17 Eylül 2022

Edirnekapı Şehitliğinde Unutulmayan Abide Şahsiyetler 2

Edirnekapı’da Adnan Menderes’i Hatırlatan Mezar

Edirnekapı Şehitliği’nin her bir karışını şükran ve dualarla geziyoruz. Her bir adımında bir şehidin hatırasını yâd ederek, hatıralar arasında gezerken Şehit Pilot Sabri Kazmaoğlu’nun mezarına rast geldik. Şehit Pilot Sabri Kazmaoğlu ve Adnan Menderes ikisi de şehit.  7 Şubat 1959’da, ikisi de aynı uçaktaydı. Adnan Menderes kurtuldu, Pilot Sabri Kazmaoğlu ise şehit oldu. Nasıl mı? İşte detaylar: 7 Şubat 1959 tarihinde dönemin başbakanı Adnan Menderes ile beraberindeki Türk heyetini Kıbrıs müzakereleri için Londra’ya götüren THY uçağı, ani bastıran yoğun sis nedeniyle, 3 deniz mili mesafedeki Rusper, Sussex bölgesinde Jordan’s koruluğuna düşmüş ve parçalanmıştı.

Kaynak: http://www.kokpit.aero/tc-sev-adnan-menderes

Edirnekapı Şehitliği’nde Yatan “Meçhul Askerin” Hikâyesi

İstanbul’da bulunan Edirnekapı Şehitliği’ne giderseniz, orada bir farklı mezar görürsünüz. Özellikle İstiklal Marşımızın Şairi Mehmet Akif’i ziyaret edenler, mutlaka Polis Şehitliği’ne uğrayıp bu meçhul askerimizin de mezarını ziyaret etsinler… Nasıl buraya defnedilmiş derseniz, işte hikâyesi:

Edirnekapı Polis Şehitliği’nde en dikkat çekici olay ise 1971 yılında tünel inşaatı sırasında asker elbiseleri ile bulunan askere ait Meçhul Asker kabri. Askerimizin bedeni askeri kıyafetleri ile bozulmadan bulunmuştur ve aynı şekilde şehitliğe kabrine konmuş. Polis Şehitliği’nde kahraman polislerimiz ile bu meçhul asker yan yana yatmaktadır.

Gelin olayı, o yıllarda 17. Bölge Müdürlüğü l. Grup Şefliği’nde inşaat sürveyanı olan Kütahya Emetli Ahmet Yenel’den dinleyelim: “Çevre yolu ve tünelinin geçiş yapacağı istikamette, Edirnekapı Mezarlığı bulunmakta, -ne tevafuk ki- Çanakkale şehitlerinin gömülü kısmı da tam yolumuzun üzerinde; mecburen, mezarları açıp şimdiki şehitliğe nakledeceğiz. Bir gün, ölüler arasında elbise ve vücudu nokta kadar bozulmamış bir subay çıktı karşımıza. Tam uykuya dalmış bir kişi; pantolonunun iki yanında kırmızı dikişi vardı. Gözleri yumuk, sanki bize gülüyordu. Öyle bir hali vardı ki; ‘benim canım yok olmadı, öbür dünyada bile olsa ben böyleyim’ der gibiydi. Olay cuma gününe denk gelmişti. Aynen elbiseleri ile tabuta yerleştirip camiye götürdük. Namazını kılarak tekrardan bu günkü yerine diğerlerinden ayrı olarak gömdük. İnceleme sırasında isminin Mülazım Yusuf olduğu tespit edilmişti. Ama, mezar taşına ismi yazılmamış.” (Bakınız: Çanakkale Savaşları, Talha Uğurluel, sf: 235) 

Yangın Vaarr Yangınnnnnn

Evet, bir zamanlar tulumbacılar vardı. Sokak aralarından geçerken “yangın vaaar çekilin yoldan” diye bağırırlardı. Çocuklarımızı itfaiyenin ne olduğunu nerede nereye geldiğimizi anlatmak için güzel bir imkân var artık: İBB İtfaiye Müzesi. İtfaiye Müzesi ilk defa 1931 yılında zamanın itfaiye çalışanları tarafından bugün Fatih ilçesinde bulunan İtfaiye Daire Başkanlığı binası olarak kullanılan bu tarihî yapının yanında ek bir bina yapılarak açıldı. Müze, koleksiyonlarının bakım onarımı ve binanın tadilatı gibi nedenlerle zaman zaman kapalı kaldı. 1989 yılında açılan müze 1997 yılında müze binasının tadilatı nedeniyle tekrar kapatıldı. Zamanın İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın talimatı ile 23.09.1998 günü İtfaiye Haftası münasebetiyle yeniden düzenlenerek ve adının da KONT SZECHENY İTFAİYE MÜZESİ olarak değiştirilerek tekrar hizmete açıldı.

Ömrünün 48 Yılını İstanbul İtfaiyesi’ne Adadı

Kont Szechenyi, ömrünün 48 yılını İstanbul İtfaiyesi’ne adamış bir kişi olarak itfaiye tarihimize adını altın harflerle yazdırmıştır. Kont Odön Szechenyi, 1871 yılında İstanbul’da meydana gelen büyük bir yangından sonra, yangın güvenlik önlemlerinin gözden geçirilmesi ve İtfaiye Teşkilatı’nın organizasyonu için Sultan Abdülaziz’in emri ile İstanbul’a Macaristan’dan davet edilmiştir. İtfaiyenin askerî disiplinle çalışma esaslarını hazırlamış ve dört kara, bir deniz taburu kurmuş, üstün başarılar elde etmiş ve kendisine “Paşa” unvanı verilmiştir.

İstanbul’da İlk İtfaiye Teşkilatını Kim Kurdu?

Yangın söndürmek amacıyla kullanılan tulumbayı, Osmanlı’da ilk defa Fransız asıllı bir mühtedi olan Gerçek Dâvud’un imal ettiği bilinmektedir. Fransa’dan Hollanda’ya göç etmiş olan ve hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan Davud Ağa’nın asıl ismi David olup, İslâm dinine olan ilgisinden dolayı 10 kişiden oluşan ailesi ile birlikte 1128 (1715) tarihinde İstanbul’a gelerek Galata’ya yerleşmiştir. Aynı tarihte donanma ile katıldığı Venedik savaşında top atışlarındaki göz dolduran başarıları vezir İbrahim Paşa’nın (ö. 1730) dikkatini çekmiş ve onun iltifatına mazhar olmuştur. Bu savaş, gayrimüslim David için yeni bir hayatın başlangıcını teşkil etmiş ve dönüşünde Davud-ı Gerçek ismini alarak ailesi ile birlikte Müslüman olmuştur.

Osmanlı Devleti’nde yangın söndürme teşkilâtının kurulması ve tulumbanın kullanılması, Fransız asıllı bir mühendis olan Gerçek Dâvud tarafından 1132’de (1720) gerçekleştirildi. Temmuz 1718’deki Tüfenghâne ve ardından Tophane yangınlarında tulumba ile yangına müdahale eden ve hizmeti büyük takdir toplayan Gerçek Dâvud Ağa’yı Sadrazam Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa 1720’de Tulumbacı Ocağı’nı (Dergâh-ı Âlî Yeniçerileri Tulumbacı Ocağı) teşkil etmekle görevlendirdi. Dâvud Ağa ölümüne kadar (1733) tulumbacıbaşılık vazifesini yürüttü.

WhatsApp Image 2022-09-13 at 13.53.36.jpeg

İtfaiye Müzesi’nin Tarihi

İtfaiye Müzesi’nin Fatih’te bulunan binası, 2008 yılında genel bir restorasyon çerçevesinde tadilata alınınca müze de buradan tahliye edildi. Müze, 29 Mayıs 1996 tarihine kadar İtfaiye Daire Başkanlığına bağlı iken bu tarihten sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğüne devredilmiştir. Müze koleksiyonları; günümüzden 300 yıllık  bir geçmişi bünyesinde barındırmaktadır. İlk tulumba (çardaklı tulumbalar), mahalle tulumbaları, hidroforlu tulumbalar, ilk motorlu pompa, atlı tulumba arabası, bez sarnıç, merdiven, itfaiye merdiveni, eldivenler, itfaiye fenerleri, can kurtarma ipleri, maskeler ve filtreleri, telefon santrali, taksim muslukları, tulumbacı ve itfaiyeci kıyafetleri, yangın miğferleri, amir yangın baltaları, çeşitli şapkalar sergilenmektedir.

Çin Filolojisi Kurmak İçin İstanbul’a Geldi

Edirnekapı Şehitliği’nde kimler yok ki, şehit askerlerimiz, bilim adamları, sanatçılar, siyasetçiler, yazarlar... Edirnekapı 15 Temmuz Şehitlerimizin olduğu yerin hemen karsında Çince yazılmış bir mezar taşı gördük. Kim olduğunu öğrencince siz de şaşıracaksınız. 1950’li yıllarda Formozalı Celalettin Wang Zin Shan adlı Müslüman Çin dilleri profesörü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde bir Çin filolojisi bölümü kurmak üzere ailesiyle birlikte İstanbul’a gelir. Fakat aradan çok kısa bir süre sonra bir kalp krizi sonucu vefat eder. Geride, Fatma Wang ve tam sekiz çocuğu kalır.  Asıl hikâye ise bundan sonra başlıyor.

Çin’den Pakistan’a Oradan da Türkiye’ye

Wang Ailesi, Pakistan’da altı yıl yaşar. Celaleddin Bey, eşi Fatma Hanım ve iki çocuklarına burada beş çocuk daha eklenir. Celaleddin Bey, üniversitede hoca olarak çalışmaya başlar. 1955 yılında Pakistan, Komünist Çin’i tanıyınca, orada da barınmaları mümkün olmaz. Celaleddin Bey, Türkiye ile hiç koparmadığı ilişkileri sayesinde, Prof. Zeki Velidi Togan’ın daveti üzerine, sinoloji (Çin dili ve tarihi) kürsüsünü kurmaya İstanbul’a gelir. Celaleddin Bey, bir yandan üniversitede çalışırken çoluk çocuğunu geçindiremeyeceğini anlayınca bir restoran açmaya karar verir. Sultanahmet’te Adliye yakınlarında bir yer tutulur. Ortağı, Doğu Türkistan’dan bir tanıdığıdır. Celaleddin Bey’in dayısı ve kardeşi mutfakta çalışmaya başlar. Eşi Fatma Hanım yemeklerin lezzetinden sorumludur. İstanbul’un ilk Çin Lokantası kısa sürede dolup taşmaya başlar. Ancak aile, burada bir sorun yaşayınca yeni bir lokanta için aranan yer bu kez Taksim’de bulunur. Şimdi Lamartin Cafe olan Lamartin Caddesi 22 numaradaki yarı bodrumda 10 Ekim 1957 tarihinde Çin Lokantası açılır.

Kanserin Çaresini Sanki Mezar Taşına Yazmış…

Edirnekapı Şehitliğinde kimler yok ki, şairler, yazarlar, siyasetçiler, sanatçılar ve şehitlerimiz tabii ki… Edirnekapı Şehitliğini gezerken mezar taşındaki bir yazı dikkatimi çekti.

Şöyle yazıyordu: “Haydarpaşa Tıp Fakültesi Teşrihi Marazi. Müderrisi Profesör Doktor Hamdi Suat. Bu taş sade bir hayatı, yorulmaz bir sayi örtüyor.”

Kanser alanında birçok başarılı çalışmalara imza atmış olan merhum hocamız, belki de aslında kansere yakalanmamanın çaresini mezar taşına yazmış ne dersiniz? Yani, sade bir hayat ve yorulmaz bir gayret ile yola devam. Sonuç olarak, “Hamdi Suat Aknar, daima düşünen, az konuşan, iddiasız, bilimsel amaçla çalışan, özverili bir hoca idi.” Prof. Dr. Hamdi Suat Aknar, İstanbul Darulfünun Tıp Fakültesinde görevde kaldığı 26 yıl içinde (1907-1933) yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Ayrıca bilimsel çalışmalar yaptı ve kitaplar yazdı.

Prof. Dr. Hamdi Suat Aknar, (d. 1873, Harput (Koru Köyü-Arapgir-Malatya) – ö. 1936, İstanbul), hekim, Türkiye’de patolojinin kurucusudur. 1907 yılında Haydarpaşa Askeri Tıp Fakültesinin oluşturulmasıyla burada patoloji bölümünü kurarak anatomi dersleri verdi. 1929 yılında toplanan 3. Milli Tıp Kongresinde verdiği teklif kabul edilen Aknar, 1933 yılında “Kanser Mücadele ve Taharri Cemiyeti”ni kurarak, bugünkü Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumunun temellerini attı. 1933 yılından 1936 yılında kadar Vakıf Gureba Hastanesi’nde görev yaptı. 1930 yılında Bakü, 1933’te Madrid’te toplanan uluslararası kongrelerde Türkiye’yi temsil etti. Hastalardan tahlil amaçlı alınan parçaların korunması için bir eriyik hazırlayan Aknar’ın bu buluşu, “Hamdi Eriyiği” adıyla Türkiye dışında da kullanıldı. Kanser konusunda yoğun deneysel çalışmalar ve araştırmalar yaparak iki kitap yazan Aknar, bu kitapların 1929 ve 1930 da 4. baskılarını Latin harfleri ile bastırarak, kitaplarını Latin harfleri ile yayınlayan ilk üniversite eğitmeni olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’nın “İstanbul Şehidi”

Edirnekapı Şehitliği’nin her karışında bir şehit hikâyesi var. Zaten adı da öyle değil mi şehitlik. Karış karış gezdiğimiz Edirnekapı Şehitliği’nde bir şehit ismi dikkatimizi çekti.  Hazire Doğmuş Hanım. Ama onun şehit oluş hikâyesi ise ilginçtir.

İkinci Dünya Savaşı ve Ordumuzun Askeri Tatbikatı

İkinci Dünya Savaşı sürerken, Türkiye savaşa girmemek için elinden geleni yapıyor bir taraftan da savaş için hazırlıklarını ihmal etmeyerek gözdağı vermeyi de ihmal etmiyordu. İşte, 1942 yılının 22  Mayıs günü de bir tatbikat vardı. Türk ordusuna ait Yavuz zırhlımızdan atılacak bir top mermisinin Hayırsız Ada açıklarına düşmesi gerekirken yanlış hesaplama yüzünden İstanbul –Aksaray tramvay deposunun önüne düştü. Düşen bu bomba, durakta tramvay bekleyen dört kişinin ölümüne, 17 kişinin de yaralanmasına neden oldu.  İşte yaralılardan Hazire Doğmuş ’da 1 Temmuz 1942 günü şehit olanlardan birisiydi.

Fatih Camisi’nde İmamlık Yapan Ord. Prof Kim?

Mustafa Şevket Yunt, hem Osmanlı dönemi İstanbul’unda hem de Cumhuriyet döneminde çok hizmetler etmiş, çok öğrenci yetiştirmiş bir İslam âlimi. Kendisinin mezarını bayram ziyareti için gittiğimiz Edirnekapı Şehitliği’nde bulduk. Mezar taşında da “Ordinaryüs” unvanını görünce biraz daha yakından baktık ki merhum hocamız aynı zamanda Fatih Camisi’nde imam hatiplik de yapmış. İşte daha bilmediğimiz detaylar:

Mustafa Şevket Yunt, ordinaryüs profesör unvanı için akademik mareşallik rütbesi almış bilim insanı da denilebilir. Mustafa Şevket Yunt,  (D. 1878, İstanbul – Ö. 4 Haziran 1951). İlk ve ortaöğrenimini İstanbul’da tamamladı. Kur’an’ı ezberleyip hafız oldu. İstanbul Dârülmuallimîn (Erkek Öğretmen Okulu) ve Dârülfünun Ulûm-ı Aliye-i Dîniye Şubesi (İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, 1905) mezunu. Fark ders sınavlarını vererek hukuk fakültesini de bitirdi. Bu arada Beyazıt dersiâmlarından (halka ders vermeye yetkili hoca) Çarşambalı Ahmed Hamdi Efendi’nin derslerine de devam ederek icazetnâme (yeterlilik) aldı.

Devamlı Halkla İç İçe Oldu ve Dersler Verdi

Şeyhülislâmlığın açtığı ruûs (ilmiye rütbesi) sınavını kazanarak dersiâm oldu. Vefa İdadîsi, Medresetü’l-Kuzât, Medresetü’l-İrşâd, Medresetü’l-Vâizîn ve Medrese-i Süleymaniye’de uzun yıllar din bilgisi, nikâh usulü, vesâyâ (vasiyetler, tavsiyeler, öğütler), fıkıh (İslâm huku), İslâm huku tarihi, feraiz (miras hukuku) gibi dersleri okuttu. 31 Aralık 1908’de Mekteb-i Mülkiye Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye profesörlüğüne getirildi. İstanbul Kadastro Lisesi, Darüşşafaka Lisesi, İstanbul Hukuk Mektebi gibi okullarda da öğretmenlik yaptı. 1926’da Darülfünun İlâhiyat Fakültesinde tefsir tarihi profesörü oldu. 1933 Üniversite Reformundan sonra ordinaryüs profesörlüğe terfi etti.

Fatih Caminde İmamlık Yaptı

İlahiyat Fakültesi kapanınca Fatih Camii’nde imam hatiplik yapan Şevket Yunt, ayrıca “huzur derslerine” muhatap olarak katılmıştır. Şevket Yunt, son halife Abdülmecit Efendi’nin imamlığını da yapmıştır. Emekli olduktan sonra 1936’tan itibaren ölene kadar avukatlık yapmıştır. İstanbul’un ünlü avukatlarından olup Mısır kralı Faruk ve kız kardeşi Rukiye Hanımın avukatlığını da yapmıştır.

ESERLERİ: Fatiha ve Diğer Bazı Sûrelerin Tercümeleri, Kâdı Beyzavî ile Ebussuûd Arasında Bir Mukayese, Kitâbü’n-Nafakât. Usûl-i Fıkıh Dersleri.

Bulaşıcı Hastalıklara Ömrünü Adamış Bir İNSAN

Edirnekapı Şehitliği’nde sağlık alanında büyük başarılara imza atmış çok değerli bir insanı ziyaret ettik bugün. Ord. Prof. Dr. Tevfik Sağlam: “Bana Tevfik Salim değil, Tevfik Zalim derler” diye dermiş.  Bu zalimliği ise yanlış anlaşılmasın, sadece tembelliğin, ihmalin, adam sendeciliğin bilhassa yalanın ve çıkarcılığın ve tabii ki bulaşıcı hastalıklara karşı mücadeleye karşı kararlı davranmasından kaynaklanıyordu. 1916 yılında ülkemizde de kolera görülmeye başlandığında Erzurum ve Trabzon’da çıkan kolera salgını ile mücadele etti ve “Harp Madalyası” aldı. 1919 yılında, İstanbul’da, Sağlık Müdürlüğünde kurulan Veba Komisyonu’nda, veba salgınının önüne geçilmesi için çalıştı. Yine ülkemizde veremin önlenmesi için ömrünün son günlerine kadar çalıştı. İşte bu güzel insanın hayat serüveni:

Mesleğinde Hızla Yükseldi

1882 yılında İstanbul’da doğdu. İlköğreniminden sonra Askeri Rüştiyeye girdi ve buradaki başarılı öğreniminden dolayı Askeri Tıp Okuluna kabul edildi. 1903 yılında yüzbaşı rütbesiyle doktor olan Tevfik Sağlam, Gülhane Askeri Hastanesinde çalışmaya başladı. Süleyman Numan ve Deyakenin İç Hastalıkları Kliniği’nde asistan oldu. İyi dereceyle sertifika aldı. Mesleğinde çok hızlı bir yükseliş gösteren Tevfik Sağlam, 1906 yılında İstanbul Tıp Fakültesi Dahiliye Profesörlüğüne, 1933 yılında İstanbul Tıp Fakültesi Dekanlığına ve 1943 yılında da İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne yükseldi.

Bulaşıcı Hastalıklara Savaş Açtı

Ondan fazla uluslararası derneğin üyeliğinde bulunan Salam, aynı zamanda bir asker olarak da başarılarını sürdürdü. Yılmadan ülkeyi baştanbaşa geçmiş ve bulaşıcı hastalıklara karşı halkı örgütlemiştir. Onu daha 33 yaşında bir binbaşıyken şark Ordular Grubu Sağlık Başkanı olarak görüyoruz. Balkan Savaşında ve 1. Dünya Savaşında Ordu Sıhhiye Reisliği görevlerinde bulundu ve Bulaşıcı Hastalıklarla Mücadele Teşkilatına başkanlık yaptı. Kurtuluş Savaşında Müdafayi Milliye Sağlık Dairesi Başkanlığı yapan Tevfik Sağlam; kuruluşundan beri içinde bulunduğu Ulusal Verem Savaşı Derneği’nin 1949 yılında başına geçti ve ölünceye kadar da (1963 ) bu görevi sürdürdü. Almanca, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca bilen Sağlam’ın 14 kitabı ve 100’ün üzerende yayınlanmış bilimsel makalesi bulunmaktadır. Tevfik Sağlam’ın 81 yıllık ömrü büyük bir mücadele ve başarılarla doludur.

Lügatında İhtiyarlık ve Emeklilik Yoktur

O, emeklilik, ihtiyarlık gibi kelimelere inanmaz yaşamın sürekli bir mücadele olduğunu kabul ederdi. Dünya Sağlık Teşkilatı, Yakın Şark Tüberküloz Mücadele Merkezi’ni kurmak için bir ülke seçme düşüncesiyle Türkiye’ye geldiğinde, gördükleri karşısında hayrete düşmüşler ve bu merkezin Türkiye’ye açılmasına karar vermişlerdir. Kısa bir süre sonunda Dünya Sağlık Teşkilatı Verem Savaşı Müessesesinin Başkanlığına getirilen Tevfik Sağlım, Beyrut, Şam, Kahire’ye verem mücadele merkezleri kurmuştur. Bugün Türkiye’de bulaşıcı hastalıklarla mücadele başarılı bir şekilde yürütülüyorsa bundan en önemli pay Tevfik Sağlam’ındır. Kısaca özetlersek; o başarılı bir bilim adamı, iyi bir asker, mücadele dolu bir yaşamdır.