Bize Ne Oluyor?
Dünya çoraklaşıyor.
Bu cümleyi ilk defa 80'lerde “ozon tabakası delindi”
cümlesiyle birlikte duymuş olmalıyım. Sonra zaten dünyayı en çok kirleten ve
doğaıı katleden gelişmiş ülkelerin kurduğu uluslararası ve devasa çevre
örgütleri zihnimize kazıdı. O tarihten beri bu algı çocukluk, gençlik ve
yetişkin zihnime geleceğin kupkuru, çatlak topraklarında su arayan, açlıkla
dolaşıp duran manzaraları yansıttı.
Son on yılda dijital kanalların boca ettiği distopik
kurgulardan sonra tahayyüllülerimiz de değişimeye uğradı. Toprağın hayalini
kurmanın bile mümkün olmadığı evrenler tasarlandı. Zannederim dünyanın
çoraklaşmasıyla ilgili hayali görüntüler, artık herkes için bir parça beton ve
paslanmış çelikle doludur.
Çoraklaşma ya da bozulma adına söyleyeceklerimizi maddi
dünya ile sınırlamak gerçekçi ve doğru değil. Dünya sona sürükleniyor, sıranın
sonuna da yaklaşmışken bizi kıtlık, açlık, susuzluk, teknolojinin yok oluşu,
ilkel hayata dönüş bekliyor diye hayıflanıp durmak, endişeyi geçim gailesiyle
sınırlamak; ahvali idrak edememekten ötürü.
Çünkü kuraklığı da çoraklığı da zaten yaşıyoruz.
İnsanlık manevi yönden her gün biraz daha kurak ve çorak bir
sabaha uyanıyor.
Kabul; maddi çoraklığa her gün daha hızlı sürekleniyoruz,
sona yaklaştığımız hissi de her geçen gün artıyor. Bu gidişatı nasıl
durdurabileceğimizi biliyoruz, ama dönemeyeceğimiz kadar ileri gittiğimizin de
farkındayız.
Manevi çoraklık kıtlık, kuraklık, bozuluş dediğinizde iş
değişiyor.
Herkesin bir parça bildiği, kendinden başka herkese
yakıştırdığı, kendini o manevi çürümenin bir parçası olmadığıyla avutan
kitlelerle dolu bir dünyada iyileşmenin yolu da yöntemi de herkes için başka
türlü tartışılabilir bir mesele.
Büyük duyarsızlıklara topluca şahitliğimiz söz konusu. Bu
duyarsızlığın neresinden ne kadar pay aldığımızın hesabını yapacakken kendimizi
bunun dışında tutmak aymazlığına düşmek bozuluşun da çoraklığın da son noktası.
Azalan hatta tükenmeye yüz tutan insanilik, maddi dünyada
her an karşımızda; betonarme yapılarda, bahçesiz okullarda, istiflenmiş insan
manzaralarında...
Manevi âlemlerimizde tükenen insanilik ise toplumların
etki-tepki durumlarıyla ölçülebiliyor. Miktarı da neredeyse herkese göre
değişiyor. Çünkü değer yargıları, vicdan kriterleri, inanç gibi ölçülemez
veriler kişiden kişiye değişkenlik gösteriyor.
90'larda Batı'nın kalbindeki Yugoslavya, Müslüman
katliamıyla parçalanırken Oskar törenleri, güzellik yarışmaları, doludizgin
eğlenceler neden hız kesmediği üzerine düşünmekten usanmamalı. Öyle ki bu
eğlencelikler kesintiye uğramasa sadece durma noktasına gelse dünya alt üst
olacak zannedenler, yalnızca yabancı bildiği değil, mensubu olduğu toplumun
acılarına dahi yabancılaşmış buluyor kendini. Tabii bu anlayışın içinde
kendindeki bozulmaya ve çürümeye karşı bir körleşme durumu var.
Kişilerin bozulması ve çürümesi devam ettikçe bu durum
toplumlara yayılıyor, yönetimlerin tutumunu belirliyor.
Zerreden kürreye, kürreden zerreye devamlı sürüp giden döngü
de aynı durumda. Elbette bazı toplumlardaki bozulma ve çürüme daha fazla.
Özellikle acı ve kanla yoğrulmuş coğrafyaları sömürenlerinkinde. Özellikle
Batı’da.
Bosna burnunun dibindeydi yine de Batı’nın umurunda değildi;
Doğu Türkistan, Irak, Suriye, Myanmar'da sürüp giden katliamlar ise coğrafi
uzaklık sebebiyle dünya gündemini belirleyen Batı'nın kayıtsız şartsız umurunda
olmadı.
Ancak Filistin için böyle bir bahane yok, çünkü dünyanın tam
ortası. Çünkü Batı'nın sahiplendiği Siyonizmin işgalinde. Çünkü Siyonizmin uzak
hedefine ulaşmak için yola çıktığı en önemli katliam beldesi.
Siyonizmin koruması Batı, yine duyarsız.
Ama bu bildiğimiz bir manzara. Biliyoruz ki oralar -yeşermek
için gayretle çabalayan vicdanlara rağmen- çorak ve kurak. Ve zaten çoktan
bozulmuş.
Peki bize ne oluyor? Medeniyet mirası Filistin
topraklarındaki kan durduralamazken, hiçbir şey olmuyormuş gibi eğlenceliklere
ara vermeden, tek endişesi gündelik konforundan ödün vermek olanlar bizim
aramızda ne arıyor? Biz acının da katliamın da soykırımın da komşusuyken bu
tokluk niye?
Demek ki biz de bir miktar çorak, kurak, bozuk ve çürük
durumdayız.
Hâlbuki İyileşme çürümeden önce olmalı. Âlem zaten çorak ve
kurak, iç âlemlerimiz kurtarılmaya, iyileşmeye muhtaç. Ama çürümeden önce...
Yaradan yeşertmek/iyileştirmek isterse diye gayretler bâki.
Ölüyü diriltmek ve çorağı yeşertmek O’nun istemesiyle… Dualar bâki.