04 Ocak 2023

ÇARESİZLİK

“Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;

Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı.

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lal…”

                                                      

Çanakkale saldırısı, İstanbul ve Bursa’nın işgali üzerine yurdun orantısız bir güçle ele geçirilmesi nedeniyle şairimiz; Mehmet Akif Ersoy, memleketin içine düştüğü bu kimsesiz ve çaresizliğe çok üzülür; bunalır ve ruhu sıkılır. Bu sıkıntıyı hafifletmek için şehir dışına; kimsenin olmadığı sessiz bir vadide yürüyüşe çıkar.  Akşam olunca vadinin her tarafı kararır ve bu karanlığı aydınlatacak ne bir ışık ne gelen giden; ne de bir ses var; bütün varlık alemi sessiz, lal olur... Şair, bu durum karşısında kendini tutamaz ve ”Kimse yok mu, nerede bu insanlar, hani dostlar, sevgililer, neredeler; bütün her yer yokluk mu? Bari ”Yok! “ der, bir sada yok mu?” diyerek feryat eder.

 

         “Ki vadiden bütün, yer yer eninler çağlayıp durdu.

         Ne muhrik nağmeler, ya Rab, ne mevca mevc demlerdi:

         Ağaçlar, taşlar ürpermişti, güya Sur-u Mahşerdi!”

 

Bundan sonra sözü şairimize verelim: “Bu sessizlik ortamında benim duygu dünyamda fırtına ve tipi vardı. Bana göre o anda vadinin içinde inleme, acı acı feryatlar, imdat sesleri dalgalar halinde çağlayıp uğulduyordu. Öyle ki ağaçlar ve  taşlar bile ürpermişti bu seslerden. O anda mahşerin suru çalınıyor gibi geldi bana!”

 

”Ya Rab bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?

Mahşerde mi yoksa biçarelerin felahı?”

 

“Bu müthiş duygu selinin önünde set olmaya çalışırken Hz. Musa’nın (a.s) kimsesiz, yardımsız, aç ve yorgun olmasına rağmen zorbalar izin vermediği için güçsüzlerin susuz bekleyen koyunlarını suladığı  ve bir ağacın altına gölgede oturup kimsesizliğine, garipliğine yanıp derdini Sonsuz Acıma Sahibi’ne arz ederek yardım istediği ve yıldırım hızıyla ona yardımın yetiştiği aklıma geldi; ben de Evrenin Sahibi’ne ellerimi açtım ve yalvardım!”

 

“Ki vadiden bütün, yer yer eninler çağlayıp durdu.

         Ne muhrik nağmeler, ya Rab, ne mevca mevc demlerdi:

Ağaçlar, taşlar ürpermişti, güya Sur-u Mahşerdi!”

 

“Bu sırada duygu dünyam o kadar alt üst olmuştu ki... Aman Allah’ım, nasıl bir ortamdı! Vadinin her tarafı inleme, acı acı feryat ve imdat sesleriyle dolup taşmış ve uğultular, acı bağırışlar ve çağırışlarla inliyordu. O denli ki ağaçlar ve taşlar ürperdiği için mahşer suruna üfleniyor gibi geldi bana!”

 

“Eşin var, aşiyanın var, baharın var ki beklerdin;

Kıyametler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?”

 

“Bülbül! Senin arkadaşların var, yuvan var; güzelim bahar günlerinde oradan buraya ümitle uçup eğleniyorsun! Sana ne oluyor ki bu kadar bağırıp çağırıyorsun, feryat ediyorsun! Benim derdimin yanında seninki de dert mi?”

 

“O zümrüt tahta kondun, bir semavi saltanat kurdun;

Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.”

 

“Senin yurt edindiğin yer yemyeşil ağaçların dalları üzerinde ve yemyeşil yaprakları arasında kimsenin yetişemeyeceği yükseklikte göksel bir krallık kurmuşsun! Senin yurdun kimsenin yetişemeyeceği kadar yükseklerde olduğu için bütün dünyadaki yurtlar çiğnense bile senin yurdun çiğnenmez!”

 

“Bu gün bir yemyeşil vadi, yarın bir kıpkızıl gülşen,

Gezersin, hanümanın şen, için şen, kainatın şen.”

 

“Bugün yemyeşil bir vadide keyif çatıyorsun, dünya yıkılsa umurunda değil! Çünkü burayı beğenmezsen canın istediğinde kırmızı güllerle süslenmiş gül bahçesine uçarsın! Özgürce istediğin yere gidebildiğin için evin, barkın, dünyan neşeyle doludur.”

 

”Neden öyleyse matemlerle eyyamın perişandır?

Niçin bir damlacık göğsünde bir umman huruşandır?”

 

O zaman sen niçin yas tutuyor ve yaşamını darmadağın edip kendine zehir ediyorsun? Nedendir küçücük, bir damlacık olan göğsünde koskoca bir okyanus coşuyor ve dalgalanmalarla  fırtınalar kopuyor?

 

“Hayır, matem senin hakkın değil… Matem benim hakkım.”

  

 “O zaman, kendi durumumu, bülbülün durumuyla karşılaştırdım. Düşündüm ki bülbül bana haksızlık ediyor. Bülbüle şöyle sitemde bulundum ve dedim ki: Matem benim hakkımdır, senin matem tutacak bir durumun yok ki... Matem tutacak biri varsa -ki vardır- o da benim!”

 

“Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez afakım!

Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda;

Bugün bir hanumansız serseriyim öz diyarımda!”

 

“Bunun üzerine bülbül: “Matem neden senin hakkın oluyormuş? Dayanağın nedir?” diye sordu bana. Ben de: “Yüzyıllardır gün yüzü görmüş değil yurdumun ufukları! Beni avutacak ve sevindirecek bir olumlu olay olmadı! Hep yenilgi, yıkılış, perişanlık ortalığı kasıp kavurdu. Baharda  güzel günler beklerken sonbahardaki gibi yokluk ve kayıplar gördüm! Öyle bir duruma geldim ki öz yurdumda; evsiz barksız, başıboş olarak ortalıkta dolaşıyorum!” diyerek haklı olduğumu kanıtladım.”

 

“Aynı yıllarda şairi üzen bir başka üzüntü kaynağı Çanakkale Savaşları’nda şehit düşen kahramanlarımızdır. Şair: “Şehitlerimizin bu özverilerine karşılık, ne yaparsak yapalım; onların değerini bilmiş olmayız.” diyerek duygu seline devam ediyor: “Sen, Müslümanların göz nurusun! İslam dünyasının göz bebeği, övünç kaynağısın! Batı karşısında arı ve "Tek Allah” inancının üstünlüğünü gerçekleştirdin!”

 

“Gömelim gel seni tarihe, desem sığmazsın!”

 

“Senden sonra seni anmak için; tarih kitaplarına destanını yazsam; darmadağın ettiğin o devirleri anlatacak tarih kitaplarının sayfaları yetmez! Bu yaptığın özverilere karşılık bari olağanüstü güzellikte bir mezar yapalım ki sana karşı utanacak duruma düşmeyelim! Dur bakalım, aklıma şöyle bir düşünce geldi: Sana, üstü açık bir türbe ve bu türbene mor bulutları tavan yapsam; yedi ışıklı Süreyya Yıldızı’nı da bu tavana avize olarak assam; sen bu avizenin altında kanına bürünmüş bir durumda yatıyorken; gece ay aydınlığını getirip mezarını aydınlatsam; mezar bekçisi gibi tan yeri ağarıncaya kadar bekletsem; gündüz olunca da güneşin aydınlığı ile avizeni daha güçlü ve parlak ışıklarla doldursam; akşam olunca da batı ufkunda beliren tatlı gök beyazlığından elde ettiğim nazik kuş tüyü tülle acılarının dinmesi için yaranı pansuman yapıp sarsam; yine de değerli hatırana hiçbir şey yapmış sayılmam!

 

“Çünkü sen, özelde en son Çanakkale’ye; genelde de bütün İslam coğrafyasının üzerine çullanmış Haçlı Batı dünyasının gücünü kırarak doğu uygarlığının en çok sevilenyöneticisi Selahaddin-i Eyyubi’yi tıpkı deden Kılıçaslan gibi gücüne hayran bıraktın!”

 WhatsApp Image 2023-01-03 at 14.39.17.jpeg

“Çünkü sen, özveriyle İslam’ı boğmaya çalışan demirden çemberi göğsünde kırıp parçaladın!  Sen benden maddiyat istemediğin halde; ben aklım sıra seni maddi ödüllerle ödüllendirmek istiyorum. Galiba yanlış yapıyorum! Olsa olsa seni ancak sonsuzluk içine alabilir. Yani seni ancak o güzelim cennet konuk edebilir. Senin gibi değerli konuklar bu kadar değerli bir mekanda ancak ağırlanabilir. Mezarının baş tarafına mezar taşın olarak Ka’beyi diksem… O değerli mezar taşının üzerine içime doğan duygularımı yazsam… Sonra da gök kubbeyi örtü diye kanayan mezarının üstüne bütün yıldızlarıyla beraber çeksem… Seni, yüzyılların arasına gömmeye çalışsam, sığmayıp tıpkı kaynamakta olan suyun fokurdayarak bir türlü zapt edilemediği gibi taşacaksın!”

 

“Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.”

 

“Ey şehit oğlu şehit! Benden mezar falan isteme, senin değerine uygun olan, Allah Resulü’nün seninle musafaha yapıp kutlamak için cennette seni beklemesidir! Benden daha nasıl bir ödül istiyorsun?”