Edep-2
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
Dil dedik, hâl dedik, kâl dedik, had dedik, hudut dedik…
Edebi tam tekmil anlatmaya yetmezdi hiçbiri… Bu sebeple edebin
duymak ve fark etmekten çok idrak edilesi ve hâlde nüksedesi bir mesele
olduğunu söyleyip bir virgül koymuştuk.
Edep, mekânla da son derece iç içe bir mesele. Özellikle Doğu
medeniyetlerinde mekânın hayattaki değerine dair bilinç daha erken
yerleştiğinden belki edep meselesi de mekânlara has adabın vazgeçilmez bir parçası
hâline gelmiş. Özellikle selamlaşma ve sesin yüksekliğini ayarlamada mekânlarla
özdeş bir adap silsilesi oluşmuş.
Gün içindeki mekânlarla ilişkimiz salgınla kısıtlamaya
uğradığından beri, mecburiyetler ölçüsünce mekânlarla muhataplıkta azalma söz
konusu. Normalleşme evresine geçmemize rağmen çocukların birçoğu hâlen okula
gidemiyor. Bazıları hâlen işlerini evden yürütüyor. Genel duruma bakarsak,
neredeyse yerleşik “ev hâli”nden henüz tam çıkmış değiliz. Normalleşme bütünüyle
gerçekleşse de biliyoruz ki ev ziyaretleri ve kimi toplanmalar için çok erken.
Evlerimiz ev ahalisi dışında neredeyse hiç ziyaretçi ağırlamadığından bu yana mekân
algımız da o doğrultuda değişmiş olmalı.
Ev kendimizi hapsettiğimiz, ihtiyaçlarımıza cevap verecek
malzeme depolaması gereken bir sığınak oldu her şeyden önce. Normal zamanların
paylaşımlarından yoksun. Kalabalık ağırlayamaz hâlde. Bu da bize başka düzen
getiriyor. Ev mahremiyetini başkalarına göre düzenleme konusunda rahatız. Evi ya
da kendimizi derli toplu tutmada, buna dair sınırları belirlemede bir acelemiz
yok. Bu biraz şöyle bir şey: Sanal ortamda ihtiyaç duyulmayan fiziksel
düzenlemelere, artık en çok zaman geçirilen evlerde de pek ihtiyaç duymuyoruz.
Sanal dünyanın bize sunduğu hücreye indirgenmiş bireyselleşme evde de mümkün. Ruberu
iletişim de mecburiyet ölçüsüne göre. İnsanlarla yan yana olmamak, onlarla bir
arada bulunmamak için özel çaba gösteriyoruz.
Bu uzayan tekilleşme ve uzaklaşma döneminde edebin ve adabın
yitiminde gelinen noktayı, bunun kitle yansımalarını hayat akışında fark
etmemiz zorlaşıyor. Ancak bakıyoruz ki sanal dünyanın sınırsızlığında artarak
devam eden bir çözülme var. Bu en çok görsel paylaşımlarda kendini gösteriyor.
Türkiye’de 2000’lerin başlarında herkesi bir eve doldurup
her dakika yapıp ettiklerinin takip edildiği ve kayıt altına alındığı, onunla
da yetinmeyip sıradan diyalogların ülke gündemine yerleştiği “gözetleme”
programlarıyla doluydu televizyonlar. Kişiler gözetlendiklerinin farkında
olarak hareket ediyorlardı ve buna gönüllülerdi. Bir müddet sonra kurguya
dönüşünce işin tadı kaçtı ve tabii reytingleri de tükenince yayından
kaldırıldılar. O süreçte kişisel mahremiyetinden bir insanın bu derece
vazgeçmesi üzerine epey düşündürmüştü kötü manzaralar. Açıklaması zordu, ama
anlaşılıyordu ki bu insanların değerler noktasında kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştı.
Bir insanın değerler yitimi yaşaması ya da kaybedecek hiçbir
şeyi kalmayarak mahremiyetinden vazgeçip bütün hayatını milyonların konuştuğu
bir malzemeye dönüştürmesinin makul hiçbir tarafı yok. İnsan kendisine olan
saygısını bile başkalarına yönelik duruşu vasıtasıyla belirliyorken saygı
mefhumuna yer bırakmayan manzaraların parçası olmak, kişiyi ilkelliğe
sürüklüyor. Medenilikten yani tekâmül etmiş ya da bunu sürdüren toplum içinde yaşama
adabına sahip kişi olmaktan uzaklaşıyor ve hürmete değer olma bilincini
yitirmiş hâlde yaşıyor. Üstelik bunu kendi seçiyor.
Bütün bu mahremiyet/değer yitiminin sebepleri üzerine çok
şey söylenebilir ki söylenmeli de… Dışarıdaki taşkınlıklarını eve taşımak
mecburiyeti, eğlence mekânlarının kapatılması, sanal düzlemde yer alan sosyal
alanlardaki kirliliği de körükledi bir bakıma.
Zaruretler toplum kurallarında, hatta ilahî düsturda bile
bazı kaideleri yumuşatabilir. Eve kapanmak da ziyaretçisiz evler içinde nispeten
daha rahat davranma konforuyla teselli bulma da zaruret kapsamında. Diğer taraftan
evin kapılarını kırıp sınır tanımaz şekilde gözler önüne sermek, geçmişte gözetleme programlarındaki tiplerin ana haberlerde
konuşulmasıyla ya da günümüzdeki gibi âdi suçların gündüz kuşağında bütün
detaylarıyla anlatılmasıyla akraba ve vandal bir durum. Dolayısıyla ne edebe,
ne adaba dair herhangi bir kaideye uymuyor. Her biri ilkel birer manzara…
Bu sınırsızlık, kişinin kendine koyduğu “bakma” sınırını bile
aşacak denli küstah olunca sanal iletişimin her türlüsüne bir kere daha
defaatle “Edep ya Hû” diyesimiz ve çekip gidesimiz geliyor.
***
Künye: Edep; Arapça bir kelime olup toplum töresine uygun davranma; iyi ahlak, incelik, terbiye anlamlarına gelir (TDK Türkçe Sözlük).