Elma ağacının altında uyuyan adam
Sevgili çocuklar, Mevlana siz çocukları da düşünen, çocuklarla oyun oynayan herkesin sevdiği örnek insanlardan biridir. Evet, diyeceksiniz ki Peygamber Efendimiz S.A.V de çocuklarla oynamıştır. Elbette, tüm güzel insanlar, örnek insanlar çocukları sever, onların yaşlarına göre konuşur arkadaş olurdu.
İşte örnek insan
Mevlana’dan sizlere güzel bir masalımız var. Hadi beraber Mesneviden açalım
okuyalım.
Günlerden bir gün, bir
okulda öğretmenlik yapan Ahmet öğretmen, bisikletine binerek şehrin dışında
gezintiye çıkmıştı. Çevreyi gezmek, ağaçları, bitkileri keşfetmek
istiyordu. Şehrin dışında meyve
bahçeleri vardı. Yaz günü olduğu için meyvelerin kokusu burnuna o kadar güzel
geliyordu ki.
Birden yol kenarında bir
elma ağacının altında uyumakta olan bir çiftçiyi gördü. Ağacın altında
uyuyordu. Yaz günü olduğu için sıcak ve gölge bir yer olduğu için elma ağacının
altını seçmişti. Ama ağzı açık uyuyordu.
Fakat o da ne. Aman Allah’ım, o çiftçi ağzı açık uyuduğu için ağzına bir
küçük yılan kaçmak üzereydi. Yavaşça çiftçinin üzerine süzüldü ve ağzına girmek
üzereydi. Bisikletini bir kenara bırakarak bahçe duvarından atladı adamı
kurmakta istiyordu. Ama eyvah ki eyvah
yetişemedi. Yılan adamın ağzından
içeriye doğru girmişti bile.
Ne yapacaktı şimdi?
Hemen aklına güzel bir
fikir geldi. Tutup o uyuyan adama oradan
bulduğu kalın bir sopayla sertçe birkaç kere vurdu. Uyanan adam, darbelerin
acısıyla bir ağacın altına kadar kaçtı. Ne olduğunu anlamamıştı ki bu adam ki kimdi,
ondan ne istiyordu, hem o ne yapmıştı
ki? Adama yalvaran gözlerle baktı. Ben
size ne yaptım, niye bana vuruyorsunuz. ? Bir taraftan konuşuyor bir taraftan
da kaçıyordu. Çünkü elinde sopası ile öğretmen adama yetiştikçe sırtına
vuruyor, bacaklarına vuruyordu. Öğretmen güçlü ve iri yarı olduğu için
kendisine göre karşı da koyamıyordu. Üstelik uykudan da uyandığı için daha
doğrusu uyandırıldığı için sersem gibiydi. Sonra bağırmaya , kızmaya başladı.
Aman Allahım bugün ne kötü gün, bu kötü adamı neden bana gönderdin. Bu bana
eziyet ediyor al bu adamı kurtar benden. Onu yok et Allahım, diye söyleniyordu.
Ama öğretmen hiç dinlemiyor, onun koşmasını istiyordu.
Çiftçinin artık hali
kalmamıştı. Bir elma ağacının altına
çöktü. Öğretmen geldi yerde duran çürük elmaları göstererek bunları yemek
zorundasın yoksa yine vururum sana dedi. Aman Ya Rabbim bu ne işkenceydi. Önce
vurdu, şimdi de çürük elmaları zorla yemesini istiyordu.
- Beyim, dedi adam, ben
sana ne yaptım. Eğer bana hakikaten kastın varsa, vur sopanı da öldür. Sana
çattığım saat ne uğursuzmuş. Ne mutlu senin yüzünü görmeyene. Dinsizler bile
kimseye sebepsiz böyle yapmazlar.
Bir yandan da lanetler
okuyor, beddua ediyordu:
- Ya Rabbi, cezasını sen
ver, diyordu.
Öğretmenin baskısı ile
çürük elmalardan bir iki ısırık aldı ama koştuğu ve çürük elmaları da yediği
için midesi bulanmıştı. Ve sonra kusmaya başladı. AAA !! O da ne… Bu kusma
neticesinde midesindeki yılan dışarı çıkmıştı. Böylece hem zehirlenmemiş ve
kesin ölümden dönmüştü…
Aman Allah’ım demek bu
öğretmen kötü biri değildi. Demek bu öğretmen onu öldürmeye gelmemiş tam tersi
onu kurtarmaya gelmişti. Bu sefer sevincinden övgüler yağdırmaya başladı.
- Sen bir rahmet meleğisin, dedi, bugün ne
güzel bir günmüş meğer. İyi ki geldin beni ölümden kurtardın. Allah beni
seviyormuş ki karşıma seni çıkardı. Bu bilgiyi kimden öğrendin, sayende
çocuklarım öksüz kalmadı, hayatım kurtuldu.
Senden özür diliyorum. Senin iyilik yaptığını bilmeden sana kötü sözler
söyledim. Beni affet. NE olur sen ne güzel insansın böyle.
Öğretmen ise ne az önce
adamın kötü sözlerine önem vermiş ne de şimdi övgülerinden dolayı da
seviniyordu. O işini yapmıştı. Adamın ölümden dönmesinden dolayı mutluydu
sadece.
Çiftçi ise yumuşak bir
sesle ama peki, neden hocam baştan bana söylemedin ki yılanı yuttuğumu? Eğer, koşmam
ve çürük elma yemem gerektiğini söyleseydin sana kızmazdım.
Öğretmen ise tebessüm
ederek, çiftçiye döndü ve:
- Eğer ben biraz olsun
sana ağzından yılan girdi deseydim, ödün patlar, korkardın. O korku ile
koşamayacağın gibi çürük elmayı da yiyemez belki daha yılan zehirlemeden
korkudan ölürdün.
Kısaca: Evet, sevgili
çocuklar, Hazret-i Mevlânâ’nın hikâyesinde geçen çiftçiden bizde ders
almalıyız. Öğretmenler tecrübeleri ve bilgileri ile bize yol gösterirler. Bizim
bazen bilmediğimiz veya o an kavrayamadığımız bazı olayları bizim anlayacağımız
şekilde anlatırlar. İlk başta kızarız, üzülürüz hatta öğretmenlerimize belki
küseriz ama sonradan ortaya çıkan güzelliği ve başarıyı görünce bu seferde
seviniriz. Peki, ne yapmak lazım? Tabii ki sabretmek gerekiyor. Yani kızmadan,
sabretmeliyiz.
Allah’ın güzel kulları,
Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli,
Hacı Bayram Veli, Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri gibi yıllar önce yaşamış,
benliğini yani egosunun farkında olan güzel insanlardır. Bizlerde kendimizi eğiterek, yetiştirerek,
hem bilgili oluruz hem de etrafımızda bize zarar verecek olan her ne varsa fark
ederek ondan uzak kalmanın yollarına bakarız…
Sevgiyle kalın …