03 Haziran 2017

Boş müjdelerin teminatı tutan beddualar

Şehit Tümgeneral Aydoğan Aydın 15 Temmuz gecesi komutanlığını yaptığı tugayı şehir dışından arayıp bir tek askerin bile dışarı çıkarılmaması emrini vermiş. Birkaç gün evvel de Kato Dağı'nda  yapılan operasyonla Türkiye Cumhuriyeti'nin terörle mücadele tarihinde görülen, PKK'ya ait en büyük mühimmat ve malzeme yığınağını ele geçirerek kaos konsorsiyumuna çok ağır bir darbe vurmuş. Belli ki milletine sadık ve sağlam bir komutanmış. 

Yarbay Songül Yakut da uzun yıllar FETÖ'nün tasallutuna maruz kalmış ve hedefleri olmuş . Yâni hem FETÖ kültüyle arasındaki husumet, hem de ilk kadın jandarma subayı olması sebebiyle meşhur olmuş sembolik bir isim. Araştırılması gereken diğer on bir muvazzaf askerle birlikte aynı helikopter kazasında şehit oldular. Kaza ve helikopter sözcükleri bir araya gelince siz ilk önce Eşref Bitlis ve Muhsin Yazıcıoğlu'nu hatırlamışsınızdır haklı olarak. Ben Denizli Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Alper'i  hatırladım.

İlk FETÖ iddianamesini hazırlayan savcının vefatı üzerine gülenin inanlıları aptalca bir coşkuya kapıldılar. Kültün dağılmaması için böyle gelişmelere çok ihtiyaçları var. Çünkü bu yapının yangında ilk kurtarılacak, kesintisiz güç kaynağı olarak çalıştırdıkları, en fazla kıymet verdikleri inançları, Gülen'in kutsiyeti ve onun iradesinin yeryüzünde hükümferma olma sanrısı. Bunun içinse haber verdiği şeylerin tahakkuk etmesi, beddualarının ve husumetinin hedefi olan kimselerin kahr-ı perişan olması, ona inananlara verilen müjdelerin birbir çıkması gerekiyor. Türkiye'nin idaresi ve üzerinde inisiyatif kullanma hakkı tamamen, yeryüzünde ise tedricen -üstelik Allah tarafından bizzat peygamber eliyle- kainatın imamı olduğuna inandırıldığınız birine verilmiş olsun da onun söylediği her şey havada kalsın, hiç bir vaadi tahakkuk etmesin, bedduaları sinek vızıltısı hükmünde olsun. Ve dahi düşmanlık yaptıkları hep ilerleyerek zafer üstüne zafer kazanırken, kainat imamının arkasından gidenler hep mağlup olsun ve seçilmişliklerinin alâmet ve emâresi olarak gördükleri, çok çok değer verdikleri dünyevi konum ve imkânları ellerinden, ayaklarının altından çekilsin. Kültün darmadağın  olmaması için bunu engellemek zorundalar.  “Hain bir şarlatan tarafından kandırılıyor muyuz” sorusunun bir kere  mırıldanılması onlar için nükleer bir silahtan daha tahrip edici bir etkiye sahip. Kuduz olsalar, sudan korkmazlar bu sorudan korktukları kadar...

Verilen müjdelerin tahakkukunu sağlamalarına imkân yok! Öyleyse bu soruyu sordurmamak ve kitlelerini ikna edebilmek için yapabilecekleri iki şey var. Her şeye rağmen bâzı kurum ve bakanlıklar üzerinde hâlâ muhafaza ettikleri güçleriyle ümit pompalamak ve düşmanlık yaptıkları isimlerin başlarına kötü şeyler gelmesini sağlayarak tabanlarına teselli ve gözdağı karışımı bir serumu damardan narkoz olarak bağlamak. Yâni ‘bak kutsal adamın bedduası nasıl da çalışıyor; sakın çözülme, ümitvâr ol, hem de ayağını denk al' ihtarı! İşte bu sebeple düşen askeri helikopterden  sonra, tekrar Denizli savcısının vefat etmesine sebep olan ‘kazanın' fotoğraflarına baktım. Kaza mı suikast mı diye manşetlerden sorgulanan bu hadise eğer şüphelenildiği gibi planlı bir cinayetse   kesinlikle kamyon markası da özenle seçilmiş olmalı diye düşündüm. Fotoğraflarda ‘savcıyı biçen' kamyonun önündeki FATİH ibâresi özenli bir vurguyla öne çıkarılmış sanki. Dosta düşmana al işte size kolejlerinin, üniversitesinin, hizmetinin âhını tahsil eden bir FATİH demek istemiş olmalılar.  Sonra Denizli valisinin kazayla ilgili açıklamasını tekrar tekrar okudum. Açıklamada rahatsız edici derecede yatıştırıcı ve yönlendirici bir üslup olduğu hissine kapıldım. Bir kaza olduğuna hızla ikna edilmek isteniyoruz sezgisini duyumsadım.  Zehir hep detaylardan sızar!

Bir not:

Muhteşem Yüzyıl dizisinin senaristi Meral Okay'ı hatırlıyor musunuz? Fetullah Gülen'in zaten yıllardır aynı içerikle  yayınlanan dizi için, ortada tetikleyici yeni hiçbir sebep yokken, Bana çok dokundu bu. Bu küstahlar onunla alakalı film çevirdiler. Saygısızlar, terbiyesiz adamlar” diyerek  taşkın ve şaşırtıcı bir çıkış yapmasından çok kısa bir süre sonra akciğer kanserinden ölmüştü. Fısıltılar, tüyleri diken diken eden ürpertiler, haşyetler, hürmetler... Gözlerden kaçırılan husus ise şu; Hafızam beni yanıltmıyorsa Meral Okay Sema Hastanesi'nde tedavi görüyordu. Eğer öyleyse Fetullah Gülen çok hassas şekilde zamanlama bilgisine, hattâ zamanlamayı belirleme imkânına sahipti. Ama kerametin etkisi ve güya  “hoca efendiye”  dokunan bir iş edenin üzerine yıldırım hızıyla inen musibet kontrol edilen taban için çok çarpıcıydı.

           HAVAALANLARINDA DUA ODASI – MESCİT  MESELESİ

Hürriyet Gazetesi'nden Ertuğrul Özkök, Atatürk Havalimanı'ndaki “mescit” tabelasından rahatsız olmuş.  “Dünyanın önde gelen havalimanlarında bütün yolcular düşünülerek, “Prayer room” yani “Dua odası” yazılır. O odayı Müslüman'ı da, Hıristiyan'ı ve Yahudi'si de, Budist'i, Hindu'su da kullanır” demiş. TAV grubunun CEO'su Sani Şener de bu “yanlıştan” dönüleceğini ve tabelada  artık “dua odası” yazılacağını söylemiş. Doğru olanın “düzeltme” iddiasıyla yanlışa evrilmesi epey hazin! Mescit dua edilen değil, adı üstünde  “secde edilen” yerdir. Namaz bedensel hareketlerle yerine getirilen ve kendine özgü kuralları olan bir ibadettir. Bir hindu, yahudi, hristiyan ve müslüman belki aynı odada dua edebilir ama dini ritüellerini aynı odada yerine getiremezler. Namaz mümkünse cemaatle eda edilen, sureleri sesli okunan, kıblesi sabit, kendine özgü kural ve koşulları olan, zorunlu bir ibadettir. Doğru olan da diğer dinlerin dua etmek isteyen mensupları için ayrıca dua odası oluşturmaktır. Tıpkı Sabiha Gökçen Havaalanı'nda olduğu gibi...