10 Mart 2017

Bürokratları niçin öldürmeliyiz…

‘Dünya gözüyle Türkiye'de en çok neyin değiştiğini görmek istersiniz' diye sorulsa hiç ikiletmeden ‘bürokrasi' derim.

Biliyorum ki bu Cumhurbaşkanı Erdoğan içinde öyle.

Eminim kendileri de Anayasa değişikliğini en çok kendi ekibini dahi bozup, kendine benzeten klasik bürokratik anlayışın tarihin çöplüğüne iteklenmesi için istiyordur.

Çünkü biliyoruz ki devrimci bir liderin ve ekibinin en büyük rakibi bürokratik oligarşi denilen garabetliktir.

Biliyoruz ki seçilmişler için başarının yegâne yolu atanmışların oligarşisini mağlup etmekten geçer.

Biliyoruz ki klasik bürokrasiye terk edilmiş bir devlet, hayatı ‘bugün git yarın gel' kısırlığı içinde körelten bir ömür törpüsüne dönüşür.

Tıpkı futbolda olduğu gibi sahada boş top çevirmenin adıdır klasik bürokrasi.

Ya da Türkiye'nin en reformcu siyasetçisine dahi 'Peki yüzde yüz başarılı oldunuz mu?' sorusuna ‘Hayır olamadık' cevabını verdiren cenderedir.

Atılacak her yeni adıma direnen, kurnaz bir tilki edasıyla goygoyculuğuna soyunduğu siyasi yönetimin açığını kollayandır da.

Siyasi iktidarların güçsüzlüğü ve çaresizliğini gördüğü anda iktidarın kendi hakkı olduğuna inanacak kadar kendini beğenmiş bir zorbalığı bile saklar içinde.

İtiraf etmeli ki bürokrasiyle savaşmak ve onu dize getirmek kolay değildir.

Türkiye'de kemikleşmiş bürokrasiyle mücadele etmeyi istemiş fakat bunu kısmen başarabilmiş tek lider Cumhurbaşkanı Erdoğan'dır.

Gelmiş geçmiş diğer liderler çokça kendi zafiyetlerinden dolayı devlet kademelerine çöreklenmiş klasik bürokratların çarklarında adeta buğday misali öğütülmüşlerdir.

Türkiye'de bürokrasi siyaseti her daim parmağının ucunda döndürüp durmayı marifet bilmiştir. Öyle ki halkın her aksaklığın ve yerinde saymanın sebebi olarak siyaset kurumunu görme düşüncesi bürokrasinin yönlendirmesiyle oluşmuştur.

Elde etmek için her türlü numarayı yaptığı makamlara 30 yıl çöreklenmesine aldırış etmeden kapalı kapılar ardında sürekli 94 yılda 65 kere hükümet kurmak zorunda kalan siyaseti alaya alıp, onu beceriksizlikle suçlamıştır çünkü.  

Sonuçta bir seçimle gelip, diğeriyle kolayca gidebilen siyaset kurumunu kötülerken bütün başarısızlığa neden olanın kendisi olduğu gerçeğini de kolayca gözlerden kaçırmayı bilmiştir.

Oysa ‘ne yapmışlar ki?' diye suçladığımız her siyasetçinin başarısızlığının ardında, dönüp bakılsa mutlaka işini hakkıyla yapmayan, yapılmak istenene direnen bürokrasi çıkar.

Çünkü bencildir bürokrasi. Kendi koltuğunu memleketteki her şeyden önemli görür. Makama endekslenmiş takıntısı yüzünden kaypaktır, tiyatrocudur. Yeni ve dinamik olan her şeye kafadan karşı olması nedeniyle gericidir, feodaldir, tutucudur.

Makamında misafir karşılamasından, bir yeri ziyaret etmesine kadar her şeyi eskidir, iticidir, hamdır, yapaydır, sıkıcıdır ve kibir doludur.

Egolu ve komplekslidir klasik bürokrasi. Kör ve sakat kuralları olmadan yaşayamaz. Emrindeki insanları iş yapma performanslarına göre değil kendi etrafında dönüp, görmemişlikleriyle beslenen kibirlerini okşamalarına göre değerlendirir.

Kaynakların doğru kullanımından bihaberdirler. İşleri bilerek ve isteyerek geciktirirler çünkü verimsizliğin ortasında iş yapıldığı imajının işin çok zaman alması ile verileceği gibi bir garipliğe inanırlar.

Kendileri için istediklerinin dışında vatandaşın hiçbir işi kolay olmaz, mutlak zorluk çıkarılır ve zaman alır.

Türkiye'nin en icraatçı liderinin ‘Benim en büyük rakibim bürokratik oligarşidir' demesinin sebebi zamanın ruhuna uymayan bıktırıcı karakterlerle bezenmiş bürokrasinin varlığındandır.