03 Ekim 2018

Bu millet, atlarını kaybetti!..

Tarihimize baktığımızda, atların Türkmenlerin hayatının ana merkezlerinde yer alan güçlü unsurlardan olduğunu görürüz. Ata binme becerilerini çocukluk yıllarında kazanmaya başlayan Türkmenler bu sayede hızlı ve güçlü bir savaşçı, aynı zamanda bozkırların hâkimi olarak birçok devletler kurabilmiş medeni bir kavim olduklarını göstermişlerdir. Atasözlerinde çok duyduğumuz, modernistlerin tahammülsüz eleştirilerine konu olan; “At, avrat, silah” üçlemesine baktığımızda atın Türkmen kültüründeki kıyas kabul etmez değerini daha iyi anlayabiliriz. Türkmen atlarının diğer cins atlardan bir üstünlüğü kalbinin güçlü olması sayesinde daha uzun süre koşabilme kabiliyetidir. Buna rağmen Türkmenler atlarını son enerjisine kadar koşturmazlardı. Kazanacaklarına inananlar bile birkaç yarıştan fazla yarışa sokarak atlarını yıpratmamışlardır. (Blocqueville, 2000: 60-70) Yüzyıllar boyu devam eden bu sevgi ve birliktelik, bugün Orta Asya Türk coğrafyasında önemini korumaya çalışmaktadır.

İslam dini ve tabii ki Peygamber Efendimizde (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu mübarek hayvanın öneminden bahsetmişlerdir: “Atın alnına hayır bağlanmıştır. (Bu hayır), sevap ve ganimettir. Bu hal kıyamete kadar bakidir.” (Buhari, Cihad, 43, 44)

Atın kültürümüzde ve dinimizde ki büyük önemine rağmen ülkemizde ve toplumsal hayatımızda artık atın özel bir değeri yok gibidir. Hem fiili olarak hem de öğreti olarak bu güzel hayvanın önemini nesillere aktaramıyoruz.

Ata binmek spor olmanın da ötesinde bir yaşam şekli iken, biz biniciliği bir ata sporu olarak bile yaşatamıyoruz. Ülkemizde lisanslı olarak bilardoda 23059, bowlingte 15725, briçde 11487, golfta bile 6578 sporcu bulunmasına rağmen binicilikte sadece 4154 sporcu mevcuttur. (TÜİK, 2014)

Kültürde, edebiyatta hatta tarih derslerinde bile ecdadımızın hayatındaki at, silik bir obje olarak geçiştirilivermektedir.

Bugün, bu asil hayvanlar sadece üzerinden “para kazanmak” için yarıştırılarak kumar oynanan ve yalnızca “servet” olarak algılanan kapital objelere indirgenmişlerdir.

Bu konuda, “Dün attı bugün araba işte… Ne var bunda?” diyerek, bu derin ilgisizliği modernleşmenin doğal bir tezahürü olarak mı düşüneceğiz?!..

Ben, bu yok oluşun, planlı bir sürecin üzücü sonucu olduğuna inanıyorum. Birçoğumuzun bilmediği acı bir gerçekten bahsedeyim. 1947- 1948 yıllarında at vebası bahane edilerek büyük bir kıyım yapılmıştır. Bu kıyımın sonucunda ordumuzun yakın tarihimizin savaşlarında büyük başarılar gösteren süvari birlikleri bile zaman içinde lağv ettirilmiştir. “Eee veba salgını olmuş, kalkmış… Ne var bunda?!” diyenler olabilir.

Şu bir gerçek ki aynı veba salgını diğer ülkelerde olmamıştır. 2.dünya savaşında birçok ordunun süvari birliklerin motorize birlikleri yapamadıkları askeri başarılar gerçekleştirmişlerdir. Bugün dahi İngiltere, Fransa, Amerika başta olmak üzere süvari birlikleri ordularda etkin bir şekilde kullanılmaya devam etmektedir. Bu büyük stratejik hatanın giderilerek ordumuz tarafından süvari birliklerinin yeniden kurulması elzem bir gelişme olacaktır.

At kıyımı konusu sadece milli güvenlik meselesi de değildir Konu daha da önemli ve derindir. Atların hayatımızdaki yeri, modernleşmenin ve sömürebilir hale getirmenin önündeki en büyük engellerden biriydi.

Çünkü atın nalı, yuları, başlığı, eyeri, arabası, yemi derken ekonomide önemli bir değer oluşturuyordu. Dışa bağımlı olmayan tamamen yerli bir ekonomiydi. Enerji kaynaklarındaki ve petroldeki krizlerden etkilenmeyen güçlü bir ekonomi.

Ayrıca atlar, aileden biri gibiydi. Onun özel bakımı, ilgisi ve sevgisi vardı. Evlerin bitişiğinde ahırları olurdu. İlgi isterlerdi, konuşmak, gezdirmek gerekiyordu. Atı olan aileler kentlere asla gelmek istemeyeceklerdi. Bu sebeplerle, insanları kentlere sürükleyerek sanayi işçisi yapmak ve apartmanlara istif ederek modernleştirme sürecini başlatıp robotlaştırmak isteyen global şeytanilerin, atlardan kurtulması gerekiyordu.

Ulaşım ihtiyacı içinde atlar, bağımlı hale getirmeyen, dağ taş demeden özgür parkurlar sunan vazgeçilmez bir binektirler. Cinayetlerden daha fazla ölümlerin olduğu trafik kazaları yapmazlar. Çevreyi kirletmezler. Trafik yoğunluğuna sebep olmazlar. Şehirlerin kapladığı alanın iki katına ulaşan otoyollar gibi tarım alanlarının işgalini gerektirmezler. Bu sebeple dünya ekonomisinde yüzde 4 olan tarım sektörünü geçerek yüzde 5'lik büyümeyi yakalamış olan otomotiv sektörünün atları bir rakip olarak görmesi normaldir.

Böylece dünyayı global bir pazara dönüştürmek ve insanları kentlere hapsederek ruhsuzlaştırmak, maddeciliği ve haz kültürünü yerleştirmek isteyen günümüzün firavunları ve nemrutları, atları hayatımızdan çıkarmayı başardılar.

Yüzyıllar boyu en iyi dostumuz olan atlar bizi sadece taşımıyor, aynı zamanda bu fitnelerden koruyordu.

Allah iradelerimize tekrar sahip olarak güzel hayatlarımızı geri kazanabilmeyi nasip etsin. Âmin.