28 Eylül 2018

Birlikte Yaşamanın Anahtarı: MÜSAMAHA

HAFTANIN SOHBETİ

Ahlakî bir kavram olarak ‘müsamaha'; bize karşı işlenen hata ve kusurları, -gücümüz yettiği halde- görmezden gelip karşılık vermemek, insanları, kusurları ile beraber kabul etmek; sıkıntı ve eziyetlerine sabır ve fedakârlıkla katlanabilmektir. ‘Müsamaha' çok kapsamlı bir fazilet ve toplumun en fazla hayrını gördüğü önemli bir meziyettir.

Hoşgörü ve tolerens kelimeleri; ‘müsamaha' kavramının zengin muhtevasının ancak küçük bir kısmını karşılayabilmektedir. Çünkü İslamî bir fazilet olan ‘müsamaha'; çok asil, çok samimi, çok insacıl ve çok yönlü bir kavramdır.

‘Müsamaha' ve hoşgörü; hem gönül kazanmanın, hem de insanların gönüllerine girebilmenin sihirli anahtarı, çevreyle sağlıklı ilişkiler kurabilmenin ve dostluklar geliştirmenin vazgeçilmez şartıdır.

Temeli barışa, güvene, kardeşliğe, sevgi ve saygıya dayanan yüce dinimiz İslam; kardeşliğin devamı, dostluğun bekası ve sosyal hayatın istikrarı için affı ve ‘müsamaha'yı emrederken; bireysel ve toplumsal hayata zarar verecek her türlü; sert, kaba, olumsuz davranış ve yaklaşımı da yasaklamıştır.

Birarada mutlu olarak yaşamak, ancak ‘müsamaha' ile yani birbirimize katlanabilmekle mümkündür. Bunun için arkadaşlarımızın hata ve kusurlarını asla yüzlerine vurup onları mahcup etmemeliyiz. Tam tersine onlara; sabır ve anlayışla katlanıp, kendilerine hatalarını düzeltme fırsat ve imkânını bahşetmeliyiz.

Kişi, bazen farkında olmadan arkadaşını rahatsız eder veya zarar verebilir. İşte bu zarar gören ve mağdur olan tarafın, sözkonusu yanlış davranışa sabredip karşılık vermemesi, sosyal faydası çok büyük olan önemli bir erdemdir. Kişi bu erdemi, ‘müsamaha' sayesinde gösterebilir. Zarar gören ve mağdur olan taraf, şayet ‘müsamaha'sız biri olursa; rahatlıkla küçük bir kusurdan büyük bir kavga çıkarabilir ve her iki taraf da büyük zarar görebilir.

Yanlışlıkla düşürülen bir yabancı ülke uçağı; ‘müsamaha' anlayışla karşılanmazsa iki devlet arasında büyük bir savaşın patlak vermesine  sebebiyet verebilir. Savaş çıkıp iki ülke birbirine girdikten sonra; nice uçaklar düşer, nice insanlar ölür ve nice ocaklar söner. Sonunda her iki taraf da pişman olup barışmak zorunda kalınca; neden başta soğukkanlı, anlayışlı ve müsamahalı davranmadıklarına pişman olurlar, fakat iş işten geçmiş olur.

İslam hukukunda çok önemli, çok faydalı ve çok yapıcı iki kaide vardır. Biricisi: “Zarar vermek ve zarar ile mukabelede bulumak yoktur.” Yani başkası bana zarar verdi, ben de aynı zararı ona vereceğim, diye bir hak yoktur. İkincisi de: “Zarar izale olunur.” Yani verilen zarar, giderilir, gerekirse tazmin edilir. Ama zararla karşılık verilmez. Çünkü böyle yapılırsa, mesele bir nevi kan davasına dönüşür. İslam hukukunun birçok kanunları; bu iki insanî, hakkanî ve rasyonel kural üzerinde kurulmuştur ve çok hayrı görülmüştür.

Fikrî hayatımızda da müsamahayı elden bırakmamalıyız. Fikirlerimizi savunurken, başkalarının yanlışlarından çok, kendi doğrularımızı anlatmalıyız. Çünkü kendi fikirlerimizin doğruluğunu anlatmak için, başkasının görüşlerinin yanlışlığını isbat etmek zorunda değiliz. Böyle kibar ve hassas davranırsak, faydasız polemiklerle zamanımızı öldürmemiş ve boşuna düşman kazanmamış oluruz.

Rabbimiz -celle celalüh- şöyle buyuruyor: ‘‘Hiddetini yenenlere ve insanların suçunu bağışlayanlara cennet hazırlanmıştır. Allah iyilik yapanları sever.'' (Al-i İmran 134)

Peygamberimiz -sallallahü aleyhi ve sellem- de: ‘‘Ben; haklı olduğu halde çekişmeyi bırakan kimseye, Cennetin kenarında bir köşk verileceğine kefilim,'' müjdesini veriyor. (Ebu Davud 4800)

Toplum homojen değildir. Ayrı mezheplerden, meşreplerden, tarikatlardan, cemaatlerden ve eğilimlerden insanlarla iç içe yaşıyoruz. Hep kusur görür, hiç hoş görmezsek, bu hayat çekilmez. Cemiyette huzur kalmaz, fitne çıkar, hepimiz mutsuz oluruz.

İnsanlar birbirini hoş görmemiş olsaydı, halen birbirini öldürüp mallarını yağmalayan canlılar olurduk. Empati yapmasaydık, merhamet etmeseydik, birbirimizle konuşmak bile mümkün olmazdı. Dolayısıyla kardeşlik ve huzurun hâkim olabilmesi için ‘müsamaha'lı olmak ve bazı şeylerden fedakârlık etmeliyiz.

Her insanın mutlaka bir kusuru vardır. Biz kusura kusurla karşılık verirsek birarada yaşayamayız. Mevlana Celaleddin-i Rumî Hazretleri, çağlar öncesinden şöyle sesleniyor:

‘‘Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır!''

‘‘Şefkat ve merhamette güneş gibi ol, başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol, cömertlikte ve yardım etmede akarsu gibi ol, hiddet ve asabiyette ölü gibi ol. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol!..''

 ‘‘Gel, gel, ne olursan ol yine gel. İster kâfir, ister mecusî, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel (ki, belki sonunda tevbe eder de adam olursun)!..'' Hazret-i Mevlana bu sözleri ile, insanlığın belleğine İslamiyetin engin müsamahasını nakşetmiştir.

Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ‘müsamaha'nın; hoşgörünün şefkat ve merhametin en güzel örneğidir. Çünkü O, kendisine yapılanları hoş karşılaşmıştır. Allah'ın Resulü sallallahü aleyhi ve sellem; düşmanlarına bile hep anlayışla yaklaşmış; esirlere, kölelere iyi muamele etmiş ve bu iyi muameleyi başkalarına da tavsiye etmiştir.

Mekke'nin fethedildiği gün, Kabe'nin eşiğinde duran Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem; kendisine akıl almaz sıkıntılar veren, çileler yaşatan, evinden, yurdundan çıkaran; hem mübarek bedenini hem de kutsal davasını ortadan kaldırmak için seferber olan kalabalığa bakarak: “Ey Kureyş cemaati! Size şimdi nasıl bir muamele yapacağımı sanıyorsunuz,” diye sordu. Kureyş topluluğu, “Sen, âlicenap bir kardeş ve âlicenap bir kardeşin oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız,” dediler. Bunun üzerine Efendimiz aleyhissellem şöyle buyurdu:

 “Ben de size Yusuf'un kardeşlerine söylediği gibi: “Bugün size hiçbir başa kakma, azarlama yok. Allah sizi bağışlasın. O merhamet edenlerin en merhametlisidir” (Yusuf 92) diyorum. Haydi gidiniz hepiniz serbestsiniz.”(Siretu İbni Hişam)

 Affın en makbulü güçlü iken affetmek, iyiliklerin en güzeli kötülüklere karşı iyilik yapmak, merhametlerin en üstünü de; zulmedenlere merhamet etmektir. İşte, Kâinatın Efendisi de Kureyşlilere bunu yapmıştır!

Hazret-i Ali radıyallahü anh buyurdu ki:

“İşlerin en zor olanları şunlardır: a ) Her yerde doğruyu söylemek. b) Gizli yerlerde de nefsi kötülük etmekten alıkoymak. c) Sıkıntı ânında cömertlik etmek. d) Öfkeli iken ‘müsamaha' edip affetmek.”

‘Müsamaha'sızlık, yetersiz eğitimin önemli bir göstergesidir. Eğitilmemiş kişi; daima heyecanlı ve atılgan olur; kaba bir sabırsızlıkla davranır, basit bir hatadan büyük huzursuzluklar çıkarır ve icabında bununla da övünür.

Bugünkü hem ferdî hem de toplumsal sıkıntıların, problemlerin, bunalımların ve kavgaların en büyük sebebi; sevgi, saygı, merhamet ve ‘müsamaha'nın olmayışı ya da eksik oluşudur. Her konuda olduğu gibi ‘müsamaha' konusunda da örneğimiz ve rehberimiz Sevgili Peygamberimizdir. Aleyhissalatü vesselam Efendimiz, -bırakın yanındaki, etrafındaki insanları; en azılı düşmanlarına karşı bile -yukarıda görüldüğü gibi- müsamahalı davranmış, kötülüklerine kötülükle karşılık vermemiş, onlara beddua dahi etmemiştir. Bu sayede gün gelmiş; en azılı düşmanları, müslüman olmuş, O'nun muhlis hizmetkârları ve yüce davasının fedakâr mücahidleri olmuşlardır.

O'nun ümmeti olarak bizim de yapmamız gereken şey; elimizden geldiği kadar O'nun kutlu yolundan gidip, ‘müsamaha' zırhını kuşanmamızdır. Zira sevgi, saygı ve ‘müsamaha'nın olmadığı yerde kin, nefret ve düşmanlık olur; huzur ortadan kalkar.

O zaman, yüce Dinimizin emrine uyalım: Evde, okulda, yolda, çarşıda, işyerinde, kısaca her yerde, bütün insanlara karşı hoşgörülü ‘müsamaha'kâr olalım. Komşularımızla iyi geçinelim. Birbirimizi sevelim. Kimsenin kalbini kırmayalım. Kalbini kırdığımız insanlardan özür dileyelim. Ağlattığımız insanlar varsa, güldürelim.

Peki bu kadar değerli olan ‘müsamaha' erdemine sahip olmak zor mu? Hayır, asla zor değildir. Çünkü ‘müsamaha' etmek; bir eylem değil, tam tersine bir eylemsizliktir. Çünkü ‘müsamaha'lı olmak için; birşey yapmak değil, aksine hiçbir şey yapmamak, yani bize karşı işlenen kötülüğe mukabelede bulunmamaktır. (Mehmet Can)