Çanakkale Nedir yahut Mehmet Akif'ten Nurettin Topçu'ya Şu Boğaz Harbi!
Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek…Bu neslin bilinç kaynağı olarak şu Boğaz Harbi nedir?
İstiklal Marşımızın yazılmasının
sene-yi devriyesinden mazi ile müstakbel arasında tarih bize kendimizi
düşündürmelidir. Nereden geldik, ne olduk ve nereye gidiyoruz? İşte bu suallere
cevaplarımız mensubiyet ve mesuliyetimizle yakından alakalıdır;
milliyetçiliğimiz de tam bu noktada teşekkül eder. Nurettin Topçu bu meyanda “Milliyetçilik, Peygamber duasına mazhar olan
Sultan Fâtih’in bıraktığı muhteşem mirastır. Bu miras içinde Mehmed Âkif de
var. Bu milliyetçiliğin miracı ise göklere, Çanakkale’nin toprağına gömülen
gövdelerden yükselen îmandır. İstiklâl Savaşını başaran da bu îmandır.”,
tespitleriyle Akif’ten peygambere kadar bir bağ içinde Çanakkale, Akif ve
İstiklal Savaşını birleştirerek bir şuur yolu çizer. Aslında müşterek değer
zeminindeki öz söz ile ete kemiğe bürünür. Milliyetçiliğimizin miracı
Çanakkale’yi bu bilinçle düşünerek her 18 Mart’ta tecdid-i iman eyliyor muyuz?
Nurettin Topçu Çanakkale’yi Niçin Seçiyoruz?/Çanakkale (Büyük
Fetih) başlıklı yazısında “Çanakkale
Türk’ün, en Allah’a yaklaştırıcı şehâdetle Ölmesini bildiği yerlerden biridir;
Türk iradesinin ölümü yendiği zirvelerden biri olmuştur. Türk-lslâm
kalesini yıkmak emeliyle, yedi asır üzerimize saldıran Haçlılar, hep Rumeli
topraklarından geldiler. Orhan Bey den sonra ecdadımız, bu Haçlıları Rumeli’de
durdurmak için, Belgrat, Viyana kapılarında altı asır Türk kanı döktü. Nihayet
Türklüğün demir kapısının Belgrat veya İşkodra da olmadığı anlaşıldı. I. Cihan
Harbi, Türklüğün demir kilidinin Çanakkale olduğunu öğretti. Bundan sonra,
millî vatanımızın bir ucunda Kars kalesi, şimal barbarlarının mezarı, öbür
ucunda Çanakkale, garb barbarlığının boğulduğu yer olacaktı.”, diyerek vatanın
sınırlarını tarihimizle çizer. Nurettin Topçu 1952’de yazdığı bu konuşma
metninden oluşan yazısında hem vatanın sınırlarını çizmekte hem de Çanakkale
içerisinden Türk tarihine bakarak bir şuur hattı oluşturmaktadır. Vatanın
sınırlarını sadece çizgiler değil milli tarihin şuurlu hatları da belirliyor.
Burada cihan devletinden milli devlete döndüğümüz devrenin köşe taşı olarak
tarihin ve vatanın merkezinde görünür Çanakkale: “Malazgirt’ten Çanakkale’ye kadar Türk kızılelmaları, Bizans’tan sonra
hep Rumeli’nin üzerinden uçuyor; Belgrat, Budin, Viyana, Roma, Ren şehirleri ve
Paris burçlarına düşüyordu. Çanakkale, imparatorluk dâvasına son verdiğimiz devirde,
millî vatanımızın bir sınır burcu oldu. XX. asrın milliyet dâvasında alacağı
yeri Anadolu çocuğunu gösteren işaret, Çanakkale’deki mehmetçiğin mezarıdır. Bu
mezar, haritamızı çizen kalemin kefendeki al mürekkebe batırıldığı başlangıç
noktasıdır. “ Mehmetçik Çanakkale’de bir zafer burcu olarak işte
vatanın bu maddi ve manevi sınırlarını kanıyla çizendir. Nihayet Çanakkale
büyük tarihinin hasılasının toplandığı bir yerdir: “Mehmetçik! Anadolu çocuğunun harpte aldığı ve Peygamber’inin adına
redif olan bu büyük isim, bu harbin askerinin, kumandanının, hükümdarının
ismidir, Malazgirt’te Alparslan, Haçlıları kıran Kılıçlarslan ve İngiliz
Haçlıları önünde geçilmez sed olan Salâhaddin-i Eyyübî; Kosova’da Sultan Murat,
Niğbolu’da Yıldırım Gazi; İstanbul kapılarında Fatih Sultan Mehmed, Çaldıran
’da Yavuz Selim, Plevne’de Gazi Osman ne idiyse Çanakkale’de Mehmetçik odur. “
Tarih şuuru burada tevhid ederek zamanlar ve mekânlar içinde gelip geçen bütün
şahsiyetler, olaylar birlik içinde bilincimizde biz olurlar. Bu bilinç ile
Çanakkale okunduğunda boğaz harbi münferit bir cephe olmaktan çıkarak bütün bir
tarih, vatan, millet olur. Mehmetçik ve kahraman ordumuz bu meyanda vatan,
millet ve tarih olur. Haçlı sembolizmine giren ve girecek ne varsa bu mazinin
yüklediği mesuliyet, mensubiyet ve müstakbel şuurunda birleşerek bir şahsiyeti
inşa ederler. Merhum Topçu’nun konuştuğu bu satırların ardından Mehmet Akif: Sen ki, son ehl-i
salîbin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i, Kılıç Arslan
gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O
demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmı
adın; Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar,
seni almaz bu cihât... Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, Sana âgûşunu
açmış duruyor Peygamber, mısralarıyla aynı esastan konuşur gibi değil midir? Nurettin Topçu, Mehmet Akif ve
Türk tarihinin tamamı sanki omuz omuza değil midir? Kültürümüzün/töremizin
derin özünden modern asırlarda değerlerin tezahürü bu iki şahsiyet bize olanın
olacağına dair bir ümit sunuyorlar.
Nihayet Nurettin Topçu sorar: “Çanakkale’nin en büyük mânası, işte bu
sonuncuda toplanıyor. Zira Çanakkale, Alparslan’dan Mehmet Akif’e kadar, kimi
kılıciyle, kimi feryâdiyle savaşan kahramanların ruhlarının birleştiği yerdir.
Biz bu ruhun vârisleriyiz. Bu mirası muhafaza edebildik mi?” Ruhlarımız 21.
Yüzyılda nerede, nasıl birleşiyor? Türkistanlılık işte bu birleşen ruhların
gelecek çağrısıdır. Medeniyetçi milliyetçilik yıkıntılar arasından hazinemizi
keşf ile bilgi, sanat ve ahlak yoluyla yeni bir medeniyeti var etme iradesi
olarak Türkistanlılara bir şeyler söylemez mi? Bu ruh, ruh çağırma seansıyla,
ezoterik efendilerin kerametiyle değil tarihe doğru bakmak yoluyla yeniden hayata
dönecektir. Akif’in çiğnetmeyecek
dediği mana da müstakbel olarak burada zuhur edecektir. İnşallah…
Vesselam