03 Şubat 2021

​Bosphorus'ta Mesele Kâbe Değil

(Komple Bir Teori) 

Mehmet Samih Gürel

Elbette Hazret-i Âdem’den beri inanca, inanana, Yaradan’a karşı, içinde belki kendinin bile anlam veremediği ama engel de olamadığı bir öfke taşıyan insanlar var. “Biz ıslah edicileriz” diye diye imkan ve şartlar ölçüsünde insanlığa zarar verme güdüsünü yaşarlar. Roma olup Hıristiyanları asarlar, Endülüs’te Müslümanları keserler, İspanya’dan Mûsevîleri sürerler; üstelik, Kâbe’nin Rabbi’ne gönül veren insanların, inanç ve ırk farkı gözetmeksizin, tüm insanlığa adil bir hayat hakkı tanımasına inat. Vücuttaki mikrop, bedene düşman olduğu gibi, onlar da insanlık ailesinin içinde kardeşine düşman birer fert olarak varlıklarını sürdürürler. İnsan içine çıkacak yüzleri olmadığı için hemen her zaman “görünmez”dirler, onlara daima “bir şey” arkasına gizlenmek zorunda kalmak zilleti verilmiştir. Bu “bir şey” bazen bir kişi olur, bazen bir kuruluş, bir örgüt veya organize edilebilecek bir toplum katmanı. Yani bir açıdan bukalemundurlar. İnsanlık için taşıdıkları kîni, yeri gelir gökkuşağının güzel renklerine boyamakla örtebileceklerini zannederler. Zaten işlerini ancak bu şekilde başkalarına yaptırabilirler. O “başkaları” bilerek veya bilmeyerek hizmet ederler. Çok azı kadroludur, hemen hepsi mevsimlik işçi statüsündedir. 

 

Yine de bu onların, ferâset ve basîret nasip edilmiş Müslümanlarca tanınmalarının, bilinmelerinin önüne geçmez. O yüzden, aslında Hıristiyanları da sevmezler, işlerine gelmiyorsa Mûsevîleri de sevmezler, onlar, yaratıldığı ilahi nefhadan soyunup yörüngeden fırlamamış, değerleri olan hiç kimseyi sevmezler.  

Ve Türkiye… Âlem-i nizam mefkûresi içerisinde, kudretle ve cesaretle, buna mukabil, insaf sahiplerinin hakkını teslim edeceği şekilde, adaletle ve merhametle tesis ettiği cihan hakimiyeti geçmişi olan ve potansiyeli açısından “İnsanlığın Son Kalesi” olarak değerlendirilebilecek, umutların yeşerdiği Türkiye, elbette karanlık odakların gözünün kamaşmasına sebep oluyor, “Nûr’un, nârımı söndürüyor” dercesine. Dişlerinin gıcırdaması hep bundan. Bir yangın istiyorlar ülkede. Olsun ki, onu söndürmeye harcasın Türkiye enerjisini, parasını, zamanını… Yangın istiyorlar ki, bir yandan bir başka kurumun kisvesine bürünerek “söndürmeye geldik” diyebilsinler.

İşte bu global çerçeve ve bölgesel gerçekliğin içerisinde, ismi önemli olmayan bir üniversite “Kıpraşım Modu”na alınmış durumda. Yangın tatbikatında pilot okul seçilmiş belki de. Üzülerek söylüyorum ki kıpraşım modundan çıkan ses oldukça çirkin. Bu bilim yuvasının yavrucaklarının pek de estetik kaygıları yok anlaşılan. Bu saygısızlığın, İslâmiyet’e sığmadığını ateistler bile bilir ve yapmaz! “Biz inanca kapalıyız!” mı diyorlar? Öyleyse bile insan da mı değiller? Çünkü bu aynı zamanda insanlığa da sığmıyor. İnsafa da sığmıyor. Hakkaniyette de yeri yok. Bütün bunlara rağmen bu yaptıkları, son derece mantıklı ve akılcı! Nasıl? 

Önce… “Rektöre itiraz” adı altında, ne idiğü belirsiz bir bahaneyle sürtüşme çıkardılar. Bir yanda “Öğrenci milleti”, diğer yanda “Reis-i Cumhur”. Fakat bu sürtüşmeden yeterli kıvılcım çıkmıyordu, zira taraflar kıvılcımın, alev alması için yeterli değildi. “Halk”ı da konuya taraf etmeleri gerektiği çıkarımını yaptılar ki son derece mantıklı, "logical", stratejik ve hedefli bir hamle bence. Yoksa, Kâbe nire… Bosphorus nire?.. Peki bu hamle ile neler hedeflenmiş olabilir, bir göz atalım:

Birincisi: Bilinç ve hassasiyet sahibi Müslüman toplumu konuya dikkatini odaklamak ve tahrik etmek. İkincisi: Bu hoşnut olmayan bu kesim üzerinden hükûmetin üstünde baskı oluşturmak

Üçüncüsü: Bu baskı neticesinde hükûmeti agresif bir harekete zorlamak

Dördüncüsü: Hali hazırda onların yapmak istedikleri ama mantıklı bir gerekçe ve zemin bulamadıkları için yapamadıkları "Toplumsal Eylem" için, Reis-i Cumhurun hareket tarzını gerekçe gösterebilmek.. “Onlar” derken, bilim yuvasının yavrucakları öğrenci milletinden bahsetmiyorum, onlar bilerek veya bilmeyerek sadece konu mankeni. 

Buraya kadar " Kıvılcım"... Bundan sonrası çok daha hazırlanmış oldukları yeni bir "Gezi" eylemi. Tutarsa, ondan sonra KAOS… O tutarsa İÇ SAVAŞ… O da tutarsa İŞGAL! Sözde müttefikler, NATO kuvvetleri görünümünde "Türkiye'yi  iç karışıklıktan kurtarmak amacıyla..." diye başlayan "Biz ıslah edicileriz" yalanını öne sürerek gelmek isteyecekler. Besleyip büyüttükleri, eğitip donattıkları dünyaya hükümdar olamayacak eşkiyalar da cabası… Yani, “Ölme eşeğim ölme!” Bunlar “Ya tutarsa?”cılar anlaşılan. Oysa hayvan terli, millet bilinçli, devlet güçlü. Dolayısıyla bir kez daha geldikleri gibi gidecekler. Bugün, yarın, öbür gün… Ne zaman gelirlerse…

Fakat, sözde müttefiklere teşne bir grup da var bizde: AMC (Amerikan Muhipleri Cemiyeti) İsim olarak değil, sıfat olarak. Onlara karşı, Araf Suresi’nin 155. Âyet-i celîlesinde bildirilen “… Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin. Bize bu dünyada da âhirette de iyilik yaz! Şüphesiz biz sana yöneldik." duamız olsun. 

Ama toplumun her kesiminden aklını, vicdanını, insafını; kendi heva ve heves tanrısına  kurban sunmamış insanları tenzih ediyor, vatanımız, milletimiz, devletimiz için bir olursak hür olacağımızı elzemiyetine binâen hatırlatmak istiyorum. 

Biz oyuna gelmeyelim. Kazdıkları kuyuya düşsünler. Bugün bu olur, yarın şu olur, kişiler, araçlar, tezgahlar değişir, hedeflenen hep zarar ziyan! Fakat, Allah celle celâluhû Türkiye'yi ve müslümanları daha da güçlenerek çıkarsın bu badirelerden. "İnsanlar onlara "Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun" dediklerinde, bu onların imânını arttırdı ve şöyle dediler: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir" 3.Âl-i İmrân.173 rehberimiz olsun. (Bkz. 15 Temmuz)