Barışı nerede aramalıyız?
Okumak ve düşünmek insana mutluluk mu verir yoksa mutsuzluk mu? Son zamanlarda bu ya da buna benzer sorularla muhatap olduğunuzu biliyorum. Bu meselenin müzakeresine yönelik de çoğunlukla olumsuz veya kötümser bir bakış açısıyla karşı karşıyayız. Baştan belirteyim, ben bu grupta değilim. Çünkü bir dil eğitimcisi olarak okuyan, araştıran ve düşünen insanların en başta diğerlerine göre daha çok kelime ve kavram zenginliğine sahip olduklarını biliyoruz. Bu zenginliğininse insanlara en basit ifadesiyle içinde bulundukları durumlara ve problemlere yönelik farklı bakış açıları ve çözüm imkânları sunduğu gerçeğini de ilave edebiliriz. Hatta listeyi daha da uzatmak mümkündür.
İki yıl önce kaybettiğimiz mütefekkir Cevdet Said, okumanın insanlara
bunlardan daha ötesini vadettiğini belirterek insanların okumayla ilim sahibi
olacaklarını bunun da topluma / dünyaya barış getireceğini belirtir. Suriye
muhaciri İslam âliminin ilk baskısı 1988 yılında yapılan “Oku, Kerem Sahibi Olan
Rabbinin Adıyla” isimli kitabı büyük ölçüde bu konuya ayrılmıştı. Nitekim
kitabın alt başlığı “Bilgi ve Güç İlişkisi” şeklindedir.
Merhum yazar, kitabı yazmadaki amacını insanları ilim yoluna
koymak ve ilmin barışı nasıl getireceğini onlara anlatmak olduğunu ifade ediyor.
Gerekçesiyse ilmin imkânları insanlığa sunulduğu takdirde daha yaşanılabilir
bir hayat tarzının ortaya konulabileceğidir. Çünkü bilginin olmadığı yerde
cehalet kol gezecek, bu da insanlar arasında nifak tohumlarının ekilmesine
sebep olacaktır.
Yazarımız, ilimden bihaber olan fertlerin başta kendilerine
daha sonra da topluma zarar vereceklerini, bunu önlemenin temel yolunun ilimle
mümkün olabileceğini dile getiriyor. Ona göre bunun için her şeyden evvel ilmin
gerçek manasına riayet etmek ve ilme ulaşmak için gayret sarf etmek gerekir.
Çerkez asıllı mütefekkir, “Bizim esas problemimiz okumadır.”
diyerek önce bunun nasıl olması gerektiğini dile getirmiş, daha sonra da okumanın
nelere kadir olacağını belirtmiştir. Kur’an-ı Kerim’deki “Oku!” emrinden sonra
“Rabb’in kerem sahibidir.” ifadesinin gelmesini yazarımız “okumanın Allah’ın
bir lütfu” olduğu şeklinde yorumlamış ve insanlığı bu yolla kurtuluşa davet
etmiştir.
İnsanlığın geleceği kalemin ömrüne
bağlıdır.
Yazı ve okumanın insanlar tarafından keşfedilmesi ile
birlikte insanlığın tarihi başlamıştır. Çünkü tarihi olaylar ile tecrübelerin,
bilgi birikiminin geleceğe ışık tutmasını sağlayan yazı olmuştur. Allah’ın yalnız
insanlara bahşettiği düşünme de okuma ve yazmayla anlam bulmuştur. “Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir… Oku…
Şüphesiz sana okumayı veren, sana hâkimiyet, hizmet ettirme ve emir altına alma
gücü vermiştir. Bu, düşünen, ibret alan için en büyük vergidir!” ifadeleri insanlığın
emrine verilen ilme erişme yolu olan okuma ve yazmaya gereken kıymet verildiği
takdirde Allah’ın yardımının geleceğine işaret eder.
Cevdet Said’e göre yazı, ilmi ölümsüzleştirmiş; onu yok
olmaktan kurtarmıştır. Nitekim yazarımız, “Oku,
yaratan Rabb’inin adıyla…” ayetiyle ümmilik döneminin sona erdiğini ifade
eder. Allah’ın Hz. Peygamber’e bu
emri, ümmiliğin kaldırılmasına ilaveten yeni bir devrin başladığının da işaretidir.
Çünkü okumayla sahip olunan ilim, kalem vasıtasıyla korunur ve gelişir.
İlmin kalemle gerçekleştiği, “Kalemle
öğretti.” ayetinde apaçık ortaya konmuştur. O halde ilim, kalem
vasıtasıyla, yazıyla ve beşeri tecrübelerin kaydedilip onların dikkatle
gözetilmesiyle oluşur. Eğer bir gün insanoğlu her şeyini kaybetse onları yazılı
metinlerden yeniden geri getirmesi mümkündür. Ancak yazılı belgeler / kitaplar
kaybedilirse o zaman yediden başa dönmek icap eder.
Diğer taraftan Said’e göre, insanlar ancak ilim ile hevadan
kurtulabilirler. Bu gelip geçici hevesten kurtulmak için çaba göstermelerine
rağmen bir başarı elde edemiyorlarsa bu onların ilmî yetersizliğini gösterir. Okumamanın
hurafe ve bid’atları doğuracağını da dile getiren merhum yazarımız, okumanın
sonuç odaklı olması gerektiğini, sonuca ulaşmayan ve kişiyi aktif hale
getirmeyen bir okumanın boş olduğunu ifade etmiştir.
Okumayla kişinin kendi sınırlarını
zorlaması hatta bu haddi aşması mümkündür.
Kur’an-ı Kerim’den ve Hz. Peygamber’in sünnetinden hareketle
ilerlemenin temel koşulu İslam medeniyetinde takva olarak görülürken Batı’da
madde / para ön plandadır. Ne yazık ki birkaç asırdır Müslümanların da
Batılılar gibi maddi olana meyledip kendini var eden değerlere arkasını dönmesi
söz konusudur. Said’e göre maddiyatı takvanın önüne koyan medeniyetler sağlam
bir zemin üzerinde değildir, er ya da geç bozulmaya mahkûmdur.
Okumanın bir nevi insanın haddi aşması olduğunu dile getiren Cevdet
Said, çağdaş
dünyanın içinde bulunduğu gerilimden kurtulmasının yegâne yolunun da yine bundan
geçtiğini söyler. Çünkü ilimden uzak kalan toplumların cahillik, despotluk,
bencillik ve kan dökmeye meylettikleri görülür. Yine ilimden
uzaklaşmanın insanı kin, intikam, öldürme, karmaşa içinde bir hayat sürdürmeye
sevk ettiği müşahede edilirken okumayla
kazanılan ilim ise insanı yumuşaklığa, hidayete ermeye, tefekküre sevk
eder.
Sonuç olarak merhum mütefekkir insanlığın kurtuluşunun
ilimle yani okumayla mümkün olduğunu belirtmiştir. Okumanın bir araç olarak
rolü burada hayatidir. Çünkü ilme karşı çıkan veya dışında kalan görüş ve
düşüncelerin de ancak okuma yoluyla düzeltilmesi sağlanabilir. Bunun itibarla ilim
eğitimi için araştırmalar yapmak gerekir.