Devleti dini yahut bilgemiz Aliya zaviyesinden medeniyetçi devlet ahlakı
Siyaset, bir hayat nizamı olarak medeniyet kurucu kavramlarımızdan olan devlet anlayışına bağlı olarak gelişen bir olgudur. Siyaset beynelmilel ilkeleri yanında milli içeriklerle de tarihte tezahür eder. Mesela, açı doyur, çıplağı giydir diyen bir ahlak felsefesi bir toplumun temel töresinin yansımasıdır. İşte bir toplumun töresi ve fikri böylece bir ahlaki ilkeye dönüşerek toplum hayatında gelenekleşirken, devlet hayatında ise kanunlar ile siyaseti tarif ve tayin eden bir esasa dönüşür. Hülasa şehir üzerinde kurulan fiziki düzende toplum ve devlet hayatı töre, gelenek ve kanun üzerinden medeniyet yapıcı unsurlar ile kurumlaşır. Kimisi sözel, kimisi şifahi olan bu esaslar o medeniyet için nasılı gösteren muhtevaları belirler. İşte siyaset nizamı tüm bu bileşkeler üzerinden ortaya çıkıp kendisini yapılandırarak organik bir mahiyet oluşturarak yapıyı sağlıklı çalıştırır. Bu ahlakilik bir mesuliyet duygusu taşır; açı doyur ve çıplağı giydir orada ciddi bir mana taşır. Değilse menfaat peşinde bir politik yapı medeniyet merkezliliğini yitirerek başka referanslar üzerinden kendisini ifade etmeye başlar. Bu bakımdan Aliya İzetbegoviç tabiri ile güç ve kanun sadece adaletin vasıtalarıdır. Adaletin kendisi insanların kalplerinde mevcuttur, aksi durumda adalet yoktur…. İşte tam burada ahlak ile siyasetin kesiştiği ya da çeliştiği yere geliriz. Burada mefhumlar devreye girer. Yahut kavramları faal hale getiren içerikler söz konusu olur. Siyaset ahlakı dediğimizde bunun kapsamını da bunların bileşkesi olan kesişim yeri tanımlar. Bilgemiz Aliya bu konuda bize yol açar: Ahlak insanı harekete geçiren gücü vazife ve sorumluluk olarak tanımlarken, siyaset insanı aktif kılan güç konusunda menfaate vurgu yapmaktadır (Aliya İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam, çev. Salih Şaban, İstanbul, Nehir Yayınları, 2014, 170). Hülasa vazife ve sorumluluk ahlakın bize hatırlattığı çerçeveyi gösterir buradan siyasete baktığımızda devlet hayatının idamesinde sorumluluk mu menfaat mi ikilemi bizi bilgece bir tercihin kapısına getirmez mi? Devletin dini nedir, olur mu?
Aliya tam burada ahlak-din ilişkisinde, medeniyetin önemli
bir içeriğini sağlayan, insani düzenin belirleyici çerçevelerinden birini
oluşturan din kavramı üzerinden ahlaka bakar: “Din olmasaydı, biyolojik hayatı insani hayatın seviyesine çıkaran bu
değerler meçhul ve anlaşılmaz kalırdı. Çünkü din daha ulvi bir başka alemin
mahiyeti hakkında “bilgi”, ahlak ise manası hakkında “bilgi”dir”, Aliya
İzetbegoviç, Doğu- Batı Arasında İslam, çev. Salih Şaban, İstanbul, 2018, 176).
İnsan işte medeniyet hayatında toplum-devlet-şehir kurma düzeyinde biyolojik
yaratık olmanın üzerinde varlığı anlama ve insani düzeye çıkma farkındalığında
dinin bizde oluşturduğu bilgi ahlak ile mana bilgisine dönüşür ki bunun en üst
hali bilgelik olarak tezahür eder. Bu bakımdan ahlak kendi çerçevesinde
kendözümüzün muhtevası ve manasında merkezi rol oynar: “Ahlak, isteklere ve davranış kaidelerine dönüştürülmüş dindir. Başka
bir ifadeyle, insanın istekli davranışı ve ya Allah’ın varlığı gerçeğine uygun
bir şekilde diğer insanlara karşı tavrıdır. Çünkü vazifemi bütün güçlük ve
tehlikelere rağmen yapmam gerekiyorsa (buna menfaat gözeten davranıştan farklı
olarak ahlak deriz) böyle bir istek, ancak bu dünyayı ve bu hayatı tek dünya ve
tek hayat görmemek halinde haklı
gösterilebilir. İşte bu husus ahlak ve dinin müşterek hareket noktasını teşkil
etmektedir.” (Doğu-Batı Arasında İslam 179-180). Bu bakımdan kendisini
sınamak isteyen her vicdan hareketinin esasına koyduğu ilkeye bakabilir.
Menfaat mi yoksa vazife ve sorumluluk mu beni güdülüyor, diye. Vicdan insandaki
huzur-ı İlahidir. Orada her şey şeffaf, açık ve nettir. Zira teorik dindarlık
ahlaka dönüşüp pratik hale gelmedikçe inanç imana, İslam da hayata dönüşemiyor
demek çok da yanlış olmaz kanısındayız naçizane. İşte tam burada din ve ahlak
neye tekabül eder sorusu kendözümüzü düşünmek babında önemlidir. Aliya burada
çok dikkat çekici tespitler yapar: “Samimi
bir dindar fakat ahlaksız bir kişiyi ve tersine, samimi bir ahlak sahibi fakat
dinsiz birisini düşünmek mümkündür. Din bilgi ve tasdik, ahlak ise bu bilgi ile
ahenk içinde bulunan tatbikat, hayat demektir. Her yerde olduğu gibi bilgi ve
tatbikat arasında ayrılık ve tutarsızlık olabilir. Din, nasıl düşünmeli ve
inanmalıyız; ahlak ise neye meyletmeli, nasıl yaşamalı, nasıl hareket etmeliyiz
sorusuna cevap teşkil etmektedir.”(Doğu-Batı Arasında İslam 181). İnsan
düşünce ve tatbikat arasında kendözünün sınavını yaşar.
Medeniyet kendözünü mana ve
muhtevası ile tevhit edenler için çiçek açan ve meyve veren bir mevsimdir. Ne
olacağız sorunu bu bağlamda halledip nasıl yapacağız haline geçenlerin esasen
devlet olgusu içinde siyasete ahlaki mefhumlar ile çerçeve çizdikleri yerde
toplum ve şehir nizamının işleyişinde medeniyetçi bir durum oluşabilir. Bu
çerçeveden şimdi, burada adalet devletin dinidir söylemini yeniden düşünmek ve
değerlendirmek gerekiyor. Bu naçiz yazımızla birlikte, Türkistanlılıların Ahlak
ve Adalet Dünyasına İbn Sina ile Bakarken, Gazâlî'de
devlet ve adalet yahut yetkinlik, Devletin Dini, Dinin Ahlakı yahut
Adalet Ahlakı başlıklı yazılarımız da okunursa maksadımız kendi
mefhumunca aşikâr olur umudundayız.
Vesselam