04 Ocak 2022

​Devletin Dini, Dinin Ahlakı yahut Adalet Ahlakı

Algı kavramlarımız gerçeği tahrip ediyor. Baktığımız ile gördüğümüz düşündüğümüz ile söylediğimiz arasında uzak mesafeler olabiliyor. Türkler’in son asırlardaki bazı hallerinde bunu zaman zaman gözlemek mümkündür. Bu cümleden devlet ve dine bakışlarındaki kaotik hal hayatlarında düzen oluşmasını çoğu zaman öreledi, örseliyor.

Devlet algısını oluştururken içeriden bakar sanırken dışarıdan tercüme kafalar ile bu kavram ve yapıya bakarak bir takım sakıncalı sonuçlara ulaştık ve halleri yaşadık, yaşıyoruz. Överken de söverken de hep benzer çukurlara düştük, düşüyoruz. Devleti düşünürken, mevcut hali, kadroyu mutlak ve esas sayıp, bir takım muallak değer yargıları üzerinden modernizmin bir sapması olarak gören bir akıl “Kemalist” vs. gibi ürettiği kavramlar ile Mısır, Pakistan yahut başka bir işgal coğrafyasında yaşayan zihinlerin katılığı ile sömürgeci aradığı yere devleti koyarak kendisine bir meşruiyet ve iktidar alanı açmaya çalıştı, çalışıyor. Bir zihniyeti eleştireyim derken put devirmek emeliyle iktidar putları dikiyoruz, dikiyorlar. Kimileri yine devlete başka algılar/ideolojiler ile faşist, milliyetçi gibi ötekileştirmeler ile baktılar. Lakin bütün bu bakışlar medeniyet çerçevemizin temellerinden olan bu kavram ve kuruma dair meselelerimizi sırat-ı müstakime taşıyamadı. Zihinler karşısına aldığı bu kurumu ya öteki kılıp meşru alan üzerinden ele geçirmeye çalıştı yahut elde ettiyse dışarıda kalanları şeytanlaştırıp mevcut iktidar durumunun meşruiyetini devama sağlayan yaklaşımlar kakafonisini sürgit devam ettirdi, ettiriyor. Toplumun devlet ile organik alakasına dair algılar çarpıklaştıkça iktidar alanı açmaya matuf gayretler hep devlet algımızı yıprattı. İktidar kavramı ötesinde düşünülmesi gereken bu kavramın itidal mefhumu nedir? Hâlbuki nicedir devletten beklenen şey ideolojik manadaki bu çarpıtma ve çarpışmalarla uğraşmak değil adalet kavramı üzerinden birey, toplum ve devlet ilişkilerindeki işleyişi düşünmek gereği idi. Biz sömürgeci görmeyi yeğleyip güya inanç alanımıza dair bir alan açmaya yahut faşist deyip sosyal bir alanda devleti ıslah etmeyi dayatmak yerine adalet merkezinde devlete bakıp ondan beklentimizi yahut itirazımızı ortaya koysak içeride belki birlik olur, dışarıdan gelmesi muhtemel çarpık etkilere karşı da mukavemetli olurduk. Lafız bir, mefhum muhtelif olunca dirlik düzenlik hasar görüyor. Devletin dini adalet diyen bir geleneğin yaşadığı bir toplumda sağlı sollu devleti kendi boyasına boyama derdi ve çabası bu kurumun varoluş esasını fena halde pas geçmemize, batıdan doğudan gelen tercüme fikirler ve yanlış kavramlar ile elimizle kendimize putlar yapmamıza yol açtı. Adalet bekleyip durduğumuz devletimizi modern veya konjonktürel algılar ile yıpratmak yerine karanlığa bir mum yakmak faydalı olmaz mıydı?

Din meselesi de benzer bir yandan bakışla hayatımızda yer aldı, alıyor. Mahut bir bakış açısı dini “ruhbanların ortaçağ karanlığı” ile dayattığı bir kilise içinden görerek modern bir kafa ile dinin esasını değil de sadece siyasi alana dair birşeymişcesine, eneteletüel ahlaki zemini kalmamış bir şekiller tomarına din diye hücum ederek toplum hayatından dışlayarak işleri düzeltmeyi düşündüler. Kimileri ise adeta sömürgeci olarak bilerek bilmeyerek nitelediği devletten dinini kurtarmanın davasına düştüler. Muhayyel devrimler, ihtilaller ve darbeler sarmalı… Her halükarda din, devlette olduğu gibi, kendi varlık gayesini değil de modern zamanların itiş kakışında bir iktidar alanı açma, meşruiyet sağlama, toplum kesimlerini etkileme vesilesi olarak aslında birbirinden beslenen bu iki karşıt bakışın çelişkisi içerisinde manasında kaybederek hayatımızda can çekişip durdu. Din içinde bir itidal mefhumu tayin edemedik! Hâlbuki dinden beklenen temel şey ahlak olmalıydı. Destek de eleştiri de merkezine bu kavramı yani ahlakı alarak yapılmalıydı. Güzel ahlakı tamamlamaya gelen bir din nelere malzeme edilmiş idi. Bu bakımdan din meselesini ahlak davası kılmadan modern çarpışmalara mühimmat eylemek son zaman zalimliklerimizden olarak hayatımızı felç etti, ediyor.

Devletin dini adalet, dinin devleti ahlak ise bu yolda bir yeni bakış ile kördüğüm olmuş yahut kısır döngüler kurmuş meseleleri hayatın ve milletin faydasına çözmeye ve görmeye çalışmak faydalı olmaz mı? Bunu düşünürken her iki tarafın yerleşik yapıları tarafından aforoz edilip dayak yemeyi de göze almak gerekiyor sanki. Din u devlet mülk ü millet düsturunu edinen ve adalet dairesi ile hayatını tanzim eden bir geleneğin milleti için bu bakış açısı çok da abes olmayacaktır.

Devletin dini adalet yahut dinin devleti ahlakı bir adalet ahlakı çerçevesinde düşünmek insanlığımız ve medeniyet halimiz için müstakbelde yapıcı olabilecektir. Haa diyeceksiniz yahu bu adalet de muğlak, ne idüğü meçhul, kaygan, bakana göre muğlak ve romantik bir kavram değil mi? Deriz ki kendimize samimi olup, nalıncı keseri gibi kendimize yontmayı bırakan, kendimiz için istediğimiz diğeri içinde isteyen bir edebimiz, terbiyemiz, töremiz ve ahlakımız olduğunda adalet de bize manasını açmayacak mıdır?   

Vesselam.