29 Aralık 2017

Ebrehe’den Akif’e

BM'deki son Kudüs oylamasını izlerken kuşların filleri nasıl yendiğini hatırlar gibi olduk. Zamanın Ebreheleri fillerine güvenerek, mabetlerini ve ticaretlerini yeknesaklaştırmak yani küresel bir kâbusu sürdürmek derdiyle âlemi tehdit ederken verilen her oy Ebrehe'nin filleri ve adamlarını dağılmış bir buğday tarlasına çevirdi. Allah Kudüs'ü korur biz devemize bakalım diye yazmak kısmet olduğundan bunun BM'deki aksini izlemek manidardı. Para tehditli tuzaklarının nasıl boşa çıktığını izlemek insanlık için umuda aralanan bir kapı oluverdi. Oyları taşıyan kuşlar zamanın en büyük keşfi dijital ekrana yansıdıkça “siccil”e dönüştü. Akıbetin cevabını ise gelecekten bekliyoruz.

Kâbus belki bitmedi, belki karanlıklaşarak devam edecek ama baki olan bir imanın masum umuduysa, insanlık için bir nizam ve cihana bir mefkûrenin aydınlığıyla faydalı olmak derdiyse ötesi çok da gam değil. “Fil”leriyle gelenden “deve”mizi isteriz mülkü sahibi koruyacaktır!

Kudüs'e dair yaşananlar bundan asırlar önce Haçlı saldırısı karşısında şaşalamış, gerilemiş bir dünyanın uyanışıyla birliğe ulaşması gibi ölü toprağımıza hayatın nefesini üfler gibi oldu. Selahaddin Eyyûbi'nin Musul, Halep, Şam ve Kahire merkezli sağladığı büyük birleşme, bütünleşme iradesini hatırlamamız için vesile olacak bir şimşek olması umduğumuz o ses ve ışıkla gözlerimizin önündeki perdelerin aralanmış olmasını umut ediyoruz. Bugün bahsettiğimiz yerlerin tamamıyla harabe ve yıkımla, insanlarınınsa savaş, göç ve kanla sınandığını düşünecek olursak işimizin çok da kolay olmadığını görüyoruz. Tarihin bize yük olmaması için ondaki vakayı hıfzetmekten, papağanlığını yapmaktan çok oradaki esası, dinamizmi idrak etmemiz gerektiğini anlamamız gerekiyor. Bu olaylar bir “birlik iradesi”ne yol açmadıkça tarihin önümüze sunduğu fırsatlar ıslah edilemediğinden boşa akan ırmaklar gibi önümüzden geçip gidecektir.

***

Dünyamızın ve bunun içinde Müslümanların pek çok meselesi olduğu ortadadır. Bu sorunlara temas eden pek çok yaklaşım söz konusu oldu. Bunlardan birisi de Cemil Meriç'in, “Tufana yakalanmış bahtsız bir toplumu gemisine çağıran Hz. Nuh'a” benzettiği Mehmet Akif Ersoy'dur. Akif mevcut duruma tenkidi ve çilekeş bir bakışla yaklaşır.

İslam dünyasında dinin kendi mecraından çıkarak fersudeleşmesi Akif'te önemli bir eleştiri alanıdır. Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile… Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile! Kaç hakikî Müslüman gördümse: Hep makberdedir; Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!  Nizamın ve cihan hâkimiyeti mefkûresinin kayıp edilmişliği bu cümleden Akif'te söze dökülür: “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz! Kapkaranlıkken bütün âfâkı insaniyetin, Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin;” Milliyet kimlik, mensubiyet ve mesuliyettir.  

Cehalet bu cümleden Akif'in cephe aldığı önemli bir meseledir. “Öyle bir kavm ki dinlerse neva-yı ninni/Gibi dinlerdi onun zemzem-i hikmetini/Öyle bir kavm ki Aşık Ömer'i ezberler/Sonra Kuran'ı sıkılmazda yüzünden heceler/Öyle bir kavm ki Köroğlu'na peygamber der/Sonra Peygambere binlerce hata nisbet eder/Öyle bir kavm ki tahsili tanır da bidat/ Kara cahilliğe sünnet gibi eyler hürmet/Öyle bir kavm ki yaveyi ilm sanır/Öyle bir kavm ki hep meskeneti hilm tanır.” Akif bu bakımdan dinin yanlış anlaşılmasından ve suiistimallerden usanmıştır. “Kolay mı dini hurufat içinde inletmek/Niçin Kitab-ı İlahiyi payimal ettin?/Niçin şeriati murdar elinle kirlettin?” Kaderci tevekküle çalışmaya sırt dönmenin neticesine dair açık sözler söyler: “O ihtişamı elinden niçin bıraktın da/Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında/'Kadermiş!' Öyle mi? Haşa, bu söz değil doğru/Belanı istedin, Allah da verdi… Doğrusu bu/Taleb nasılsa, tabii netice öyle çıkar/Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var/ ‘Çalış'dedikçe şeriat çalışmadın durdun/Onun hesabına birçok hurafe uydurdun/Sonunda bir de ‘tevekkül' sokuşturup araya/Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya.”

Miskin, tembel ve dermansızlık yanından insanın kaybı Akif'in en büyük dertlerindedir: “Şu sessiz kubbenin altında insandan eser yokmuş! Diyorduk : ‘Bir buçuk milyar!' Meğer tek bir nefer yokmuş! Bu hissiz toprağın üstünde mazlûmîne yer yokmuş! Adalet şöyle dursun, böyle bir şeyden haber yokmuş! Bütün boşlukmuş insanlık;  Ne istersen, meğer yokmuş!” Umranını yitirmiş dünyamız bu tembellik ve cehalet içinde perişandır. Akif'in şu mısraları ise bugünün Ortadoğu'sunun resmi gibidir: “Harap iller, serilmiş hânümanlar, başsız ümmetler, Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar(bugünün Irak/Suriye/Afganistan/Yemen/Libya vb), Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar(Irak, Suriye, Arakan, Yemen'den insan manzaraları), Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar; Tegallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler; Riyâlar, türlü iğrenç iptilâlar, türlü illetler(ABD, Ruysa, Suud,BAE vs); Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar; Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar; Cemaatsiz imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar;“Gazâ” nâmiyle dindaş öldüren biçare dindaşlar(DAEŞ); Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar; Emek mahrumu günler; fikr-i ferdâ bilmez akşamlar(Umumi durum)! 

İslam dünyası Akif'in nazarında düşünmeyen başların ülkesidir; tefekkür göçmüştür bu âlemden, umran yıkılmıştır, gaza namıyle dindaş öldüren biçare dindaşlar mısraınıysa bugün izaha gerek yoktur ne yazık ki. Başsız ümmetler derken batızede idrarelerin altında ömür çürüten siyasi olarak bölünmüş bir güruha işaret ediyor. Birliğini yitirenler dirliğini de kaybediyor. Emek mahrumu günler tespiti ise düşünemeyen üretemeyen bir dünyanın fakirliğinin yani ekonomik yokluğunun da izahı gibidir. Buna bir de tefrika eklenince “Şikaak için mi eder, sâde, kalbiniz darabân? Neden uhuvvetiniz böyle münhasır namaza? Çıkınca avluya herkes niçin boğaz boğaza? Ne Müslümanlığıdır, anlamam ki yaptığınız? mısralarındaki feryad yükselir.

İnsanını yitirmiş bu coğrafya, kaderci ve tevekkülcü, düşünemeyen, emek göz ardı edildiği için ekonomik zaaflarla dolu sorunlu bir dini yorumun müntesibidir. Düşünmeyi bıraktığı için kendi irfanı ve asrın idrakinden kopmuştur. Birliğini kaybetmiş bir tefrikalar ülkesidir İslam dünyası. Zamanın gerçekleri, eğitimi ve ruhundan koptuğundan tarihin dışında kaldığı gibi, yanlış anlayışlar yüzünden kendi tarihinde kendini muhafazadan bile mahrum bir güruh. Emperyalizm karşısındaki yenilgilerini katiline âşık olarak taklitle aşmaya çalışan Ne yaparsa Avrupa, bizlerce asıl olan hareket: “O halde biz dahi yaptık!” deyip hemen taklîd durumunda bir coğrafya. Şeker şeker demekle ağız tatlanmıyor ne yazık ki.

Akif'i vefatı yıldönümünde Fatihalarla anarken, Ebrehe'nin fillerine kuşların dokunduğu bir insanlık manzarasından âlem-i İslam'ın Akifce aktardığımız hali pür melaline kadar bir med- cezirler zamanında geleceğe umutla bakmak istiyoruz. Fahreddin Paşa'ya ve Türkiye'ye dil uzatanlar/uzattıranlar acaba bir şeylerin sesini mi duymaya başladılar? Ya nasip…