Bir dervişin müşahedatı
Bundan yıllar önce bir tasavvuf kitabında şöyle bir ifade okumuştum: “Tasavvufta her dervişin müşahedatı kendine göredir.” Deniliyordu.
Benim müşahedatım; okuduğum
ve dinlediğim kaynaklar üzerinden oldu. Ben dinlediğim ve okuduğum kaynaklarda;
derviş'in fıkıh ve şeriat üzerine olması gerektiğini, fıkıh ilmi bilmeyen
kişilerin dervişlik yapmaması gerektiğini ve bunun insanı zındıklığa kadar
götüreceğini (1), dervişin şeriat üzere olması gerektiğini, kerametleri değil
istikameti esas alması gerektiğini okumuş dinlemiş ve dervişliğimin mihverine bu temel ilkeleri
yerleştirmiştim.
Bir Şeyh Efendi'den sadır
olan cömertlik tavrı; cömert olan bir dervişte başka duygular ve tavırlar
oluşturabileceği gibi, cimri olan bir dervişte de bir başka duygu ve
davranışlar oluşturur.
Valhasıl tasavvufta
herkesin müşahedatı kendine göredir.
Zaman içerisinde gördüm ki
bazı dervişler fıkıh, şeriat ve istikamet yerine, gündelik tasavvufi mertebe
kazanımları peşinde olmayı daha tercihe
şayan bulabiliyorlar. Bu anlamda ben dervişlerin hallerinin ‘Aşkın Derviş’ ve
‘Taşkın Derviş’ olmak üzere iki kategoride olduğunu gözlemliyorum.
‘Aşkın Derviş’, daima
şeriat ve istikameti esas alan ve bunu önceleyen bir dervişlik hali olarak
tanmlanabilir. Pragmatik ve faydacı tasavvufi
kabul, teslimiyet ve kazanımlardan sıyrılmış, aşkın bir ruh hali
ile şeriat ve istikameti kırmızı
çizgi olarak gören bir dervişlik hali….
‘Taşkın Derviş’ ise Ruhani
liderden sadır olan her türlü söz tavır ve davranışı şeriat terazisinde tartmadan
sorgulamaksızın körü körüne kabul eden dervişin ruh hali olarak tanımlanabilir.
Bu tür derviş tipleri de ikiye ayrılıyor. Bunların bir kısmı fıkıh ve şeriat
bilgisi olmadığından dolayı Ruhani liderden sadır olan her türlü davranışı
peşinen ve aynen kabul edebiliyor.
Rahmetli Necip Fazıl
Kısakürek'in çok sık kullandığı bir tabiri kitaplarında görmüştüm. Bazı kişiler
için ‘kaba softa,ham yobaz’ (2) diyordu.
‘O ve Ben’ isimli kitapta gördüm ki bu tabir onun şeyhi Abdülhakim Arvasi
Hazretlerine ait imiş.
Yani kabul etsek de etmesek
de bir ‘kaba softa, ham yobaz’ tipleri var.
Kur'an-ı Kerim'den,
şeriattan, fıkıhtan, Peygamber Efendimizin hayatından pek haberi olmayan,
Ruhani liderin peşinden bir kuru yaprak gibi sürüklenen kişiler bunlar olsa
gerek…
‘Taşkın Derviş’lerin diğer
kısmı ise fıkıh ve şeriat bilgisi olduğu halde Ruhani liderden gelen tavır ve
davranışlar gönlünü zorlamasına rağmen, seyri sülükunun kazanımlarını tercih
eden derviş tipi…
………
‘Aşkın Derviş’ler;
Ramazanlarda dergahtaki iftarda, koşturarak Şeyh efendinin elini öpen ve ona
yakın oturarak iftar etme hazzına ermeyi tercih eden ‘taşkın dervişler’ yerine,
ayakta kalarak, yer sofrasında iftar eden misafirlere alüminyum kaplarla yemek
dağıtmayı tercih eden adamlardır. İftarın hemen ardından eve koşturmak yerine
dergahın aşçısı ile birlikte misafirlerin
iftar bulaşıklarını yıkamayı tercih eden adamlardır
‘Aşkın Derviş’ler; büyük
pirin türbesinin demirlerini boyadığı için kendisine hacca gitme fırsatı çıkan
derviş menkıbesi yerine, Ümmetin derdine yanan Ebul Hafsı Haddad menkıbesini
dinlemeyi tercih ederek ümmetin derdiyle dertlenen adamlardır.
‘Aşkın Derviş’ler zor da
olsa günlük tasavvufi mertebe
kazanımlarını sağlayan teslimiyet yerine, tercihini şeriat ve istikametden yana kullanan adamlardır.
Aşkın Derviş’ler; tasavvufun sadece kendi ruhani liderinden
ve Onun söyleminden ibaret olmadığını,
Altın Silsilenin hallerinden ibaret bir bütün olduğunu bilen ve idrak eden
adamlardır.
Nitekim Tasavvuf Ulemasının büyüklerinden ve altın silsilenin
önemli halkalarından biri olan Abdulhalık Gücdüvani (1083-1179)
Hazretleri şu temel açıklamayı yapmıştır: “Nefse uyup uymama hususunda çoğu
zaman akıl yanılır. Bunun en güzel ölçüsü, Hakk’ın emrettiğini yapmak,
nehyettiğinden kaçınmaktır. Yani şeriata
uymaktır.”
Tasavvuf Ulemasının büyüklerinden ve altın silsilenin
önemli halkalarından biri olan Halidi Bağdadi (1779-1827) Hazretleri
de bu anlamda şöyle demektedir: “Benim
yanımda en sevgili olanlarınız fıkıh ve hâdis ilmiyle uğraşanlarınızdır.
Ama fıkıh ilminin önemi öbürlerinden daha çoktur.”
Tasavvuf Ulemasının büyüklerinden ve altın silsilenin
önemli halkalarından biri olan Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (1813-1893)
Hazretleri de ikaz ve irşad maksatı ile yaptığı sohbetlerde şeriat, tarikat ve hakikatten bahseder,
müridlerini de bunlara sıkı sıkıya bağlılığa davet ederdi.
Tasavvuf yolunun en önemli büyüklerinden ve
yenileyicilerinden biri olan İmamı Rabbani (1564-1624) Hazretlerinin
bu anlamdaki söylemleri ise özgünlüğünü
ve berraklığını hala korumaktadır. İmamı Rabbani bir fıkıh ve hadis otoritesi olup
ansiklopedik bir bilgi birikimine ve çok tenkitçi bir görüş açısına sahipti.
Müşahedatımızı onun hiç eskimeyen tesbit ve uyarıları ile
tamamlayalım. İmamı Rabbani gönderdiği mektuplarda şunları söylüyordu:
(…..) Sufi kendi görüşleri ve inancı ne olursa olsun,
şeriatten sapmaması gerekmektedir. (Mektûbât, II,220)
(…..) Nakşibendi şeyhleri kendi ilhamlarına şeriat altında
yer verirler.Ancak keşif ilhamları ilahi kıstaslara bağımlıdır.Vecd hali
Şeriatin önüne geçemez. Nakşibendiler sufilerin sekir halindeyken söyledikleri
safahatlarından etkilenmezler.İbni Arabi'nin fass’ını, Kuran’ın Nass’ına tercih
etmezler. (Mektûbât, II,243)
(…..) Nakşibendiler şeriate mugayir keşif ve ilhamlardan
hoşlanmadıkları gibi vecd hallerinin ifşa edilmesinden, orada burada mevzubahis
edilmesinden üzüntü duyarlar. (Mektûbât, I,221)
İmamı Rabbani’ye göre;
Sadece Kur'an ve sünnete güvenilebilir. Ulemanın görevi bu temel kaynakları
onlara hiçbir şey eklemeden yorumlamaktır. Mutasavvıfların tasavvufu ve
ilhamları bu iki kaynakla çelişmedikleri takdirde kabul edilebilir. Aksi
takdirde reddedilmelidir. (Mektûbât, I,272)
(…..) Peygamberin sünnetine uymak gerçek mutluluktur. Bunun
tersi bütün problemlerin sebebini oluşturur. Dini fıkha tabi olan sufiler ise
pırlanta tüccarları gibidir. Daha az çalışırlar daha çok kazanırlar. (Mektûbât,
II,114)
(…..) Sûfîleri toplumdaki diğer insanlardan ayıran tarikat,
şeriatın bir hizmetçisi olup görevi ihlâsı kemâle erdirmektir. Tarikata intisap etmekten maksat yalnızca
şeriatı mükemmel bir şekilde yaşamaktır, yoksa şeriata ilâveten yeni şeyler
ortaya koymak değildir (Mektûbât, II,100-101)
Bir dönem Rahmetli Esad Coşan Hocaefendi’nin Tabakatu's Sufiyye derslerine devam
etmiştim.Bu derslerin ilkinde Fudayl İbni Iyad'ın şu sözünü okumuştu: Bidat
ehli kişilerle oturup kalkanda hikmet oluşmaz.
Sonra şu sözü ilave etmişti: Yeryüzünün en zararlı insanları
bidat ehli mutasavvıflardır.
Dipnotlar
1) İmâm Mâlik -rahmetullâhi
aleyh- şöyle buyurmuştur:“Kim fıkıhla (dînî ilimlerle) meşgul olur da,
tasavvufî terbiye görmezse fâsık olur. Kim tasavvufla meşgul olur da dînî
ilimleri bilmezse zındık olur. Her kim de bu ikisini cem ederse, hakîkate nâil
olur.”
2) Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, (1987), İstanbul: Büyük
Doğu Yayınları
3) İmâm-ı Rabbânî,
Mektûbât, I
4) İmâm-ı Rabbânî,
Mektûbât, II