13 Ekim 2016

Cemaat ve Kolektif Aptallık

Yıl 1968. Üç sosyal psikolog Amerika'da bir deney yapmaya karar verirler: Milgram deneyleriyle ünlenen Stanley Milgram, Leonard Bickman ve Lawrence Berkowitz. Deney oldukça basittir. Önce sokaklardan birinin köşesine birini dikerler. Bu kişiye altmış saniye boyunca boş boş gökyüzüne bakmasını söylerler.

Sonra da adamı uzaktan izlemeye başlarlar. Adam havaya bakarken yanından geçen yayaların bir kaçı adamın nereye baktığına dönüp baksalar da çoğunluğu bakmaksızın yoluna devam eder. Sonraki seferde psikologlar aynı köşe başına beş kişiyi yerleştirirler ve hepsinden havaya bakmalarını isterler. Bu sefer geçen yayalardan dört kat daha fazla insan durup gökyüzüne bakmaya başlar. Psikologlar köşe başına diktikleri kişi sayısını on beşe çıkardıklarında ise yayaların önce yüzde kırkbeşi havaya bakmaya başlamış, sayı arttıkça da oran yüzde seksenlere çıkmıştır.

Yayalar bu kadar insan havaya bakıyorsa demekki havada bir şey var düşüncesine kapılmışlardır ve kınanma ya da baskıdan dolayı değil, görülecek bir şey olduğuna inandıkları için gökyüzüne bakmaya başlamışlardır.

Psikologlar bu deneyleriyle hem grup büyüdükçe, grubun nüfuzunun arttığını kanıtlamış oluyorlardı hem de bir sürü insan bir şey yapıyor ya da bir şeye inanıyorsa o şey doğrudur fikrinin grup davranışında ne kadar etkin bir fikir olduğunu göstermiş oluyorlardı. Hatta kısaca şöyle denebilir: "Gruba katılan her yeni kişi, önemli bir şey olduğunun kanıtıdır."

Fakat burada sormamız gereken soru şudur: kitle her zaman akıllı mıdır? Grup her zaman doğru kararlar alabilir mi? Kitlelerin Bilgeliği kitabını yazan James Surowiecki yalnızca, grubun içinde çeşitlilik mümkün olduğunda grubun doğru karar alması mümkündür diyor. Aynı fikir ve hareket tarzına sahip insanlardan oluşan grubun hata yapma olasılığı son derece yüksektir. Kolektif aptallık denilen şey sorgulamaksızın grup kararlarına itaatten doğar ve aslında o karar çoğunlukla da grubun değil, grubun liderinin kararı olur. Halbuki Surowiecki'nin söylediği gibi, kolektif kararlar birbirini körü körüne taklit eden bireyler tarafından değil, birbirinden farklı görüşlere sahip bağımsız insanlar tarafından alınırsa sağlıklı olur.

Geçtiğimiz günlerde The New Yorker dergisi Fetönün darbe girişimiyle ilgili bir yazı yayınladı. "30 Yıllık Darbe" başlığını taşıyan bu yazıda Fetönün ve taraftarlarının otuz yıllık süre boyunca devletin kritik noktalarına nasıl yerleştiği ve Gülen taraftarlarının Gülen'e adeta taparcasına bağlılıkları anlatılıyor. Gülen'in ayaklarını öpmekten, ayakkabısından su içmeye, hatta ayakkabısından koparılan deri parçasıyla çorba yapılıp müritleri tarafından içilmesine kadar çok sayıda akıl almaz ritüelden bahsediliyor. Daha önce alçıdan yapılan Gülen ellerinin genç subaylara Nasıl öptürüldüğünü de duymuştuk. İnsan bunları duyduğunda kollektif olarak bir grubun bu kadar aptallaşabileceğine şaşırmaktan kendisini alamıyor. Grupta bunca olan bitenden sonra Gülen'in mehdiliğine hala inanan çok sayıda insan olduğu da kuşkusuz.

Başlangıçta Gülen'in vaazlarını dinleyen birkaç kişi varken, zaman içinde bu sayı giderek artıyor ve bugün Gülen taraftarlarının sayısı artık milyonla ifade ediliyor. Gülen adeta sosyal psikolog kurnazlığıyla köşeye yerleştirdiği üç beş adamına gökyüzüne bakmasını söylemiş ve böylece gökyüzüne bakanların sayısı her geçen gün artmış.

Sosyolog Robert Nisbet, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılı cemaatin çöküşüyle tarif ederken, yirminci yüzyılın cemaat arayışı yüzyılı olduğunu söylüyordu. Yirmibirinci yüzyıl da farklı değil. Bir cemaate girme ve oraya ait olma isteğinde sekülerizm sonrası artan maneviyat arayışı, güvenlik ihtiyacı, samimiyet arzusu, kötü seçim yapmaktan duyulan korku yatar. Kimlik bulma, kim olduğuna dair bir karara varma isteği, kişisel inanç problemlerini bir düzene sokma arayışı bulunur. Bu aynı zamanda kişinin kendisini çevreleyen anomik dünyayı, düzenli bir dünyaya, kaosu kozmosa çevirme girişimidir.

Cemaatler ister istemez büyür. Bir cemaatin yayıldıkça, genişledikçe, büyüdükçe hata yapma oranı artar. Hakiki bir cemaat dahi zaman içinde kollektif deliliğe, kolektif aptallığa tutulabilir.

Burada devlete düşen görev elbette cemaatleri toptan yasaklayarak ortadan kaldırmaya çalışmak değil. Bu daha önce yapıldı ve ortaya kendisini sürekli gizleme ihtiyacı duyan üyeleriyle Fetö terör örgütü çıktı. Burada devletin yapacağı şey, doğru yasalarıyla cemaat içindeki ve dışındaki bireyin haklarını korumaktır. İnsanların cemaate girme, cemaatte bulunma hakları ellerinden alınamaz ama bu cemaatlerin diğer insanlarla ilişkileri de devletin kontrolü altında olmak zorundadır.

Bir cemaatin üyelerinin o cemaatten olmayan diğer insanlara zulmetme ihtimaline karşı devlet bunun baştan tedbirini almak zorundadır. Liyakat esasına göre yapılan atamalardaki haksızların sıkı takibi, sınavlarda ve eğitim kurumlarında sıkı kontrol, cemaatten olup ayrılanların şikayetleriyle ilgilenmek gibi durumları bu tedbirler içinde sayabiliriz. Bu türden ve başka tedbirler alınmadığı sürece yeni Fetölerle karşı karşıya kalacağız demektir.