25 Aralık 2015

Cemaat ve kibir

Kendine biat edenler dışındaki herkesi dışlayan bir yapı en sonunda milli iradeyi temsil eden bir hükümeti nasıl devirmeye yönelir? Türkiye adım adım, bu soruya verilen cevaba milletçe şahit oldu.

Savcı senden, nöbetçi hâkimi ayarlarsan senden, tutuklamaya gönderdiğin polis senden

Geriye senden olmayan sadece avukat kaldı. O da gizli paralel yapı üyesi değilse! Buradan suçlanan birini değil, avukatı Başbakan bile kurtaramaz. Savcı suçlar, paralel yapının polisleri evinize gelip delilleri yerleştirebilir ve tutuklandıktan sonra paralel yapının nöbetçi hâkimini denk getirip içeri tıkarlar.

 Sadece hukuki operasyonları değil, kaset operasyonlarıyla da son derece tehlikeli bir yapılanma olduğu gün be gün daha fazla açığa çıkan paralel yapıyı geçenlerde AHaber'deki Canan Barlas'la Gündem programında Hanefi Avcı deşifre etti. Cemaat hakkında yazdığı bir kitapla başlayan macerası dudak uçuklatan cinsten...

Cemaatin sürekli bilgi topladığını ifade eden Avcı, her yere arşivlerin kurulduğunu ve malum merkeze sürekli bilgi aktığının anlaşıldığını söyledi. Avcı'ya göre güç ve makam devşiren bu yapılanma, bunu inanç perdesiyle gizleyerek bütün toplumu denetleme ve dinleme işine girişti ve tam anlamıyla siyaseti yönlendirmek istedi. Herkesi dinleyen bu yapı en son birbirini dinlemeye başlar.

Söz konusu yapının son günlerdeki iddialara göre Hablemitoğlu ve Dink cinayetleriyle de ilişkilendirildiği düşünüldüğünde cemaat kavramına sıkıştırılmasının doğru bir yaklaşım tarzı olduğu kesinlikle söylenemez. Cemaat bu derin yapının süsü, makyajı.

Bununla birlikte her şeyi dış mihrak teorileriyle açıklamak da hiçbir şekilde sorunumuzu çözmüyor. Paralel yapının dış mihraklarla ilişkisi, onların maşası olduğu çok açık. Bunu bilsek de söz konusu bilgi bu kadar insanın böyle bir mekanizmaya neden ve nasıl dâhil olduğunu ve bir lidere kendini hayatını infilak ettirecek kadar itaat etmelerinin nedenini açıklamıyor. Çünkü dış mihrak herhalde bunu planlarken nasılsa bu kadar insanı koyun gibi güderiz diye baştan bir hesap yapmamıştı. Ve kurguladığı şeyi sırf bunun için kurgulamamıştı. Böyle düşünmek PKK'yı da sadece dış mihraklarla açıklamaya benziyor.

PKK'nın bu kadar insanı, gençleri, çocukları devşirdiği sosyal dinamikleri görmezden gelmeye sebep oluyor. Peki, hastalığı nasıl teşhis etmeli? Sadece mikropla mı açıklamalı? Yoksa bağışıklık sisteminin hiç mi kabahati yok?

Sosyolojiye başvurulmadan olmaz. Bu işlere koyulan insanların sosyolojisini, sosyal psikolojisini ve eğilimlerini teşhis etmeksizin dış mihrak formülünüz basit ve çaresiz. Dış mihraklar hep var olacak peki çözümünüz ne?

Bir kere ‘cemaat' adı altında yapılmak istenen şeylerden birisine dikkat çekmek kesinlikle zorunlu: Dünyayı Müslüman yapma iddiası! Bütün dünyayı Müslüman yapacağız düşüncesinin kendisi bizatihi Mesihçilik olarak adlandırılabilir.

Bütün dünyayı Müslüman yapıp kurtaracağız. Ve bu iddia son derece büyük bir kibri de beraberinde taşıyor. Malumunuz,  "Mesuliyet duygusu" diye bir vaaz var ki dinlediğinizde orada çizilen "muhabbet fedaisi" tiplemesinin ne kadar aşırı bir romantizmle yüklü olduğunu görebilirsiniz.

Kur'an romantik midir, gerçekçi mi?

Müslüman bir bireye, Kuran'ın belli bir topluluğa has kıldığı (Âlî Îmran suresi 104: Ayet: "Sizden, hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır") iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevi bütün bir cemaat mensuplarına bu vaazla yükleniyor.

Dünyanın dört bir yanına bu aşırı idealizmle yüklenen insanlar gönderilerek eğitim kurumlarında misyonerlik faaliyeti yaptırılıyor. Bir tür tebliğ faaliyeti fakat netice korkunç bir politik enkaz. Çünkü bilimsel olduğunu iddia eden Marx'ın ki kadar romantik bir girişim ve politik olarak kaybetmeye mahkûm. (Yazar sallıyor mu diyenler Michael Löwy okuyabilirler. Marx'ın en çok romantiklerden etkilendiğini yazmıştır bu üstat.)

Ama bunlar da henüz sorunumuzu teşhis etmedi. İnsanlar bu romantizme nasıl oluyor da kapılıyorlar? Üstelik modern, rasyonel, bilimsel olduğunu iddia eden bir çağda! Ünlü filozof Kant'ın aklını kullanmaya yetkin ergin insan formülüyle belirlenen bir çağda. Modern eğitim kurumlarından da geçen insanlar terör örgütlerinden bu türden cemaatlere kadar değişik türde örgütlenmelere ama neticede bir tür iktidar yapısına zorlamayla değil, gönüllü olarak girip hizmet ediyorlar. Bütün hayatlarını bu yapıya adıyorlar.

"İnsan" der Nietzsche, "hayvan ile üst-insan arasında gerilmiş bir iptir". İnsanın bir "ideal"e ihtiyacı vardır. İnsan bazen bu "ideal"i öyle bir benimser ki, bu ideal uğruna kendini kurban edebilir. Bu ideali bir kişiye, topluluğa, nesneye ya da fikre yükleyebilir. Modern toplum ise insanın bu ideal duygusunu tatmin etmekten ziyade onu diğerleriyle benzer kılarak bireyi manevi boşlukta bırakır.

Hayatın olağan döngüsünün yarattığı sıkılmışlık ve boşluk duygusu, işe yarar hissetme arzusu veya bir yere sıkışmışlık duygusu kişileri ideal ihtiyacını başka yerlerde tatmin etmeye yöneltir.

Modern toplum insanı kimliksiz kılarken kişi kendisine uygun bir kimlik edinme ihtiyacı içerisinde bu türden örgütlenmelere yönelir. Haksızlık duyguları ve samimiyet arayışını da unutmamak lazım.

İdeal olanda haksızlığın çözümü, bu dünyada bir cennetin olabileceği, acıların son bulacağı bir devrin başlayabileceği fikri büyük bir "kibirle" kurgulanabilir.

İdeal Kürdistan devleti, bütün dünyayı Müslüman yapmış bir "büyük insanlık cemaati" vs. vs.

Bütün bunlar, dinlerin cenneti öte dünyaya bırakmalarının karşısında cenneti bu dünyada gerçekleştirilecek bir ideal olarak kurgulayabilir ve insanlara gidecekleri bir istikamet tayin edebilir.

Söz konusu ideal arayışı doğru bir zeminde tatmin bulmaksızın -dinin hakiki bir yorumu, hakiki sanat, edebiyat, kültür, mimari vs. - insanlar büyük kitleler halinde maalesef "Jedi" olmaya devam edeceklerdir.