: Uzun kafalı kumral, uzun kafalı esmer, yassı kafalı.

“Mâmâfih, Avrupada hiçbir millet, bu enmûzeclerden yalnız birini muhtevî değildir. Her milletin içinde, muhtelif nisbetlerde olmak üzere bu üç ırka mensûbferdlermevcûddur. Hattâ, aynı âilenin içinde, bir kardeş uzun kafalı kumral, dîğerleri uzun kafalı esmer ve yassı kafalı olabilirler.

“Vâkıa, bir zamanlar, bâzıbeşeriyâtçılar bu teşrîhîenmûzeclerleictimâî hasletler arasında bir münâsebet bulunduğunu iddiâ ederlerdi. Fakat birçok ilmî tenk̆îdlerin ve bilhassa bizzâtbeşeriyâtçılar arasında en yüksek bir mevk̆ide bulunan (Manuvriye) ismindeki âlimin, teşrîhî vasıfların ictimâî seciyeler üzerinde hiçbir têsîri olmadığını isbât etmesi, bu eski iddiâyıtamâmile çürüttü. [Prof. LéonceManouvrier (Guéret, 28.6.1850 – Paris, 8.1.1927), pek kıymetli bir Fransız beşeriyâtçı ve teşrîhçisidir.]

“Irkın, bu sûretle, ictimâî hasletlerle hiçbir münâsebeti kalmayınca, ictimâî seciyelerin mecmûu olan milliyetle de hiçbir münâsebeti kalmaması l̃âzım gelir. O hâl̃de milleti başka bir sâhada aramak ik̆tizâ eder. […] [“Irk̆îTürkcüler”itâk̆îben, “Kavmî ve CoğrâfîTürkcüler”in, “Osmanlıcılar”ın, “İsl̃âmİttihâdcıları”nın ve “Ferdciler”in de noktainazarlarını tenk̆îdettikden sonra:]

“Millet, ne ırk̆î, ne kavmî, ne coğrâfî, ne siyâsî, ne de irâdî bir zümredir; millet, lisânca, dînce, ahl̃âkça ve bediiyâtça müşterek olan, yânî aynı terbiyeyi almış ferdlerdenmürekkeb bulunan bir zümredir”

“O hâl̃de, millet nedir? Irk̆î, kavmî, coğrâfî, siyâsî, irâdî kuvvetlere tefevvuk ve tahakküm edebilecek başka ne gibi râbıtamız var?

“İctimâiyât ilmi isbât ediyor ki, bu râbıta terbiyede, harsta, yânî duygularda iştirâk̃dir.

“İnsan en samîmî, en derûnî duygularını ilk terbiye zamânında alır. Daha beşikde iken, işittiği ninnilerle ana dilinin têsîri altında kalır. Bundan dolayıdır ki en çok sevdiğimiz lisân ana dilimizdir. Rûhumuzavücûd veren bütün dînî, ahl̃âk̆î, bediî duygularımızı bu lisânvâsıtasilealmışız. Zâtenrûhumuzunictimâî hisleri, bu dînî, ahl̃âk̆î, bediî duygulardan ibâret değil midir?

“Bunları çocukluğumuzda hangi cem’iyetten almışsak, dâimâ o cem’iyette yaşamak isteriz. Başka bir cem’iyetin içinde daha büyük bir refâhla yaşamamız mümkün iken, cem’iyetimiz içindeki fakrı ona tercîh ederiz. Çünki, dostlar içindeki bu fak̆îrlik, yabancılar arasındaki o refâhtanziyâde bizi mes’ûd kılar. Zevk̆imiz, vicdânımız, iştiyâklarımız, hep içinde yaşadığımız, terbiyesini aldığımız cem’iyetindir. Bunların ak̃s-isedâsını ancak o cem’iyet içinde işitebiliriz.

“Ondan ayrılıp da başka bir cem’iyeteintisâb edebilmemiz için, büyük bir mâni vardır. Bu mâni, çocukluğumuzda o cem’iyetten almış olduğumuz terbiyeyi rûhumuzdan çıkarıp atmanın mümkün olmamasıdır. Bu mümkün olmadığı için, eski cem’iyet içinde kalmıyamecbûruz.

“Dili dilime, dînidînime uyan”

“Bu ifâdelerden anlaşıldı ki millet, ne ırk̆î, ne kavmî, ne coğrâfî, ne siyâsî, ne de irâdî bir zümre değildir [zümredir]. Millet, lisânca, dînce, ahlâkça ve bediiyâtça müşterek olan, yânî aynı terbiyeyi almış ferdlerdenmürekkeb bulunan bir zümredir. Türk köylüsü onu (dili dilime uyan, dînidînime uyan) diyerek târif eder.

“İnsânîşahsıyetimiz, bedenimizde değil, rûhumuzdadır; insan için, mâneviyât, maddiyâttan mukaddemdir”

“Filhakîka, bir adam kanca müşterek bulunduğu insanlardan ziyâde, dilde ve dînde müşterek bulunduğu insanlarla berâber yaşamak ister. Çünkiinsânîşahsıyetimiz, bedenimizde değil, rûhumuzdadır. Maddî mezîyetlerimiz ırkımızdan geliyorsa, mânevîmezîyetlerimiz de terbiyesini aldığımız cem’iyetten geliyor. (Büyük İskender) diyordu ki (benim hak̆îk̆î babam Filip değil, Aristottur. Çünki birincisi maddiyâtımın, ikincisi mâneviyâtımın tekevvününe sebebolmuştir.) İnsan için, mâneviyât, maddiyâttan mukaddemdir.

“Milliyette şecere aranmaz; şecere hayvanlarda aranır”

“Bu îtibârla, milliyette şecere aranmaz. Yalnız, terbiyenin, mefk̃ûrenin millî olması aranır. Normal̃ bir insan hangi milletin terbiyesini almışsa, ancak onun mefk̃ûresine çalışabilir. Çünkimefk̃ûre bir vecdmenbâı olduğu içindir ki aranır. Hâl̃buki terbiyesiyle büyümüş bulunmadığımız bir cem’iyetinmefk̃ûresi, rûhumuzaaslâvecd veremez. Bilakis, terbiyesini almış olduğumuz cem’iyetinmefk̃ûresirûhumuzuvecdleregarkederekmes’ûd yaşamamıza sebeb olur. Bundan dolayıdır ki insan, terbiyesiyle büyüdüğü cem’iyetinmefk̃ûresi uğruna hayâtınıfedâ edebilir. Hâl̃buki zihnen kendisini nisbet ettiği yabancı bir cem’iyet uğruna ufak bir menfâat̃ini bile fedâ edemez. Hül̃âsa, insan terbiyece müşterek bulunmadığı bir cem’iyet içinde yaşarsa bedbaht olur.

 

1682944524900.jpg

(Harun İlhan, 4.11.2022; https://www.yenisafak.com/dusunce-gunlugu/iki-medeniyet-arasinda-kalmis-bir-aydin-portresi-ziya-gokalp-3868046; 16.3.2023)

Ziyâ Gökalp (Diyârbekir, 23.3.1876 – İstanbul, 25.10.1924), çok yanlış siyâsîtercîhler yapmış ve bir hayli hatâlı fikirler de müdâfaa etmiş olmakla berâber, bu Memlekette ancak istisnâî olarak yetişen çapta bir ilim adamı ve feylesoftur. En büyük hatâsı, Sabataîlik, Farmasonluk, Siyonizm, İttihâdcılık, Kemalizm gibi cereyânların içyüzüne nüfûz edememiş olmasıdır… İlmî tesbîtlerden yola çıkarak ulaştığı “millet” ve “Türk Milleti” târifleri, gâyetisâbetlidir, takdîreşâyândır. Kezâ, umûmiyetle, Türkce hakkındaki tesbîtleri de… (Hatâsız kul olmaz! Mühim olan, ihl̃âsla, Hak̆îkat̃i aramaktır. Samîmî bir Hak̆îkat̃ tâlibi olduğuna inandığımız için, Rabb’imizden, onun için mağfiret ve rahmet niyâz ediyoruz.)

***