11 Ekim 2015

Bir Türk Aziz

"Ben Türküm"

Nobel ödülü dünya çapında en prestijli ödüllerin başında geliyor. Her kıtadan yazar, bilim adamı bu ödülün hayalinin kurar. Ödül aslında sadece bir kişiye değil o kişinin ülkesine verilmiş gibidir. PR çalışması iyi yönetildiği takdirde ödülü alan isim ile ülkesinin adı aynı cümlede anılır.

Ülkemiz için çok büyük bir başarı olmasına rağmen biz bu başarının tanıtımını ne kadar yaptık onu kendimize sormamız lazım. Prof. Dr. Aziz Sancar dünya medyasının ısrarlı ve kasıtlı sorularına karşı “Ben Türküm” diye haykıran bir vatanseverdir. Kendisiyle yapılan röportajın birinde ülke dışında çalışan bilim adamlarına kariyerlerini ülkelerinde devam ettirme çağrısında bulunuyor. Bu çağrıyı yaparken sözlerinin satır arasında kendine de bir öz eleştiri de bulunmuş oluyor.

ABD'de bir Türk Evi

Prof. DR. Acar'ın ABD'de Kuzey Carolina'da öğrenim gören Türk öğrenciler ve bilimsel çalışmada bulunan akademisyenlerin yararlanabilmeleri için, bir ev satın alarak ismini de Türk Evi koydu. Sancar zaman zaman burada öğrencilerle bir araya gelerek bilgi ve tecrübelerini aktarıyor.

Prof. Dr. Sancar Mardin'in Savur ilçesindendir. Başarılı orta ve lise eğitiminden sonra İstanbul Tıp Fakültesini (Çapa) dereceyle kazanır. Mezuniyetinden sonra Mardin Savur'da iki yıl sağlık ocağında doktorluk yapar. Sonra TUBİTAK'ın kursuyla ABD'ye gider. Orada önemli başarılar gösterince ABD Sancar'dan kendi vatandaşları olmasını ister. Prof. Dr. Aziz Acar o yıllarda bu teklifi kabul etmeyince Türkiye'ye geri gönderilir. Subay abisi Kenan Sancar TUBİTAK yetkilileriyle görüşür ve kardeşinin başarılarını anlatır. TUBİTAK yetkilileri kurallar gereği tekrar ABD'ye gönderemeyince bu sefer İngiletere'ye gönderirler. Aziz Sancar 6 ay İngiltere de çalışmalarına devam eder para biriktirir ve bu sefer kendi parasıyla yeniden ABD yollarına düşer ve kendini çok önemli sonunda da Nobel ödülü getirecek çalışmalar içerisinde bulur.

Kanserli hastalar için umut verici bir çalışma

Prof. Dr. Aziz Sancar'a ödül getiren çalışma insanlık için çok mühim. Belki de kanser hastalığını bitirecek bir gelişme. Bu çalışmayı kendi i sözlerinden aktarıyorum:

“DNA onarımı insanı kansere karşı korumakta önemli. Çünkü kanser yapan etkenlerin çoğu DNA'yı bozuyor ve o yolla kansere sebep oluyor. Biz, 'DNA kendini nasıl onarıyor, hücreler kendini nasıl kansere karşı müdafaa ediyor', bunu aydınlattık. Ayrıca bu DNA onarımının bir de kanser tedavisi için önemi var. Çünkü kanseri tedavi etmek için kullanılan ilaçların çoğu, kanser hücrelerinin DNA'sını tahrip ediyor ve kanser hücreleri onu tamir etmeye çalışıyor. Biz de orada girişim yapıp kanser ilaçlarının daha etkili olmasına çalışıyoruz."

Daha açıkçası

Bir doktor arkadaş tıp alanındaki devrim niteliğindeki bu gelişmeyi herkesin anlayacağı dilde şu şekilde açıklıyor: “Kanser hücreleri malum enfeksiyon vb. gibi vücuda dışarıdan giren hücreler değildir. Aksine bizim kendi hücrelerimizdir. Bu hücreler değişik faktörler ( genetik mutasyonlar, radyasyon, sigara vb. irritanlar)  ile değişime uğrayarak kontrolsüz olarak artmaya başlar. Kanser dediğimiz şey kontrolsüz artan kendi mutant hücrelerimizdir aslında. Tedavinin zorluğu da buradan kaynaklanıyor; verilen kemoterapiler kanserli hücreleri yok ederken bir yandan da sağlıklı hücrelere de zarar veriyor. Verilen ilaç kanserli hücrelerin genetik anahtarı olan DNA yapısını bozarak onları öldürüyor.

Kemoterapinin amacı da bu. Ancak burada bir sorun çıkıyor. O da bizim bünyemiz. Nasıl olur demeyin. Şöyle oluyor. Vücudumuzda harika bir mekanizma var. Bu mekanizma hasarlanan hücreleri tamir ediyor. Aynı mekanizme diğer hücrelerle birlikte, kemoterapi ile yapısı bozulan kanserli hücreleri de tamir ediyor. Yani Kemoterapi ile ile öldürmeye çalıştığımız kanserli hücreleri vücut mekanizması onlara yeniden hayat veriyor. Aziz Sancar hocanın çalışması tam da burada devreye giriyor. Vücut ritmine göre tedavi.

Şöyle ki insan vücudunun çeşitli salgı bezleri (hipofiz, epifiz vs) yönetilin bir ritmi vardır. Uyuma, acıkma, tuvalet vs gibi işlevler bu ritme göre yürür. Misal okyanus aşırı uçuşta  jet lag olmanız, uyku düzeniniz  değiştiğinde aptallaşmamız bu ritmin bozulmasından kaynaklanmaktadır. Aynı ritme az önce bahsettiğimiz DNA onarıcı sistemin de uyduğu keşfetmiş Sancar hoca ve arkadaşları. Yani günün bazı saatlerinde DNA tamiri çok yavaş iken, bazı saatlerinde hızlı oluyor.

Çalışmanın anahtarı; DNA tamiri hızının en düşük olduğu zaman diliminde tedavi verir ise (kemoterapi) hem dozu minimuma hem de etkiyi maksimuma çıkartılmış olur. Yani daha açıkçası banka soygunu (kanserli hücreler) güvenlik görevlilerinin (vücut mekanizması) en yorgun ve sayıca az olduğu zamanda yapılması demek. Tıp açısından dahiyane bir çalışma.” Sevgili okuyucular kültür sanat dedik ama her türlü ödül bir şekilde kültür sanatın alanına girdiği için bu önemli konuyu yazdım.