09 Ocak 2017

Demokrat parti ne zaman nasıl kuruldu?

Bugün; bundan 70 yıl önce 7 Ocak 1946 günü kurularak Türk Siyasi Hayatında bir devrim tesiri oluşturan Demokrat Parti'nin kuruluş günlerini anlatacağız.       

 Çok Partili Döneme Geçiş: Şeflikten Demokrasiye

 Ülkeyi bir kaç kısa aralık dışında tıpkı bir kral gibi 49 yıl boyunca Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak idare eden Milli Şef İsmet İnönü'nün demokrasi ve çok partili hayata iyi gözle bakmadığı bilinen bir gerçektir. Sonraki yıllarda ortaya çıkan Demokrasi teşebbüsleri, dünyada gelişen olayların  İsmet Paşa'nın gündemine dayattığı zorunluluklardan ibarettir.

 Prof. Dr. Turan Güneş'in tespitine göre,“Kurtuluş Savaşı'nı başarıya ulaştırmış genç inkılapçı kadrolar, artık yaşlanmışlardı. Ortaya çıkan bütün sosyal gelişmelere muhafazakar pencereden bakıyorlar” (Özdemir,1993:86)  dolayısıyla ülkenin önünü tıkıyorlardı. Neticede ortada bir memur devleti bütün haşmetiyle hüküm sürüyordu.

 Milli Şef'in gizli kalmış bir demokrasi havarisi(!) olduğuna dair yegâne kayıt, aynı zamanda Paşa'nın damadı olan gazeteci Metin Toker'in şahsi kanaat ve yorumlarına dayanmaktadır.

 Toker, Milli Şef'in 6 Mart 1939 tarihinde yani Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasından yaklaşık üç ay kadar sonra ‘Yeni bir idare tarzı' düşlediğini; ülke gençliği ve aydınının ona olan sevgisinin ardında bu beklentinin gizli olduğunu yazdıktan sonra bu düşüncenin ‘İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte sönüp gittiğini' kaydeder.

 Toker'e göre;“Ülkeyi hep ateşin dışında tutmak demokratik idare tarzından uzak durmakla mümkündür' Milli Şef, uyguladığı bu diktatörlük rejiminin pekala ‘kamil bir halk idaresi olduğuna yürekten inanmaktadır. Ona göre bu idare demokrasi prensiplerini Türkiye'nin bünyesine çok büyük bir ustalıkla tekabül ettirmektedir.” (Karatepe,1993:106)

 Halbuki İnönü, “Hiç bir zaman ne demokrasiye ne de çok partili rejime ısınmamış bu rejimi sevmemiş, bu yanını itiraf etmiştir.” (Ağaoğlu,1972:101)

 Nitekim “Bir dönem İnönü'nün Başbakanlığını yapmış Recep Peker bile İnönü'nün yetkilerini kullanırken diktatörce davrandığını söylüyordu.” (Toker,1970:338)  

 Dış   Dinamikler:

 Milli Şef'in ve onun partisi CHP'nin penceresinden her şey böylesine otomatiğe bağlanmışken savaş sonrası ortaya çıkan dengeler bütün dünyayı olduğu gibi Türkiye iktidarını da sarsmıştı. Değişen dünya dengeleri ortaya yeni bloklar çıkartmış, küçük devletleri bu bloklar içinde yer almaya zorlamıştı. Dünya dengelerini daima çok iyi takip eden ve ustalıkla daha güçlünün yanında yer almayı başarabilen Milli Şef, çareyi Batı Bloku'nun yanında saf tutmakta bulmuştu.

  Çünkü komşumuz olan Rusya, Türkiye'den toprak isteyecek şekilde bir dış politika izlemeye başlamıştı. Batı Bloku'nun yanında saf tutma mecburiyeti diktatörlük rejimine son vermeyi, usulen de olsa çok partili hayata geçmeyi gerektiriyordu. İnönü telaş içerisindeydi. Dayanacak bir yer arıyordu. Nereye başvursa kapıları kapalı buluyordu.

 Bir gün Dolmabahçe Sarayı'nda kalabalık bir misafir topluluğu karşısında kendisini tutamayarak ‘Yalnızız, elimizden tutan yok' diye bağırmıştı. Onun bu çaresizliği Türkiye'yi Amerika'nın kucağına atmıştı.” (Sertel Zekeriya,1968:258)  

 Türkiye'nin çok partili hayata geçiş merhalelerini araştıran dönem araştırmacıları işte bu değerlendirmelerden dolayı daha çok dış sebeplerin üzerinde dururlar. Baskın görüş, “Milli Şef'in Sovyet tehdidi karşısında Batı'nın yanında yer alma zaruretinden, çok partili hayatın doğduğu”  (Akandere,1998:266)  yönündedir.

 25 Nisan 1945 tarihinde toplanan San Fransisko Konferansı Milli Şef'in imdadına yetişir. Milli Şef, bu konferansla kendini Batı'nın korumasına aldırır. “Ancak Türkiye'nin de imza koyduğu Birleşmiş Milletler Anlaşması, Tek Partili rejime son vermeyi bir yükümlülük haline getiriyordu.” (Ekinci,1997:276)  

 Demokrasiye geçişte San Fransisko damgasının bu kadar baskın olmasından hareketle devrin bazı aydınları gelişmeleri değerlendirirken; “San Fransisko markalı bir demokrasiye kavuştuğumuzu dile getirmişlerdir.” (Ekinci,1997:310)  

 İnönü, ABD'ye kendini kabul ettirmek için de olsa demokrat görünmeye çalışıyordu. Demokrasiden yana olduğuna dış alemi inandırmak zorundaydı. “Türkiye'nin demokratik bir rejime gidiyor gözükmesi kaçınılmaz bir hal almıştı.” (Sertel Zekeriya,1968:259)  

 İç Dinamikler:

 Son tahlilde Milli Şef İnönü'nün kendi arzusuyla demokrasiye geçmediği ortadadır.“Asker, bürokrat, seçkinler, toprak sahipleri ve burjuvazi arasındaki siyãsî ittifakta statükonun korunmasını imkansız hale getiren bir aşınma” (Ahmad,1999:125)   da bu değişimi mecburî kılıyordu. İnönü'yü demokrasiye götüren sebeplerden biri de onun kafasındaki iç konjonktür dengeleridir.

 Esasen “İnönü İspanya diktatörü Franco gibi harbten sonra da totaliter rejimi devam ettirebileceğine inansaydı, bunda tereddüt etmeyecekti.” (Ekinci,1997:288)  

 İnönü, demokrasiye geçmeyi iyice sıkışan içtimãî enerjinin bir patlamaya dönüşmesinden endişe ettiği için bir çözüm çaresi olarak görmüştü. Ona kalsa “Ömrünü tek parti rejimiyle pekala geçirebilirdi”  (Akandere,1998:357)  

 Nitekim İnönü, 1969 yılında TBMM de yaptığı bir konuşmada o günlere atıfta bulunarak demokratik rejimi getirmeseydik ihtilal olabilirdi açıklamasını yapmıştı. Çünkü CHP, ‘Yirmi yedi yıldır milletin kanını emen bir teşekkül olarak' artık alenen suçlanıyordu.(Özdemir,1993:87)  

 Altan'a göre; Birinci Cumhuriyet sistemi geçerli olduğu müddetçe bu mümkün değildi. Çünkü özünde halk iradesi yoktu. 1946'ya kadar Parlamento'yu tek bir kişi atamıştı. 46'dan sonra Meclis'i parti liderleri atamaya devam ettiler. Halk seçmiyor, parti başkanları seçiyor. Halkın iradesinin olabilmesi için Parlamentonun gerçekten halkın bütün görüş, düşünce ve siyasi eğilimlerini yansıtması lâzım. (Altan,2004:78)

Cumhuriyet Halk Partisi, toplumsal kalkınmayı sağlayamamış, halk, eskiden olduğu gibi köylerde yaşayan köylüler olarak kalmıştı.

 1950'de nüfusun aşağı yukarı yüzde doksan beşi eski işleriyle uğraşıyordu. Nüfusun yüzde yetmiş beşi köylerde yaşıyordu ve resmen kasabalarda yaşadıkları kabul edilenlerin yüzde beşi toprak işlemekteydi. (Stirling,1984:563)

 Bir yandan da halkın değerlerine yabancı ve düşman politikalar izleniyor bu politikalar Devlete ve yönetime karşı bir büyük öfkenin birikmesine sebep oluyordu. Dönemin Milli Eğitim Bakanlarından Tahsin Banguoğlu bu vaziyeti şöyle anlatır:

 "İstanbul'un fatihinin, Fatih Sultan Mehmet Han'ın bile türbesi kapatılmıştı. Yavuz Sultan Selim'in, Kanuni'nin ve Eyüp Sultan'ın türbeleri de kapalı idi!(Banguoğlu-Yazıcı, 2001:81)

 Dönemi inceleyen bütün kaynaklar Halk Partisi rejiminin sosyolojik ömrünü tamamladığına dikkat çekerler.

 Artık Halk Partisi'ne bağlı hiçbir umudu kalmamıştı. Parti, 27 yıl içinde bütün o yapıcı, değiştirici, iyileştirici ruhunu kaybetmiş, hantal, duygusuz, beceriksiz, lök gibi bir iktidar olup çıkmıştı. (Karacan-Tanju,1986:158)

 Yani böyle, sadece bir lütuf biçiminde 1950'de genel seçimlerle CHP, Demokrat Parti'ye devretmemiştir iktidarı. Halkın tepkisi karşısında mecbur kalmıştır.” (Öztürk,2010)

 Yeni Politikalar:

 Milli Şef İnönü ve partisi CHP, çok partili hayata geçerken kendilerince bir çok tedbir almayı da ihmal etmezler. Alınan ilk tedbirler, partinin halka daha şirin gözükmesi için yapılan çalışmalardır.

 Çok partili sisteme geçerken CHP içinde 1946 yılında önemli bir gelişme olur.1946'da toplanan parti meclisi İsmet İnönü'nün Milli Şef ve Değişmez Genel Başkan sıfatlarını kaldırır.

 İşçiye Cumhuriyetin ilanından beri bir türlü verilmeyen sendika hakkı verilir.

 1947 yılında Sendikalar Kanunu çıktı, kanun bir bakıma ileriye dönük bir adımdı. Çünkü işçiye ilk defa kendi hakkını koruyacak örgütlenme hakkı veriliyordu ama kanun aynı zamanda bir kontrol aracıydı. (Karpat,2008:179)

 CHP'nin 1947'deki yedinci kurultayında, devletin din politikası da  değiştirilir.Milli Eğitim Bakanlığının onayı ile Türk büyüklerinin türbeleri açılır.

 CHP, Demokrat Parti'ye karşı pozisyonunu korumak için din dersini getirdi. Hacca gideceklere ilk kez döviz tahsis edildi, ilk ilahiyat fakültesi kuruldu, imam-hatip kursları açıldı, Kur'an kurslarına başlandı. 1949'a dek bu ülkede hiçbir şekilde din dersi yoktu (Gözaydın,2010)

 İzleyen iki yıl içinde dinde liberalleşmeyle ilgili yasal adımlar da atıldı ve Ankara'da bir İlahiyat Fakültesi kurulması kabul edildi.

 İnönü işi o kadar ileri götürür ki yıllardır yasak olan Mevlana ihtifalleri bile yeniden başlatılır.

 Sonraki yıllarda Demokrat Parti'yi dini istismarla suçlayacak olan CHP'nin bu konuda ne kadar öncü ve mahir olduğu kayıtlarda şöyle yer alır:

 17 Aralık 1949 Cumartesi günü Mevlânâ'yı anma programı gereğince saat 20:00'de toplanılır ve büyük Türk mütefekkiri Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî anılır. Herkesin serbestçe girebildiği bu törende şu program uygulanmıştır:1-Halkevi Başkanı tarafından açış.2-Mevlânâ'nın hayatı (Öğretmen Necati Elgin) 3-Mevlânâ'nın tasavvufu, tasavvuf ahlâkı, Mesnevî'den seçme hikâyeler ve bunların teşrihi (Belediye Başkanı M. Muhlis Koner) Söz konusu törenler için giriş kartları Belediye Yazı İşleri Müdürlüğü tarafından dağıtılmıştır. (semazen.net,2012)

 Şaban Sitembölükbaşı'ya göre CHP, İslam'a ne kadar önem verdiğini halka göstermek istiyordu.

 CHP rekabette geç kalmamak için geniş kitleler için önemli bir meşruluk kaynağı olan İslam'a karşı tutumunu yeniden gözden geçirmek ve dini kurumlara önem verdiğini halka ispat etmek istedi. (Sitembölükbaşı,2001:94)

 Prof. Dr. Şerif Mardin, Halk Partisi'nin bu politikasının halk tarafından hiç inandırıcı bulunmadığını nakleder.

 Halk Partisi'nin 'bürokratik' merkezi, Demokrat Parti'nin ise 'demokrat' çevreyi temsil ettiğini ileri sürmeyi sağlayacak sağlam nedenler ortaya çıkmış oldu. Cumhuriyet Halk Partisi'nin çeşitli seçim programlarında belirttiği ilerici, demokratik ve halkçı siyasetlerine, sıradan insanlar da hiçbir biçimde inanmadılar. (Mardin,1990:73)

 İlk Muhalif Teşebbüsler

 San Fransisko'dan esen demokrasi rüzgarları ve Milli Şef'in bu doğrultuda yaptığı meşhur 19 Mayıs 1945'teki konuşması çok geçmeden ilk neticelerini vermiş, 18 Temmuz 1945 günü yeni devrin ilk muhalefet partisi olan Milli Kalkınma Partisi kurulmuştu. Milli Kalkınma Partisi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka'dan sonra belirli büyüklüğe ulaşmış Cumhuriyet tarihinin 3. muhalefet partisiydi.

 Ne var ki, Milli Kalkınma Partisi, rejimin kontrolü dışında ortaya çıkmış gerçek bir muhalefet partisiydi.  Çok geçmeden Hüseyin Avni Ulaş ve Cevat Rıfat Atilhan gibi eski müzmin ve çetin ceviz muhaliflerin partisi Milli Kalkınma Partisi büyük bir ilgiye mazhar olmaya başlamıştı.

 Gerçekten de bu parti memleketin bir çok yerlerinde hızla yayıldı, üye sayısı yüzbinleri buldu. Demokrat Parti kurulmasaydı en büyük muhalefet partisi haline gelebilirdi.”' (Ağaoğlu Samet, 1972:45)

 Parti devletçiliğe karşı çıkıyor, tek dereceli seçimi savunuyor, Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesini istiyordu. Halbuki Milli Şef rejimine demokrasiye sakin bir şekilde intikali sağlayacak sahte bir muhalefet partisi lazımdı. MKP savunduğu görüşler ile hem CHP'nin hem de kurulmakta olan savaş sonrası Türkiye konjonktürünün temel ilkelerine ters düşmekteydi. Şu halde değişen iç ve dış koşullara uygun yeni bir muhalif partinin yaratılması gerekiyordu.” (Ekinci,1997:300)  

 Nitekim çok geçmeden yılların kurt siyasetçisi Milli Şef, rejiminin gardrobuna uygun yeni bir parti oluşturma konusunda beklenen teşebbüsleri başlatmıştı.

 Demokrat Parti Sahne Alıyor

 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu görüşülürken Celâl Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Emin Sazak kendi partilerine sert eleştiriler getirip, CHP Grubu'na Dörtlü Takrir adlı bir önerge verdiler. Önerge ülke ve parti yönetiminde özgürlükçü bir anlayış içeren düzenlemeler yapılmasını öngörüyordu. Ancak Dörtlü Takrir reddedildi. Bunun üzerine, Menderes ve Köprülü o günkü Vatan Gazetesi'nde Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına karşı o güne değin örneğine rastlanmayan sertlikte yazılar yazmaya başladılar. Sonuç olarak Menderes, Koraltan ve Köprülü partiden ihraç edildiler  Aynı gruptan olan Celâl Bayar ise önce milletvekilliğinden sonra da CHP'den istifa etti. Celâl Bayar, 1 Aralık 1945'te parti kuracaklarını açıkladı.7 Ocak 1946 günü Demokrat Parti (DP) kuruldu.

 Demokrat Parti kurulur kurulmaz halkın çok yoğun teveccühüyle karşılaşmıştı. O kadar büyük ilgi olmuştu ki  DP ye “Doğu ve Güneydoğu'da örgütlenmeyeceksin” denilmişti.

 Prof. Dr. Cemil Koçak, bu vakıayı şöyle anlatır: İsmet Paşa'nın bu koşulu efsane mi gerçek mi diye, DP'nin ilk 6 ayda kurduğu örgütlerine baktım; bölgede yoklar. Demek ki doğru. Başka sınırlar da var. Mesela: Aydın insanları üye alacak sokaktan geleni almayacaksınız, deniyor. DP bir süre böyle gidiyor ama halktan o kadar çok talep geliyor ki, teşkilat, üyelik patlıyor. O yüzden DP ile CHP arasındaki kriz 6, 7 ay içinde büyüyecek. Zira DP, CHP'nin beklemediği kadar teveccüh görüyor halktan. (Koçak,2011)

 Dönemin yakın şahitlerinden Saffet Ulusoy, o günlerde yaşanan atmosferi ve duyguları şöyle anlatır:

 17 yaşlarındayken DP'ye ilgi duymaya başladım ve yakama altın bir  Demokrat Parti rozeti taktım. Halk Partililerin çoğunlukta olduğu  eski dönemlerde Demokrat Partili olmak bir suç gibi algılanıyordu. Hiç unutmam Üçüncü sınıf öğretmenim CHP'li Hasan Tahsin Saral beni Çarşıbaşı'nda görmüş "Yakana neden bu rozeti takıyorsun? diye sormuştu. Verdiğim cevap gayet sade ve içtendi," Biz artık bu idareden bıktık yeni bir idare istiyoruz.

                              

(.....) 1950'li yıllara gelinirken DP'nin yükselişi hızlanmıştı. 1948 yılında yaptığımız bir seferde yaşadıklarım bana CHP'nin sonunun yaklaştığını hissettirmişti. Samsuna yolcu götürmüştük. CHP'nin mitingi olduğunu duyunca meydana gittik. Kürsüde konuşma yapan CHP'li siyasetçinin  sözü , kendisine laf  atan bir dinleyici tarafından kesildi. Adam "Sizi çok dinledik ,çok. Bakın orada bir eşek yürüyor. Siz bu lafları o eşeğe anlatın” deyince halk alkışlamaya başladı. Ondan sonra kürsüye DP'li Tevfik İleri çıkınca meydan alkıştan yıkıldı. (Ulusoy,2005:178-179)

TAYA: GENELKURMAY BAŞKANI MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK'IN EMEKLİYE SEVKEDİLMESİ