Dünyanın dengesini kim bozuyor?

Teoman Duralı, kendisine yöneltilen bir soruya Türk milletinin en önemli özelliklerinden birinin ölçülü olma olduğunu dile getirmişti. Bu cevabı ilk duyduğumda şaşırmıştım. Ancak daha sonra üzerine biraz düşünüp de konuyu araştırdığımda işin aslını öğrenmiş ve hocanın haklı olduğuna kanaat getirmiştim.

Merhum hocamızın neden böyle bir tespit yaptığına gelmeden önce şaşkınlığım(ız)a açıklık getirelim. Özellikle sosyal medya ortamına baktığımızda değil ölçülü olmak; aşırılığın, ayarsızlığın, tahammülsüzlüğün ve daha nice dengesizlik veya sorumsuzluk örneklerinin kitabının yazıldığını söyleyebiliriz. Bu örnekler çoğunlukla olumsuz ve kötümser bir bakış açısına ait olmakla birlikte beğenilen, sevilen kişi, olay veya durumlarla ilgili ölçüsüzlükler de az değil. Bu durumda akıllara şöyle bir soru geliyor:

Eskiden böyle değil miydi, günümüzde ölçüsüzlük, dengesizlik veya aşırılık arttı mı?  Arttığını gösteren bir veriye sahip olmadığımızı söyleyebiliriz. Ancak şöyle bir durumdan bahsedebiliriz:

Türk Atasözleri üzerinden Türk kültüründe çatışma nedenlerinin araştırıldığı bir çalışmada; Türk kültüründe çatışmanın doğal bir süreç olarak algılandığı sonucuna ulaşılmış ve çatışmanın yaratıcı düşünce üretimi ve problemlerin çözümü için gerekli görüldüğü tespit edilmiş. Yine kültürümüzde çoğunlukla problem yaratacak durumların açıkça ortada olduğuna inanıldığı, özellikle küçük ve önemsiz görülen çatışmaların tedbir alınmadığında daha büyük problemlere neden olacağı algısının hâkim olduğu dile getirilmiş.

“Peki, ne oldu?”

Olan şudur:

İletişim imkânlarının (TV, sosyal medya, internet vb.) artması, haber değeri taşıyan bilginin çoğalıp hızla yayılmasına yol açtı. Bu durum içinde olumsuzluk barındıran her türlü yayının hacmini, büyüklüğünü ve dolaşımını etkiledi. “Kara haber tez yayılır.” atasözünde belirtildiği gibi sosyal medya mecralarında kimin söylediği belli olmayan maksatlı/manipülatif yalan yanlış haberler, doğrusu tespit edilip söylenene kadar tabiri caizse “Ay bacayı savuşmuş.” oluyor.

Teoman Hoca’nın tespitine gelirsek “ölçülü ve dengeli olma” hem Batı medeniyetinin kökleri olan eski Yunan filozoflarında (Sokrates, Platon, Aristo) hem de Türk-İslam filozoflarında (Farabi, İbn Miskeveyh, Nasirüddin Tûsi) önemli görülmüştür. Müslüman filozoflar, bir taraftan bu kavramların Platon ve Aristo düşüncesindeki anlamlarını sorgularken diğer taraftan kendi temel kaynakları olan Kur’an’ı Kerim ve hadisler çerçevesinde özgün bir yorum geliştirmiştir.

İslam dininde bütün aşırılıklar, yani olması gerekenden fazlası, bir sapma olarak kabul edilmiş ve bu durumlar için ifrat ve tefrit kavramları kullanılmıştır. İfrat kelimesiyle fazlalık/aşırılık; tefritle ise yetersizlik/ihmalkârlık anlatılmıştır. Bunların ortası ise “itidal” yani duygu, düşünce ve davranışlarda dengeli olma hâlidir. Nitekim Araf Suresi’nde “Allah, haddi aşanları sevmez.” diye buyurulurken Hz. Peygamber, “Dinde bile aşırıya gitmeyin.” uyarısında bulunmuştur.

Aristo felsefesindeki “altın orta” kavramıyla karşılanan ve onun erdem anlayışının özeti kabul edilen bu bakış açısının karşısında Farabi’nin merkezde olduğu İslam düşünürleri ise bireyin ancak ölçülü ve dengeli bir hayat yaşayarak mutlu olabileceği düşüncesine sahipti. Bunun da ancak adil bir yöneticiyle mümkün olabileceği savunulmaktaydı. Tabii o devirde devlet her şeyi belirleyecek kudrete sahip olmasının yanı sıra bunu ondan beklemek de gayet olağandı. Bu durumda mutlu olmakla yönetim ilişkili birer kavram olabilirdi.

İbn Miskeveyh, ölçülü ve dengeli olmayı adalet kavramıyla ilişkilendirir ve bir insanın hayatında mezkûr iki kavrama yer vermesiyle adil bir insan olabileceğine hükmeder. Miskeveyh’e göre adalet “orta yol”da bulunabilir. Yani adaletin gerçekleşmesi için eksik ve fazlayı orta yola getirmek gerekir. Çünkü Allah, yarattığı her şeyde bir denge gözetmiştir.

Nasirüddin Tûsi ise ölçülü ve dengeli olmayı musikiye benzetmiştir. Musikide belli bir düzen ve kompozisyon dâhilinde her enstrüman belli bir görev yapıyor ve ahenk/ritim sağlanıyorsa insanların da ölçülü ve dengeli olmaları gerekir. Aksi durumda düzensizlik, kaos ve kargaşa çıkar.

Günümüzde ise modernizm ve materyalizmle birlikte bireyin özgür olması gerektiği düşüncesi kabul görür durumdadır. Ancak modern insanın sürekli kamçılanan haz duygusu, onu ölçü ve dengeden uzaklaşmaya doğru itmektedir. Çünkü yeni dünya düzenindeki adaletsiz paylaşımların yol açtığı göç, savaş ve terörle birlikte salgın ve iklim değişikliğinin yol açtığı felaketler hem insanlığı bir açmaza doğru sürüklemekte hem de bütün bunlar neredeyse bütün insanlar tarafından canlı olarak izlenmektedir.

Özetin özeti şudur:

Dünya “ölçü ve denge” üzerine bina edilmiştir. Bu bakımdan kim olursak olalım, nerede olursak olalım haddi aşmamalıyız. Yemek, içmek, konuşmak, gezmek, uyumak, oturmak vb. fark etmeksizin her ne yaparsak yapalım aşırılıktan, ayarsızlıktan kaçınmalıyız.