17 Haziran 2016

Bir Kılıçdaroğlu Klasiği

Türkiye'nin kurucu partisi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu kamuoyundaki başkanlık sistemi tartışmalarına önce yeşil ışık yaktı ve nihayet “ABD'deki gibi bir başkanlık sistemi getirecekseniz buyurun getirin. Oturalım tartışalım” dedi. Bunun üzerine taze Başbakan Binali Yıldırım “hodri meydan, biz buyurduk, siz de buyurun, Amerikan tipi olsun” diyerek Kılıçdaroğlu'nun talebine cevap verdi. Böylece Sayın Başbakan başkanlık sisteminin tartışılabilir olduğunu, mutlaka Türk tipi olması gerekmediğini ifade etmiş oldu. Bunun üzerine Kılıçdaroğlu ağzındaki baklayı çıkararak Yıldırım'a, “Madem tartışmak istiyorsun Amerika'daki gibi eyalet sistemini, yani Türkiye'yi bölmeyi istiyor musun, istemiyor musun” diye seslendi. Sanki ABD'deki başkanlık sistemi bölünmeye, Amerikan ruhundan bağımsız ayrı ayrı ulus devletlere yol açmış gibi. Ayrı ayrı  parlamentolara ve yasalara sahip eyaletlerin tek bir başkanın liderliğinde varlığını birlik içinde çifte meclisle sürdürmesini Kılıçdaroğlu Türkiye'nin ayrı bir parlamento, ayrı bir bayrak ve ayrı bir lider talep eden, yani kısaca ulus devlet olmayı hedefleyen radikal Kürt milliyetçilerinin Kürdistan meselesiyle özdeşleştiriyor anlaşılan. Buradan da anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu başkanlık sistemi hakkında genel olarak bilgi sahibi olmadığı gibi Amerika'daki başkanlık sistemi hakkında da doğru düzgün bilgi sahibi değil maalesef.

Ama asıl bomba, Kılıçdaroğlu'nun başkanlık sistemini değil de atalarının, dedelerinin yüzelli yıla yakın bir zamandır kurduğunu, savunduğunu ve geliştirdiğini söylediği parlamenter sistemi kabul ettiğini söylemesidir. CHP zamanında, muarızlarıyla kıyaslandığında sözde ilerici bir parti olarak konumlandırılırken bugün bu ilericilikten vazgeçip gelenekçi kesilmiş anlaşılan. Osmanlı'daki dedelerine göstermediği saygıyı bugün göstermekten bahsediyor Sayın Kılıçdaroğlu.

Bununla birlikte CHP'nin şeriatı getirmekle, laiklikle sorunu olduğunu söylemekle suçladığı Ak Parti parlamenter sistemin artık tıkandığını, Türkiye'nin bölgede etkin bir güç olabilmesi ve önünün açılması için hızlı ve etkin karar alan bir başkanlığa ihtiyacı olduğunu söylüyor ve savunuyor. Kim yenilikçi ve ilerici, kim tutucu ve gerici?

Başbakan'ımıza ilginç bir şekilde “Türkiye'yi bölmeyi istiyor musun istemiyor musun” diye soruyor Kılıçdaroğlu, üstelik bir süredir şehit cenazelerinin kaldırıldığı alanlara neredeyse giremez hale gelmiş ve şehit yakınları onunla saf bile tutmak istemezken.

Türkiye'nin boş hamasete değil, gerçek bir muhalefete ihtiyacı var. Türkiye'nin nasıl bir yönetim sistemine sahip olması gerektiğini kendisiyle rahatça tartışabileceği bir muhalefete ihtiyacı var çünkü yönetim şekli iktidarı ilgilendirdiği gibi muhalefeti de ilgilendiriyor. Çünkü AK Parti ebediyen kalıcı değil, o da diğerleri gibi bir siyasi parti ve iktidarlar zaman içinde değişir. Fakat muhalefetin bu gerçeği görmesi için önce donup kaldığı yerde buzlarını kırması gerek. Buzlarını kırabilecek mi? Buzlarını kırabilmesi için önce mevcut sosyolojiyi iyi okuması sonra da demokrasiyi iyice içselleştirmesi gerekiyor. Sokak hareketleri ya da Hendek siyasetiyle sınırladığı demokrasi anlayışını terk etmesi gerekiyor.

Türkiye bir yol ayrımında. Başkanlık sistemi mi parlamenter sistem mi Amerikan tipi mi yoksa Türk tipi başkanlık sistemi mi? Bu meseleyi tartışırken öncelikle kendimize soracağımız soru şu olmalı “yabancı bir aşı olan demokrasi nakledilebilir mi ve biz onu Batı'dan ne kadar nakledebildik?” Olduğu haliyle mi nakletmeliyiz? Yoksa kendimize uyarlayarak ya da dönüştürerek mi Ziya Gökalp'in de öncesine giden bir soru. Bu sorunun cevabını verdiğimizde ancak ne tipte bir başkanlık sistemine karar vereceğimizi konuşabiliriz. Atalarımız ne karar verdi ve biz bugün ne karar vereceğiz sorusu ancak o zaman anlam kazanır.