Elçilikler büyük hayalkırıklığı yaşayacaklar
17. Yüzyılda dünya üzerindeki diplomatik temsilciliklerin sayıları artmaya başlamıştı.
Ancak henüz kendine özgü kurallara sahip bir meslek durumuna
gelememişti.
Bir general, bir din adamı veya ressam diplomatik görevler almışlardır.
Geçmişte elçilik görevine; sürgün gözüyle bakılmakta, uzun
süre ülkeden ayrı kalmak, güç koşullar altında seyahat etmek, tek başına hayat
sürmek, az para ile çok masraf yapmak, bulunduğu ülkede her an kuşku altında
olmak, insanların güvenini ve saygısını kaybetmek, bir casus olarak görülmek
zor ve arzu edilmez bir durum olarak görülmekteydi. Günümüzde sadece casusluk
kısmı kaldı.
Fransız diplomat Talleyrand (1754-1838)
Bir tavuk kuşu kadar kibirli ve bir uşak kadar aç gözlü, diplomatlar.
Hırsızlık ve casusluk yapmaları 18. yüzyılda gayet normal
karşılanmaktaydı.
Talleyrand rüşvet aldığını ve bu yoldan da büyük servet
yaptığını hiç kimseden saklamamıştı.
Diplomatların o çağda (hala aynı işler) iki görevi vardı.
Efendilerinin işlerini yürütmek ve bulunduğu ülkenin hareketlerini takip etmek…
Diplomatik dokunulmazlık ilkesine sırtlarını dayayıp bir tür
casusluk yürütmekteydiler. Bu bugün de devam etmektedir.
1701 ile 1714 yılları arasında İstanbul’daki Rus Büyükelçi
Peter Tolstoy, Türk yetkilere rüşvetler vermiş, aynı zamanda İstanbul İngiliz Büyükelçisi
Sutton ve Hollanda Büyükelçilerini satın almış, Rusya tarafına kazandırmıştır.
1423 ile 1483 yıllarında Fransa Kralı Xl. Lui bir ülkeye
elçi olarak berberini göndermişti.
Daha yazsak çok uzun gider.
Diplomasi okullarının açılması ile günümüzde elçilik
mensupları, görevli bulundukları ülkelerde hazırladıkları raporlar ile daha
başka enformasyon kaynaklarına ulaşırlar.
Bunu günümüz Türkiyesinde yaşamakta ve görmekteyiz.
Ucuz bir uçak bileti ve ikinci sınıf bir otelde ağırlanan
insan hakları dernekleri, çeşitli NGO’lar, barış gönüllüleri, kendilerine uygun
demokrasi gurupları, Batı’ya gidince tek yaptıkları kendi ülkelerini kötülemek
karalamak aşağılamaktır. Bunların çoğuna yakinen şahit oldum.
Halbuki bunların Batılılar tarafında hiçbir itibarları
yoktur,
Ankara’da yabancı diplomatların tek beklediği, seçim
haberleri, bu avare takımın kendilerine verdikleri abartılı yalan haberlerdir.
Başka kaynakları yoktur. Gelen yabancı gazeteciler bunlar
ile temasa geçip, haberleri ülkelerine yolarlar. Batı’da son günlerde yazılan
haberler aslı astarı olmayan yazılardır.
11 Eylül’den sonra Pakistan’a giden bayan gazeteci
arkadaşımız Dr. Yvonne Ridley şöyle anlatmıştı: “Bütün gün yapılan otelde
Amerikan ve İngiliz elçiliklerin verdiği hazır yazılardan haber yapmaktı. Ben
de abaya giyip, katır ile Afganistan’a kaçak girdim. Gerçek haberleri yapmak ve
yazmak istedim. Yakalandım. Hapis kaldım ama bana çok iyi davrandılar. Serbest kalınca
İslamiyet’i araştırdım ve Müslüman oldum.”
Elçilikler şimdi de 14 Mayıs seçimlerini beklemekte. Büyük
hayal kırıklığı yaşayacaklar, şimdiden söyleyelim.
Osmanlı Devleti’nin Batı’nın desteğini sağlama ya da Batı’nın
görüş ve düşüncelerini öğrenme gibi kaygıları yoktu. Avrupa devletleri nezdinde
sürekli diplomasi gereği de yoktu. Ayrıca kendinden güçsüz olan devletler
nezdinde sürekli temsil edilmeyi Osmanlı imparatorluğu küçüklük saymaktaydı.
Ticaret ise Batı yerine Asya ile kurulmuştu.
Sömürgecilik, ticari yolların, denizlerin yeni keşifleri bu
dengeyi değiştirmişti.
Büyük bir imparatorluk mirası sahibi olduğumuzu unutup aşağılık
duygusuna kapılmayalım.
Otto Von Habsburg, kendisi ile yazıştığımız mektuplarda “Batı
Avrupa Birliği Kuruluşu Osmanlı’nın dahiyane idaresine borçludur” diyor. İsteyen
olursa mektubun kopyasını veririm…