03 Mart 2021

​Bir dervişin müşahedatı

Bundan yıllar önce bir tasavvuf kitabında şöyle bir ifade okumuştum: “Tasavvufta her dervişin müşahedatı kendine göredir.” Deniliyordu.

Benim müşahedatım; okuduğum ve dinlediğim kaynaklar üzerinden oldu. Ben dinlediğim ve okuduğum kaynaklarda; derviş'in fıkıh ve şeriat üzerine olması gerektiğini, fıkıh ilmi bilmeyen kişilerin dervişlik yapmaması gerektiğini ve bunun insanı zındıklığa kadar götüreceğini (1), dervişin şeriat üzere olması gerektiğini, kerametleri değil istikameti esas alması gerektiğini okumuş dinlemiş ve  dervişliğimin mihverine bu temel ilkeleri yerleştirmiştim.

Bir Şeyh Efendi'den sadır olan cömertlik tavrı; cömert olan bir dervişte başka duygular ve tavırlar oluşturabileceği gibi, cimri olan bir dervişte de bir başka duygu ve davranışlar oluşturur.

Valhasıl tasavvufta herkesin müşahedatı kendine göredir.

Zaman içerisinde gördüm ki bazı dervişler fıkıh, şeriat ve istikamet yerine, gündelik tasavvufi mertebe kazanımları peşinde olmayı  daha tercihe şayan bulabiliyorlar. Bu anlamda ben dervişlerin hallerinin ‘Aşkın Derviş’ ve ‘Taşkın Derviş’ olmak üzere iki kategoride olduğunu gözlemliyorum.

‘Aşkın Derviş’, daima şeriat ve istikameti esas alan ve bunu önceleyen bir dervişlik hali olarak tanmlanabilir. Pragmatik ve faydacı tasavvufi  kabul, teslimiyet ve kazanımlardan sıyrılmış, aşkın bir ruh  hali  ile  şeriat ve istikameti kırmızı çizgi olarak gören bir dervişlik hali….

‘Taşkın Derviş’ ise Ruhani liderden sadır olan her türlü söz tavır ve davranışı şeriat terazisinde tartmadan sorgulamaksızın körü körüne kabul eden dervişin ruh hali olarak tanımlanabilir. Bu tür derviş tipleri de ikiye ayrılıyor. Bunların bir kısmı fıkıh ve şeriat bilgisi olmadığından dolayı Ruhani liderden sadır olan her türlü davranışı peşinen ve aynen kabul edebiliyor.

Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek'in çok sık kullandığı bir tabiri kitaplarında görmüştüm. Bazı kişiler için ‘kaba softa,ham yobaz’ (2)  diyordu. ‘O ve Ben’ isimli kitapta gördüm ki bu tabir onun şeyhi Abdülhakim Arvasi Hazretlerine ait imiş.

Yani kabul etsek de etmesek de bir ‘kaba softa, ham yobaz’ tipleri var.

Kur'an-ı Kerim'den, şeriattan, fıkıhtan, Peygamber Efendimizin hayatından pek haberi olmayan, Ruhani liderin peşinden bir kuru yaprak gibi sürüklenen kişiler bunlar olsa gerek…

‘Taşkın Derviş’lerin diğer kısmı ise fıkıh ve şeriat bilgisi olduğu halde Ruhani liderden gelen tavır ve davranışlar gönlünü zorlamasına rağmen, seyri sülükunun kazanımlarını tercih eden derviş tipi…

………

‘Aşkın Derviş’ler; Ramazanlarda dergahtaki iftarda, koşturarak Şeyh efendinin elini öpen ve ona yakın oturarak iftar etme hazzına ermeyi tercih eden ‘taşkın dervişler’ yerine, ayakta kalarak, yer sofrasında iftar eden misafirlere alüminyum kaplarla yemek dağıtmayı tercih eden adamlardır. İftarın hemen ardından eve koşturmak yerine dergahın aşçısı ile birlikte misafirlerin  iftar bulaşıklarını yıkamayı tercih eden adamlardır

‘Aşkın Derviş’ler; büyük pirin türbesinin demirlerini boyadığı için kendisine hacca gitme fırsatı çıkan derviş menkıbesi yerine, Ümmetin derdine yanan Ebul Hafsı Haddad menkıbesini dinlemeyi tercih ederek ümmetin derdiyle dertlenen adamlardır.

‘Aşkın Derviş’ler zor da olsa günlük tasavvufi  mertebe kazanımlarını sağlayan teslimiyet yerine, tercihini  şeriat ve istikametden yana kullanan  adamlardır.

Aşkın Derviş’ler; tasavvufun sadece kendi ruhani liderinden ve Onun söyleminden  ibaret olmadığını, Altın Silsilenin hallerinden ibaret bir bütün olduğunu bilen ve idrak eden adamlardır.

Nitekim Tasavvuf Ulemasının büyüklerinden ve altın silsilenin önemli  halkalarından biri olan Abdulhalık Gücdüvani (1083-1179) Hazretleri şu temel açıklamayı yapmıştır: “Nefse uyup uymama hususunda çoğu zaman akıl yanılır. Bunun en güzel ölçüsü, Hakk’ın emrettiğini yapmak, nehyettiğinden kaçınmaktır. Yani şeriata uymaktır.”

Tasavvuf Ulemasının büyüklerinden ve altın silsilenin önemli  halkalarından biri olan Halidi Bağdadi (1779-1827) Hazretleri de bu anlamda şöyle demektedir: “Benim yanımda en sevgili olanlarınız fıkıh ve hâdis ilmiyle uğraşanlarınızdır. Ama fıkıh ilminin önemi öbürlerinden daha çoktur.”

Tasavvuf Ulemasının büyüklerinden ve altın silsilenin önemli  halkalarından biri olan Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (1813-1893) Hazretleri de ikaz ve irşad maksatı ile yaptığı sohbetlerde şeriat, tarikat ve hakikatten bahseder, müridlerini de bunlara sıkı sıkıya bağlılığa davet ederdi.

Tasavvuf yolunun en önemli büyüklerinden ve yenileyicilerinden biri  olan İmamı Rabbani (1564-1624) Hazretlerinin bu  anlamdaki söylemleri ise özgünlüğünü ve berraklığını hala korumaktadır. İmamı Rabbani  bir fıkıh ve hadis otoritesi olup ansiklopedik bir bilgi birikimine ve çok tenkitçi bir görüş açısına sahipti.

Müşahedatımızı onun hiç eskimeyen tesbit ve uyarıları ile tamamlayalım. İmamı Rabbani gönderdiği mektuplarda şunları söylüyordu:

(…..) Sufi kendi görüşleri ve inancı ne olursa olsun, şeriatten sapmaması gerekmektedir. (Mektûbât, II,220)

(…..) Nakşibendi şeyhleri kendi ilhamlarına şeriat altında yer verirler.Ancak keşif ilhamları ilahi kıstaslara bağımlıdır.Vecd hali Şeriatin önüne geçemez. Nakşibendiler sufilerin sekir halindeyken söyledikleri safahatlarından etkilenmezler.İbni Arabi'nin fass’ını, Kuran’ın Nass’ına tercih etmezler. (Mektûbât, II,243)

(…..) Nakşibendiler şeriate mugayir keşif ve ilhamlardan hoşlanmadıkları gibi vecd hallerinin ifşa edilmesinden, orada burada mevzubahis edilmesinden üzüntü duyarlar. (Mektûbât, I,221)

İmamı Rabbani’ye göre; Sadece Kur'an ve sünnete güvenilebilir. Ulemanın görevi bu temel kaynakları onlara hiçbir şey eklemeden yorumlamaktır. Mutasavvıfların tasavvufu ve ilhamları bu iki kaynakla çelişmedikleri takdirde kabul edilebilir. Aksi takdirde reddedilmelidir. (Mektûbât, I,272)

(…..) Peygamberin sünnetine uymak gerçek mutluluktur. Bunun tersi bütün problemlerin sebebini oluşturur. Dini fıkha tabi olan sufiler ise pırlanta tüccarları gibidir. Daha az çalışırlar daha çok kazanırlar. (Mektûbât, II,114)

(…..) Sûfîleri toplumdaki diğer insanlardan ayıran tarikat, şeriatın bir hizmetçisi olup görevi ihlâsı kemâle erdirmektir. Tarikata intisap etmekten maksat yalnızca şeriatı mükemmel bir şekilde yaşamaktır, yoksa şeriata ilâveten yeni şeyler ortaya koymak değildir (Mektûbât, II,100-101)

Bir dönem Rahmetli Esad Coşan Hocaefendi’nin  Tabakatu's Sufiyye derslerine devam etmiştim.Bu derslerin ilkinde Fudayl İbni Iyad'ın şu sözünü okumuştu: Bidat ehli kişilerle oturup kalkanda hikmet oluşmaz.

Sonra şu sözü ilave etmişti: Yeryüzünün en zararlı insanları bidat ehli mutasavvıflardır.

Dipnotlar

1) İmâm Mâlik -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurmuştur:“Kim fıkıhla (dînî ilimlerle) meşgul olur da, tasavvufî terbiye görmezse fâsık olur. Kim tasavvufla meşgul olur da dînî ilimleri bilmezse zındık olur. Her kim de bu ikisini cem ederse, hakîkate nâil olur.”

2) Necip  Fazıl Kısakürek, O ve Ben, (1987), İstanbul: Büyük Doğu Yayınları

3) İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, I

4) İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, II