08 Nisan 2016

Beyaz hareket ve Recep Tayyip Erdoğan

 

Bengül Güngörmez

Geçtiğimiz hafta sonu Beyaz Hareket Derneği'nin İstanbul'da düzenlediği Recep Tayyip Erdoğan Sempozyumuna konuşmacı olarak davet edildim. Beyaz Hareket Derneği çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu sivil bir oluşum, stk. aktif olarak siyasi faaliyetlerde bulunuyorlar ve gördüğüm üzere organizasyon bakımından başarılı bir sempozyum da yürüttüler. Konuşmam diğer konuşmacılar gibi Sayın Cumhurbaşkanı'nın Türkiye'de gerçekleştirdiği siyasi ve sosyolojik değişim hakkındaydı. Konuşmamın tamamını değilse de bir kısmını burada da ifade etmek isterim ki, ne anlattın diye sürekli soranlara da bir cevap olsun. Yerim az, dolayısıyla özetleyeceğim için yazımda sıçramalar olabilir bunun için affınıza sığınıyorum.

RTE'nin Türkiye'de yarattığı sosyolojik ve siyasi dönüşümün tamamından söz edemeyiz ama bazı tespitlerde bulunabiliriz. İlkin muhafazakâr kesimlerin sosyal hayatta özgüvene sahip olmalarından başlayabiliriz. Erdoğan dindarları evlerinden çıkarmıştır ve onlara sosyal hayatlarındaki özgürlük koşullarını sağlamıştır. Kültürel varoluşlarıyla kamusal alanda, siyasette varolmalarını sağlamıştır. Kemalist rejim bu insanlara ev ve cami arasında bir yol çiziyordu ve onları kamusal hayattan dışlıyordu. Burada aslında bir varoluş meselesi söz konusuydu. Erdoğan'ın reformlarıyla dindarlar bürokraside, siyasette, akademide vb. yerlerde kültürel varoluşlarıyla özgürce yer alabildiler.

İkinci mesele vesayet meselesidir. Erdoğan dört tip vesayetle uğraştı. Türkiye'de ulus devlet projesine uygun rejimi tesis etmek ve sürdürmek üzere vesayet sistemleri oluşturulmuştu. İlk olarak Ordunun vesayeti. Erdoğan bu vesayeti gerileterek topluma alan açtı ve siyaset yapabilmesi için ona umut verdi. Bu boşluğu toplum, halk doldurmak istemiştir. Gezi hadisesini de sadece bir tezgâh olarak değil, bu kontekstte de düşünebiliriz. Erdoğan solculara bile umut vermiştir. Solcular bu boşluğu doldurmak istemişler ve kendi lehlerinde de olsa bir şeyleri değiştirebileceklerini düşünmüşlerdir. Ordu'nun vesayeti devam ediyor olsaydı sol böyle rahatça eylem yapamaz ya da yaptığı eylem korkunç katliamlarla sonuçlanırdı.

Erdoğan yalnızca Türkiye'deki insanlar için değil, Ortadoğu halkları için de umut olmuştur. İkinci vesayet, hukuki/bürokratik vesayet. Son AYM kararı bu vesayetin tam olarak kalkmadığının işaretidir. Üçüncü olarak polis, bürokrasi, akademi, medya ve hukuk ekseninde siyaseti kuşatan paralel vesayet. Erdoğan bu vesayetle hala mücadele etmektedir. Ve son olarak da küresel vesayet. Küresel vesayet Türkiye'de kendi iktidarını entellektüel vesayetle kurmuştur. Can Dündar'ın konsoloslarla çektirdiği fotoğrafı buradan yola çıkarak değerlendirebiliriz.

Türkiye'de muhafazakâr demokrat olduğunu söyleyen bir parti on üç yıldır iktidardadır ama henüz kültürel iktidara sahip değildir. Türkiye'de egemen kültürel iktidar sol/Kemalist aydın despotizmini yaratan elitlerin iktidarıdır. Elbette Ak Parti kültür adına çok önemli işlere imza attı fakat söz konusu iktidarı zayıflatamadı ve kendi entellektüel iktidarını yaratamadı. Muhafazakârların hâlâ solcular gibi büyük yayınevleri yoktur. Muhafazakârlığın çok önemli klasikleri henüz Türkçe'de yoktur. Batı'da tek tip fikirden söz edemezsiniz.

Aydın jakobenizmine yol açan fikirler olduğu gibi bunun karşıtı fikirler de vardır. Bunların ekseriyeti muhafazakârların fikirleridir. Bunların bilinmesi öğrenilmesi kamuoyuna yayılması gerekir. Muhafazakârların solcuların olduğu gibi büyük kitabevleri de yoktur. Taksim'e, İstanbul'un kalbine indiğinizde solun bütün yayınlarına sola ait büyük kitapevlerinde kolayca ulaşırsınız. Gençler, muhafazakâr gençler bile bu yayınlara itibar ediyorlar. Bütün bunları bırakın muhafazakârların henüz güçlü entellektüel bir gazetesi yoktur. Yapılması gereken çok iş söylenecek çok şey var. Kalıcı olan kültürel iktidardır. Türkiye'deki Aydın despotizminden kurtulmanın yolu kültürel iktidara talip olmaktan geçer. Gençlerden beklenen bu iktidara talip olmalarıdır.