Boykotun paradigması / pardigmanın boykotu
Öyle bir vasatta yaşıyoruz ki; akla ziyan! Bütün cihan ehli olarak, en katı yürekleri derin hislerle dolduracak, en umarsız, vurdumduymaz, nemelazımcı kimseleri bile yerinde oturamayacağı bir vicdan sızısına sevk edip harekete geçirecek; eşi, emsali görülmemiş bir cinayetler resmigeçidinin naçar seyircileri halindeyiz. İsrail namlı cinayet şebekesi, teknolojinin de sunduğu imkânlar sayesinde, cümle cihan halkını bir vahşet kumpanyasında seyirci haline getirdi de biz, işlenen en şeni cinayetlere bile canlı şahit olabilmeyi, sanki çağın bize sunduğu bir imkân gibi görüyoruz. Bilmem farkında mıyız?
Gazze özelinde
ve Filistin genelinde iki aydır canlı yayınlarda şahit olduğumuz cinayetler
silsilesi, birçok kimsenin sandığının aksine, 1948’yılında Filistin
topraklarının büyük bölümünün azınlık Yahudi nüfusa verilmek suretiyle gasp
edilerek işgalci İsrail’in BM kararıyla “devlet” olarak tanınmasından itibaren
başlamış değildir. Bütün bu cinayetler silsilesi, evveliyatı da olmakla
beraber, asıl 1917’de bölgenin İngilizler tarafından işgali ve dünyanın her yerinden
göç ettirilen Yahudilerin İngilizler himayesinde bölgeye, Filistin halkının
toprakları ellerinden alınmak suretiyle, yerleştirilmeye başlanmasından beri
devam eden vahim bir süreçtir.
Yani,
Filistin’in bir asrı aşkın tarihi, işgal, istismar, yıkım, gasp ve cinayetler
tarihidir. Bu maziyi bilmeyenler, bir halkın ruhunun derinliklerine petrol isi
gibi sinmiş derin acıları, kendi topraklarında mülteci yaşamak durumunda
bırakılmanın her saniye bin yerinden kırdığı gururu anlamak/kavramaktan uzak
olanlar, konfor alanlarından beylik nutuklar çekiyor ve Hamas’ın gerek meşru
taarruzuna, gerekse meşru müdafaasına bühtan ediyorlar.
Oysa Hamas
özelinde Filistin direnişi, bütün dünyaya iki şeyi çok sarih bir şekilde
gösteriyor. Birincisi, egemenlerin tahtlarının ne kadar çürük bir zeminde kurulmuşluğu
ve kurdukları küresel düzenin aslında bir “örümcek ağı[1]”
misali zayıf olduğudur. İkincisi ise, kendilerinin her türlü yokluğa rağmen
düşmanın “demir kubbesini” kevgire çevirmeyi başarmalarına mukabil, onca “İslam ülkesi”nin ordularına ve imkânlarına
rağmen, İsrail karşısında kahredici bir acziyetle kıvranmaktan başka ellerinden
bir şey gelmediği gerçeğidir. Aslında İsrail’in hem 2006’da Lübnan’da Hizbullah
karşısında yaşadığı hezimet hem de bugün bir avuç Hamas direnişçisi karşısında
yaşadığı hezimet, meselenin aslında bam teline vuruyor. Lakin duyabilen var mı,
bilemiyorum?
O bam telinin
bize söylediği şudur: Varlık sahipleri değil, azim ve inanç sahipleri güçlüdür.
Ölümden korkmayanlar, bütün zalimleri korkutma kudretini haizdir. Bir avuç
Filistinli direnişçi karşısında dünyanın en güçlü ordularından olduğu söylenen İsrail
ordusunun yaşadığı korku ve hezimet, bütün dünya egemenlerinin gemileri,
uçakları ve silahları ile bölgeleye gelmeleri bu gerçeğin en kati delilidir.
Terör örgütünün Filistinli savaşçılar yerine uçaklarla bebekleri, kadınları,
yaşlıları hülasa sivil ahaliyi hedef alması, onların ne denli korkak ve ne
kadar zayıf olduklarının en bariz göstergesidir.
Ancak soru şu
ki, bizler gücümüzün farkında mıyız?
Yukarıda
yazdıklarıma çok şey eklenebilir, bu meyanda birçok şey de yazılıp çizilmiştir.
Ancak ben meselenin farklı bir boyutunu nazarı dikkatlerinize arz etmek
istiyorum.
İsrail’in, son
aylarda, kan içici bir hilkat garibesi gibi sergilediği vahşet üzerine gelişen,
boykot tavrı ile ilgili birkaç kelam etmeyi lüzumlu görmekteyim.
Boykot tavrını
kesinlikle hafife almamakla beraber, boykot vasıtaları üzerine mutlaka akıl
yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Benzeri hadiselerde zaman zaman gündeme
gelen boykot meselesinin, bugün daha güçlü bir şekilde gündeme geldiğine şahit
olmaktayız. Bu çok önemli ancak bunu esaslı bir zemine oturtmaz ve esaslı bir
evsaf kazandırmaz isek, meselenin gündemden düşmesiyle sönüp gideceği
aşikârdır.
Mesela, “Coca
Cola ya da Starbucks” boykotuna girişirken, nasıl olup da bize ait olmayan,
bizim inanç ve değerlerimizle taban tabana zıt bir kültür ve medeniyetin
mahsulü olan mamulatın müşterileri haline geldik de bugün onları tüketmeme
hususunda irademizi sınamak durumunda kalıyoruz? Kendi gıdasını ve ihtiyaç
maddelerini kendisi üreten bir millet iken, hem de kapital birikimine engel
olan ve zanaatı büyük bir ahlak sistemiyle bütünleştiren Ahilik sistemine hayat
vermiş bir millet iken nasıl oluyor da topraklarımıza yerleşmiş küresel
endüstri ağalarının fabrikalarında mamul sözde gıdaların ve bilumum endüstri
ürünlerinin bağımlısı haline gelebildik?
Yapılması
gereken, meselenin sıcaklığı geçip unutuşun süpürgesi her hadiseyi gözleri,
gönülleri ve vicdanları rahatsız etmeyecek şekilde süpürene kadar, boykot
listeleri hazırlayarak ilginç boykot yöntemleri geliştirmekten önce, yeryüzünü
egemenler dışında herkes için bir cehenneme çeviren müstekbirlerin kültür ve
medeniyetinin gönüllü takipçileri nasıl olabildik, sorusuna cevap aramaktır? Üzerine
kafa yormamız gereken asıl mesele budur. Ne yazık ki aydınlarımızın, meseleleri
temelden kavrayacak ne derinlikleri ne de cesaretleri mevcut. Ancak gündelik
tesirler meydana getirecek söz ve fiiller peşinde olmak daha cazip geliyor.
Sözün özü şu
ki, boykot önemli bir güçtür. Hatta en tesirli silahlardan daha tesirlidir.
Ancak boykot edilmesi gereken, işgal ordularına maddi ve manevi destek veren
firmaların tek tek mamulleri değil, İslam Coğrafyasına paslı bir hançer gibi
İsrail’i bela eden egemenlerin kurduğu küresel iktisadi, içtimai ve kültürel
düzendir.
Ülkemiz de
dâhil olmak üzere, Küresel Finans Kapitale göbekten bağlı olmanın mutlak
zorunluluk olduğunu vehmeden ülkelerin, İsrail, ABD ve şürekâsının, bütün
insanlık ile alay edercesine işlenen cinayetlere nasıl sahip çıktıklarını görüp
sızlanmaktan/kıvranmaktan öte esaslı bir tavır ortaya koyamadıklarını
görmekteyiz. Elbette bu yapılan müspet bir takım işleri görmediğimiz anlamına
gelmiyor. Ancak onlar meseleyi çözmüyor.
O halde boykot
tavrımızın paradigması, küresel sömürü düzenine temelden tavır almak, onların
bize ve bütün insanlığa iki yüz yıldır adım adım dayattıkları değerler dizisini
(paradigmayı) kökünden reddetmek olmalıdır.
İşte o zaman
içinde bulunduğumuz kahreden acziyetten kurtulma yolunda ilk ve esaslı adımı
atmış oluruz. Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir.
Vesselam.
[1] Ankebut
41 : “Allah'tan
başka dost edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Hâlbuki
evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi.”