01 Mart 2022

​BİD'ATLAR VE BİZ

Günümüzde, toplumumuzda bazı bid’atlar revaçtadır. Taziyelerde, ölünün arkasından yapılan törenlerde ve bazı gün ve gecelerde yapılan ritüellerde bu bid’atlar devam etmektedir!

Taziye evinde yemeğin verilmesi; çay kahve ikram edilmesi; günlerce küçücük evde çok sayıda insanın gelip sabahtan akşama kadar oturup kalkmaması ve bütün bunların bir gelenek gereği yapılıyor olması; bütün zorluklarına karşın bir türlü bu geleneğin kaldırılamaması; inadına bu yanlışta ısrar edilmesi zor işlerdendir. Bu geleneğin sürdürülmesi, ev sahibine haksızlık ve eziyettir. Taziye evinin acıları zaten onlara yeter de artar bile; buna rağmen bu geleneği sürdürmek; acılarını yaşamalarına dahi fırsat vermemektir. Bazen taziye sahibinin parasal gücü olmadığı halde yemek vermek zorunda bırakılıyor. Bu da gücünün üzerinde borca girmesi anlamına geliyor. 

Müslümanlar, bu geleneksel törenlerden hem çok eziyet çekiyor; hem bir türlü yakasını kurtaramıyor; tuzağa yakalanan av gibi çırpınmaya devam ediyor. Yakasını kurtarmaya çalışanlara da gelenekçiler engel oluyor. Niye engel oluyorlar; çünkü ortada çıkar söz konusudur! Gelir kaynakları kuruyacak ve susuz kalmış balığa dönme korkusu yaşayacaklar! Gelenekler kaldırılsa kimseyi kandıramayacaklar ve kimseden çıkar elde edemeyecekler. Dine sonradan sokulan ve dindenmiş gibi algılatılan bu din dışı kurallar; bir defa yapıştı mı; en değme sökücülerce bile sökülüp atılamıyorlar.

İslam’ın rehberi Hz. Resulüllah (as): ”Taziye sahibinin üzüntülerini yaşayabilmesi için kesinlikle evinde yemek pişmeyecek; evdeki taziye sahibi kişilerin yemek ihtiyacı bile yakınları veya  komşularınca karşılanacaktır! Taziye üç günden fazla sürmeyecektir!” diye buyuruyor.

Bir de ölenin arkasından, kılınmamış namazların yerine verilen para (ıskat-ı salat); yedinci, kırkıncı, ellinci günlerde ve ölüm yıl dönümünde okutulan mevlit, verilen yemek, dağıtılan helva, lokum, kesilen kurban gibi davranışlar kesinlikle İslam’a aykırıdır ve bid’attır. Yani İslam’da olmayıp İslam’danmış gibi ileri sürülüp sonradan İslam’a sokulanlardır. Resulullah’ın bir hadisi var ki nedense pek dillendirilip okunmaz veya öğüt verenlerin notları arasında yer almaz! O da şudur: “Bütün bid’atlar dalalettir, bütün dalaletler de insanı ateşe götürür!” Şimdi bazı genç kardeşlerimiz eski dili tam olarak anlayamayabilirler. Bu nedenle bu hadisi günümüz diliyle söylersek şöyle bir anlatım ortaya çıkar: ”Sonradan dine sokulmuş olan bütün ritüeller; yani Kur’an ve Resulullah’ın yaşayış ve uygulamalarında yer almayıp sonradan çeşitli neden ve amaçlarla İslam’a sokulmuş ve İslam’danmış gibi kılıf giydirildikten sonra fırında pişirilip servis edilmiş olan bu bid’atlar insanı yanlış yollara götürür ve sonunda cehenneme gitmesine neden olur.

Bir başka bid’at da cenaze gömüldükten sonra Hoca, ölene öğütlerde bulunuyor (telkin); yani ne yapacağı, sorulacak sorulara nasıl cevap vereceği ilgili yol gösteriyor. Oysa bu rehberliği diriyken yapmak gerekiyordu. Çünkü ölüler sağken bu tavsiyelere uysalardı; öldükten sonra bu yol göstermeye gerek kalmazdı. Şimdi eylem defteri kapanmış, iş büyük duruşmaya kalmıştır. Eğer kişi öldükten sonra da birilerinin yol göstermesiyle yakasını kurtarabiliyorsa bu Ku’an’ın bize bildirdiklerine ters düşer. Bu sınavın sonunda başarılı ya da başarısız olmak; ancak dünyada yaşadığımız sürede yaptıklarımızla sınırlıdır. Çünkü artık hocanın verdiği kopyayı değerlendirebilecek ne kalem var ne kağıt!

Hoca diyor ki: "Ey falan oğlu/kızı falankes! Hayatında inandığın ve devam ettiğin şekilde: "Eşhedü en lâ İlâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah." şehadet kelimesini söyle. Şüphesiz cennet haktır, cehennem haktır; öldükten sonra dirilmek haktır, kıyamet haktır; bunda şüphe yoktur. Yüce Allah kabirlerde olanları diriltip mahşer yerinde toplayacaktır. Sen hatırla ki, Allah'ın Rab olduğuna, dinin İslâm oluşuna, Muhammed Aleyhissalatü vesselamın peygamber olduğuna, Kur'ân'ın imam, Ka’be'nin kıble ve mü'minlerin kardeş olduğuna razı bulunmuş idin." Bu son cümle çok enteresandır. Çünkü yaşamı boyunca Kur’an nedir, hadis nedir, namaz nedir, kıble ne taraftadır, mü’min kimdir, İslam kardeşliği nasıl bir şeydir? Bilmemiş birine sen bunlara razıydın deniyor. Oysa sağken bunlardan nefret etmiş; bunların semtine hiç uğramamış! Mü’minlere yukarıdan bakmış, onları öcü gibi görmüş; onları gördüğünde ruhu daralmış ve nefesi kesilmiş ve şairin deyimiyle: “Namazın semtine bayramları uğrar sade;/Su görmez yüzünün düşmanıdır seccade! (M.Akif Ersoy)

Sonra üç kez de şöyle diyor:"Ey Abdullah; de ki: Allah' tan başka ilâh yoktur. De ki, Rabb’im Allah'tır. Dinim İslâm'dır. Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm'dır.“ (Sorularla İslamiyet) Ölen kişi bunları diriyken söylememişse, bunu amel defterinin kapandığı  bir aşamadan sonra söylese ne işe yarayacaktır?

İşte dostlar, biz bunlarla yolumuzu şaşırdık ve bilmediğimiz çöllere, dağlara, ovalara, vadilere, okyanuslara düştük ki vay halimize! Bütün bunlarla beraber yine de ağlanacak halimize gülüyor ve her şey güllük gülistanlıkmış gibi oynayıp eğleniyor ve keyif çatıyoruz! Böyle İslam dostlar başına! Yap yapacağını, sonunda  nasıl olsa seni camiye getirecekler ve kefenleyip namazını kıldıktan sonra; “Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?” diye topluluğa soracaklar ve merak etme kesin olarak şunu diyecekler: ”İyi biliriz!”

İşte İslam’a sonradan sokulmuş bu geleneklerden kurtulamadığmız sürece Müslüman olarak önümüzü göremeyiz ve başarılı da olamayıp hep sıkıntılarla boğuşmaktan toplum olarak kendimizi kurtaramayız, vesselam!