27 Ocak 2017

Çatal dille iğfal

Kitlelerin zihnini sinsice zehirlemek için kullanılan en elverişli metot çatal bir dil kullanmaktır.  Küresel yahudi sermayesine ait medyanın ve yerel görünümlü uzantılarının insiyaki lisanları bu çatal dildir.  Maksat daha önce dolaşıma sokulmuş bir yalanı ve propagandayı açıktan temas etmeden sonuçları itibariyle onaylamak, tekrarlamak ve çoğaltmaktır. Hayatın akışı içinde karşılaşılan küçük, sıradan masum şeylerden bahsediyor gibi görünürken bile aslında yapılan iş, alttan alta büyük yalanların ve operasyonel kara propagandanın ateşine odun taşımak ve alevleri harlamaktır. Bu söz ve yazılar, açıklama veya kanıt istenildiğinde kastı ve îması evrilip çevrilecek birer jöle kıvamındadırlar.  Anlam katı değildir. İddialara ilişkin somut veriler yoktur. Vakıa üzerinden muhakeme yapılmaz. Hisler, soyut vehimler, içi bomboş ve tamtakır iddialar, özellikle,  büyük yalanı çağrıştırmasına dikkat edilerek ardı arkası gelmeyecek şekilde farklı vechelerden tekrar tekrar dillendirilir.

Batılı mahfillerin, medya, istihbarat teşkilatları ve sızmaya yarayan distribütör kuruluşları eliyle Türkiye üzerine yapıştırıp diri tutmak istedikleri iki adet hezeyanik algı var. Kaybolan özgürlükler(!)  varsayımı üzerinden diktatörlükle yönetilme ve IŞİD üzerinden teröre destek veren hükümet/ ülke olma yaftaları. Hakikatin tamı tamına zıttı olan bu iddiaları dillendiren unsurların, savlarını destekleyen tek bir delil hatta emare gösteremiyor olmaları onları yavaşlatmıyor, vazgeçirmiyor. Her fırsatta ve arsızca toplumsal hafızaya bu sanrıları pekiştirecek çentikler atmaya devam ediyorlar.

Bakın, Ahmet Hakan'ın 26 Ocak 2017 Tarih'li yazısından bir alıntı yapalım;  Meltem Cumbul'un kendisini hayli tekinsiz, hayli güvensiz ve hayli kırılgan bir atmosferin kollarına bırakarak “HAYIR” demesi, Arda'ların, Rıdvan'ların, Murat Boz'ların sonsuz güven, sonsuz huzur ve sonsuz rahat bir atmosferin kollarında “EVET” demelerinden bin kat daha cesur bir harekettir.

Sizce bu ifadeler bize ne söylüyor? Okuyanın zihnine hangi çağrışımlar yükleniyor? Hayli tekinsiz, hayli güvensiz ve hayli kırılgan atmosferi hissedenler, referandumda “hayır” diyenler! Buna mukabil “evet” diyenler “sonsuz güven” “sonsuz huzur” sonsuz rahat bir atmosferin kollarında! Burada bize biri neden bahsedildiğini açıklayabilir mi? İçine bu denli yoğun itham ve iftira sıkıştırılmış, alabildiğine zehirli, alabildiğine karanlık bu çatal dilin altında gizlenen dişleri ve taşıdığı tehdidi fark eden bir yargımız yok mu? Cemiyetimize, milletimize yönelik psikolojik saldırılar tertip etmek bu kadar kolay olmamalı.

Bir ülkede mezkûr ismin tarif ettiği gibi bir ortam mevcutsa kim orada adil ve güvenli bir referandum yahut seçim yapılabileceğini düşünebilir? Şayet böyle bir istibdat atmosferi mevcutsa,  müsebbibi olan bir diktatör, bir tiran da olmalıdır elbette!

(İronik şekilde “sevgili CHP” diye başlıyor bahsettiğimiz yazı. Evet, iktidara gelmelerinden bir gün sonra kendilerine muhalif olan tüm yayın organlarına el koyacaklarını genel sekreterleri diliyle pekiştirerek deklare etmiş bir parti var bu ülkede. Seçilmiş cumhurbaşkanını kundaktaki torunu da dahil ailesinin bütün fertleriyle birlikte öldürmek isteyen ve meclisi uçaklarla bombalayan hainlerin kontrolündeki havaalanından, VIP salonunu kullanarak ve elini kolunu sallayarak geçen bir genel başkana da sahipler üstelik.)

                                                    PTT üzerinden hukuk ifsadı meselesi

Bir süre önce PTT üzerinden dağıtılan tebligatlarla ilgili olarak bir uyarıda bulunmuş ve taraflardan birinin PTT çalışanı yahut yakını olması durumunda sakil bir “dayanışma” ile tebligatın adrese ulaştırılmadan doğrudan muhtarlığa götürülebildiği, buna rağmen alıcının imzadan, bütün komşularınınsa isim vermekten imtina ettiği şeklinde yanıltıcı evrak düzenlenebildiğini yazmıştık. Böylece diğer tarafın tebligattan haberi olmadan yasal itiraz süresi geçiyor, yargı yanıltılıyor ve dava mahkemeden kaçırılarak diğer taraf mağdur ediliyordu. Konuyla ilgili olarak PTT'nin basın müşaviri Ümit Yeşildağ ve posta dairesi başkanı Mehmet Orhon Bey'ler telefonla arayarak bilgi verdiler. İlgi, zarafet, hassasiyet ve nazik davetleri için teşekkür ediyor, yapılan açıklamadan şunu anlıyorum; tebligat aslında size hiç ulaştırılmasa bile dağıtıcının, adrese geldiğini, sizi bulamadığını ve komşuların isim vermekten imtina ettiğini ifade eden bir evrak düzenlemesi hâlinde PTT'nin çalıştırabileceği bir tespit ve denetim mekanizması yok.  Barkot numarası üzerinden incelenen örnekleme vakıada evrak üzerinde komşu olduğunu söyleyen ama isim vermeyen bir kişiyle görüşüldüğü iddiası yeterli görünüyor. İsim olmadığı gibi, komşunun hangi dairede oturduğuna ilişkin bir bilginin verilmiyor olması da sorun edilmiyor. Dağıtıcı için yüzleşme riski böylece izale edilmiş oluyor. Görevi suistimal etmek isteyen dağıtıcının kendini zorlayacak yeni bir senaryonun dışına taşmasına bile gerek kalmıyor. CPS cihazlarında veya el terminalinde iddia edilen tarihte verili adrese gidildiğini gösterir bir kayıt olup olmadığını sorduğumuzdaysa bunun ayrıca incelenmesi gerektiği söylendi. Yani bilgi verilmeden önce her şikâyette yapılması elzem olan ilk ve en önemli kontrol henüz yapılmamış. Hem PTT'nin hem Yargıtay'ın bu hususta ciddi önlemler alması ayrıca tebligatların adrese teslimi, kapıya haber kâğıdının yapıştırılması, daire kapılarının çalınması ve komşuların bilgilendirilmesinin kesinlikle görüntülü olarak kayıt altına alınması gerektiği anlaşılıyor. Denetim ve soruşturmalarsa daha fazla ciddiyet ve özen gerektiriyor.