Bu reçeteye hastayım
-Patlıcan kebabı, patlıcan dolması değildir-
Şehr-i
Tarsus’ta dostumuz Kebabçı Ökkeş ustayla mekanında sohbet ediyoruz.
Söz
dönüp dolaşıp, kebap kokulu hatıralara geliyor. Ökkeş usta öyle bir hatıra
anlatıyor ki gel de yazma.
Söz
Ökkeş Usta’nın ‘’Bir gün dükkana iki genç gelip, benden patlıcan kebabı
istediler. Yemeklerini bitirmeden şöyle
bir yorum yazmışlar : Yanmış patlıcanı
patlıcan kebabı diye satıyorlar. Gençlerin yanına gidip onlara şöyle dedim:
‘’Gençler! siz müşterisiniz, her türlü yorumu yazmakta serbestsiniz. Fakat
sizden bir istirhamım var. Şu patlıcan kebabının neresi yanmış bana bir
gösterin hele. Gördüğüm manzara karşısında gözlerime inanamadım. Bu vakte kadar
ömürlerinde hiç patlıcan kebabı yememiş olan gençler, patlıcan kebabını
patlıcan dolması gibi yemeye kalkmışlar. Ustalık biraz da öğretmenliktir deyip,
onlara patlıcan kebabı yemenin püf noktalarını uygulamalı olarak gösterdim.
Lezzete hayran kaldılar. Tabi durumları da değişti yorumları da’’
-Bu
reçeteye hastayım-
Tarsus’ta
iş insanı olması okuma ve yazmasına engel olmayan sevgili Remzi Karabulut
ağabey ile FKM’de oturmuş, hasbihal ediyoruz. Birbirimize
küçük öyküler anlatıyoruz. İşte Remzi Karabulut ağabeyin Tarsus usulü
kahve yanında ikram ettiği o küçük öykülerden biri
‘’Başım
Ağrıyordu doktora gittim. Sabah, öğle,akşam için birer öykü verdi. Banyodan
sonra vücuduma sürmek için sözcük özlü krem önerdi. Bir de okurken sürekli not
almamı istedi. Üç güne kadar geçmezse rahatsızlığım, bu kez başka bir reçete yazacakmış, uzun öykü, roman falan’’
Sizi
bilmem lakin bendeniz bu reçete için
ömür boyu hasta olmaya razıyım.
-Yetersiz
bakiye-
Varlık
ve bahtiyarlık sebebim muhterem anneciğimi ziyaret niyetiyle Tarsus Devlet Hastanesi yoğun bakım
ünitesindeyim. Hastaların kimi inliyor, kimi
ağlıyor, kimi de inleyenleri dinliyor. Doktoruyla, hastasıyla, hemşiresiyle,
ziyaretçisiyle herkes şu gerçeği
iliklerine kadar hissederek anlıyor: ‘’İnsan denen faniye dünya yetersiz
bakiye’’
-Yaratan
var yalnızlık yok-
Aydıncık
-Gülnar yolunun tam ortasında kartpostallık bir mağara var. O mağaranın tam 35
yıllık bir sakini var. Mustafa Öztürk… evet yanlış okumadınız. Mustafa amca tam
35 yıldır mağarada yaşıyor. Kendisine uğrayanları bir müşteri gibi değil, misafir
gibi karşılıyor. Günün her saatinde taze çay, TRT Nağme’den türküler ve
doyumsuz bir gönül sohbeti.
Kendisine
sordum; Haydi gündüzleri neyse, geceleri kokmuyor musunuz? Yalnızlık
hissetmiyor musunuz?
Benim
bu sualimi kendinden emin bir eda ile tek cümleyle cevapladı: ‘’Yaratan var
yalnızlık yok’’
-Küçüğü
de sizde büyüğü de sizde –
Aydıncık
Müftülüğü’nde Konya’nın ilmi
çalışmalarıyla bilinen simalarından
Mesut Karaköse hoca ile oturmuş muhabbet ediyoruz.
Söz
Konya’nın meşhur hocalarından açılıyor.
Mesut
hoca bir Abdullah Büyük hocadan bir Ali Küçük
hoca’dan bahsediyor. Sözün tam burasında hocaya dönüp, şöyle diyorum:
Maşalllah Hocam, hocaların büyüğü de Konya’da küçüğü de Konya’da’’
-Eşini
dövmeyi nasıl bıraktı-
Aydıncık
müftüsü sevgili Süleyman Turul Hoca’nın nazik davetine icabet ederek, memleketimdeki
gönül doktorlarına hitap etmek üzere misafir konuşmacı olarak aylık mutad
personel toplantısına katıldım. Orada konuştuklarım ayrı bir yazının konusu.
Toplantıda benden sonra Silifke Kadına Şiddeti Önleme Merkezi’nden gelen bir heyet Din
görevlilerine Kadına Şiddet konusuna dair faydalı ve etraflı sunumlar
gerçekleştirdiler. Son konuşmacı Silifkeli sosyolog bir hanımefendiydi. Konuşması esnasında öyle bir hatıra aktardı
ki;üzerinde ne kadar tefekkür edilse azdır.
‘’Halk
Eğitim Merkezinde bir seminer için
Aydıncık’taydım. Seminer sonrasında Aydıncıklı bir teyze söz alıp, vaaz ve irşadın önemiyle ilgili
başından geçen bir olayı anlattı:
‘’
Benim eşim aşırı alkolik biriydi. Ondan yıllarca her gün dayak yedim. Bir Cuma gününden sonra
beni hiç dövmez, azarlamaz oldu. Sebebini merak edip, sordum.
Bana
dedi ki, hatun Cuma hutbesinde imam dedi ki aziz cemaat! Kadınlar size Allah’ın
emanetidir. Onları üzmeyin, kırmayın, incitmeyin. Sen bana Allah’ın
emanetiymişsin. İnsan emanete ihanet
eder mi?’’