Bilgi Nemelazım!

Dedikodu, gerçek bilgi ile yarışarak yürüyor. Çünkü -dedikodu- kulağa ne kadar abes gelirse gelsin bir bilgilendirme biçimi. Bilgilendirmeyi daima olumlu cümle içinde kullanırız. Dedikodu ile aralarını açarız. Ancak bu ne kadar katı bir gerçek olabilir ki… Dedikodunun yayılım şekline bakarsanız, aslında onun adının geçmediği her yerde de pekâlâ olumlu algılandığını görebilirsiniz.

Bilgi, bize daima eşlik ediyor. Az-çok, yeterli-yetersiz, açık-belirsiz, sağlıklı ya da değil bir şekilde hayatımızın en önemli alışverişi. Temel ihtiyaçlarımız için bile bilme hâline muhtacız. Öyleyse bilme hâlinin insanda bir nevi tekâmül meydana getirdiği su götürmez. Kişiyi değiştirebilir, dönüştürebilir, zihni yorabilir, hafifletebilir, her şeyi kolaylaştırabilir ya da akıl almaz biçimde güçleştirebilir.

Bizde yakın tarih okumalarına ve araştırmalarına yönelik mevcut yazılı tarihe dair şüpheler sıradan insana bile ulaştığından bu yana, serbest teori ve komplo atışları yapılıyor. Bu atışlardan kimileri isabet buluyor, kimileri bulmuyor. Tarihin orijinal nüshasına ulaşılabilenlerle bu atışların sağlaması yapılıyor ama ulaşılamazsa bütün bu çıkarımlar dedikoduya dönüşüyor. Aslında resmî ideolojinin yaptırımları karşısında bir tarihî verinin belgelenip belgelenmemesi hâlâ fazla önem taşımıyor.

Dünyada da böyle olaylar sıkça cereyan ediyor. Mesela Amerika'da hâlâ ırkçılığın kökenleri ve devamlılığı, istatistikler ve tarihî veriler üzerinden özellikle Afro-Amerikan vatandaşlarca durmadan sorgulanıyor. Bu sorgulamalar, bize ulaşana dek ikinci dereceden resmî olmayan aktüel bilgilendirmelere dönüşüyor. Bütün bu çabalara rağmen devam eden kronik çözümsüzlük, arada bir ayyuka çıkan ve iç savaşı andıran ırkçı/silahlı sokak kavgalarından ve Amerikan hükümetinin meseleye böyle şeyler hiç olmuyormuş gibi yaklaşmasından da anlaşılabilir.

Bu tür çözümsüzlüğün, aynı zamanda şiddet ve kıyım verilerinin komplo teorisi muamelesiyle “dedikodulaşması” durumu İkinci Dünya Savaşı'nda da kendini en şiddetli şekilde gösteriyor. Bu savaşın, dünyanın iki kutbu arasında uzlaşmazlıkları körükleyen gizemleri hâlâ mevcut. Soykırımın binlerce insanı bilimsel ve genetik deney gerekçesiyle acımasızca kıyıma sürükleyen ve bunu neredeyse her ırk ve etnik kökenden özellikle çocuklar üzerinden yürüten gizli çalışmalarla ilgili ortada dolaşan bilgilere yeterince itibar edilmiyor. Dünya tarihi boyunca en çok insan öldüren ve yurtsuzlaştıran savaşı, taraflar açısından hem coğrafi hem de etnik bakımdan dar kalıplarla sınırlıyor, sadece “Yahudi soykırımı” başlığına sıkıştırılıyor. Üstelik her yaştan insanın yaşama hakkını en acımasız şekilde insan elinden alan deneylerin, savaşlar yüzünden mülteci durumuma düşen ve çoğu ülkede yaşayan bir dünyalı olarak kaydı tutulmayan her yaştan insan üzerinden bugün de devam edip etmediğini gerçekten bilmiyoruz. Ama bundan şüphe duyuyoruz. Bu verilerin varlığını, söylentilerin arka planını hiçbir resmî kurum, kuruluş veya makam sahibi desteklemediği ve beyan etmediği için uluslararası bir dedikoduymuş gibi küçümseniyor ve itibar edilmiyor.

Yan yana dizilmiş on kişinin, ilkinden kulaktan kulağa giden cümlenin bile deforme olmadan sonuncusuna ulaşamadığı bir dünyada dedikoduyu ve gerçek bilgiyi doğru konumlandırma konusunda bir netice almanın zorluğu ortada. Bilgiyi insanın kurgulaması ve bunu ilâhî yasaymış gibi koruması halinde, her defasında çarpık dogmaları veya çığrından çıkmışlıkları örten devlet düzenleri vücut buldu. Bugün ise bu çarpıklıkların ve çığrından çıkmışlıkların doruk noktasını yaşıyoruz. Bir boş bir denkleminin altında tam tersi bir dizilim sakladığını fark etmemiz her seferinde çok zaman alıyor.

Hâli hazırda yakın-uzak tarihin çözümlemesini yapmaya devam ederken, bugün yaşananların tarihe mal olup olmayacağı yarına intikal edecek kadar değer bulması ile anlaşılabilir ve çözümlemesi de yarına bırakılır. Ama bir vakıayı gören üç gözün üç farklı yorumuna isabet edişi düşünülürse, yorumsuz kayıt hakkının saklı kalmasını dilemekten başka çare yok. Nitekim kayıt altına alınanların bile hangi kısmının dedikodu, hangi kısmının gerçek olduğunu anlama çabası, arkeolojik bir yaklaşım gerektiriyor.  

İnternetin bile erişilmeyen yüzde doksanlık kısmının, görünenden kat kat fazla karanlık (deep-web) kuytularının olduğu bir dünyada doğru bilgiden, gerçekten, hakikatten ve dedikodudan anladığımızın görünenden ibaret olmadığı üzerine biraz daha fazla düşünmek gerekiyor.

İlâhî bilgi, Yaradan'ın koruma vaadiyle yeryüzüne indiği için bütün dedikodulardan, kirlilikten, üstü örtülülükten ve karanlıktan azade. Ondan bile dedikodu devşirip kendine yol tutanlar var, lakin birer birer açığa çıkıyorlar, diğer her kandırmacanın ve aldatmacanın çabuk çürüyüp kendini ele verdiği gibi.

Bunlar her olduğunda insan sık sık şöyle bir noktaya geliyor: Kökensiz ve idraksiz insan imali bilgi nemelazım!