29 Haziran 2016

Emperyalizm ve araplar

Osmanlı'nın Ortadoğu'daki hâkimiyeti 1517'de başladı, 19. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanmadan hitama erdi.  

Arabistan'ın Necid bölgesinde Muhammed bin Abdülvahhab (1703-1791)'ın “Ölüden şefaat beklemek haramdır, türbelere ziyaret şirktir, Müslümanlık iddia etmesine rağmen İslâm'ın icaplarını yerine getiremeyenlerin katli, mallarının yağması vâcibdir” teolojik söylemi, Suud ailesi tarafından kabul edilerek siyasi hareketin ideolojisine dönüştürüldü.

İbn Suud zamanında başlayan hareket, Abdülaziz devrinde toprak kazanımları ile büyümüş ve etkisi katliamlarla genişlemiştir. 1802'de Kerbela törenlerine katılan binlerce insanı kılıçtan geçiren, Hz. Hüseyin'in türbesini yağmalayan hareket; Taif, Mekke ve Medine'yi ele geçirmiştir.

Bu isyanın Mısır ile de irtibatları vardır. Mısır, İngiltere'nin işgali altındaydı.

Mısır önce Fransa'nın ardından İngiltere'nin işgaline uğradı ve Kavalalı Mehmet Paşa ile Osmanlı'ya yeniden bağlandı. Osmanlı, yerel ve yarı otonom bir iktidar olarak ortaya çıkan Mehmet Ali Paşa'dan Vahhabi isyanını bastırmasını istemekteydi.

Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, oğlu Kavalalı Tosun Paşa'yı isyanı bastırmak için görevlendirerek 1812-1813 yılları arasında Mekke, Medine ve Taif'i Vehhabilerden geri aldı.

Hindistan'a geçiş imkânı veren Süveyş Kanalı nedeniyle Arabistan, İngiltere'nin Osmanlı Devleti'ne karşı nüfuz mücadelesinin merkezi sahalarından biridir. Mehmet Ali Paşa, önce Fransız, sonra İngiliz sömürgesine dönüşen Mısır'da Avrupai bir ordu kurarak muhtar bir aktöre dönüştü.

Osmanlı, Mehmet Ali Paşa'dan 1828'de Yunanistan-Mora isyanını bastırması için bir kez daha yardım istedi. Paşa, 1828'de Mora İsyanı sırasında Osmanlı'ya destek oldu. Yunanlılar yenildi.

Fakat Britanya, Fransa ve Rusya'nın hazırladıkları bir donanma 20 Ekim 1827 Navarin Deniz Savaşı'nda Osmanlı-Mısır donanmasını mağlup etti. Kavalalı, Yunanistan'ın bağımsızlık kazanacağını anlayınca İngilizlerle anlaşıp ordusunu geri çekti. Diğer taraftan Rusya, Ortodoks Hıristiyanların ve Yunanistan'ın koruyucusu olarak 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'nı başlattı. Rus orduları Edirne önlerine kadar geldiler. 14 Eylül 1829'da imzalanan Edirne Antlaşması ile Yunanistan bağımsızlık kazandı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya valiliği vaat edilmiş Mora yarımadası Yunanistan'a verildi. Edirne Antlaşması'ndan sonra Mora'yı kaybeden Kavalalı, Girit ve Suriye valiliklerini istedi.

Kavalalı, 1831'de isyan ederek 1832'de Suriye'yi ele geçirdi. Batı askeri teknik-bilgi-teçhizatı ile donanmış Mısır ordusu, Osmanlı ordusuna büyük kayıplar verdirerek Kütahya'ya kadar ilerledi. Savaşta 30.000 kişi öldü. Paşa'nın bağımsızlığını ilan etmesiyle Arabistan'da Osmanlı hâkimiyeti de yara aldı.

Osmanlı Devleti ile Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa arasında imzalanan Kütahya antlaşmasıyla Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya Mora, Girit, Suriye valiliği; oğlu İbrahim Paşa'ya da Cidde ve Adana valiliği verildi.

Mısır'da güçlenen ve Doğu Akdeniz'i egemenliğine alan Mehmet Ali Paşa, hem Osmanlı'nın hükümranlığına ve hem de İngiltere'nin ticari hamlelerine engeller çıkarmaya başlamıştır.

Osmanlı, İngiltere'nin desteğini alarak “Mısır Sorunu”nu çözmek istedi. İngiltere'den istenen askeri desteğin karşılığı 16 Ağustos 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşmasıdır.

Bu anlaşmayla Osmanlı vatandaşı Rum-Ermeniler İngilizlerden daha aşağı bir sermaye grubuna dönüştürüldü.

İngiltere, ticaret anlaşmasıyla elde ettiği kapitülasyonların işletilmesi için İkinci Mahmud'u Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya karşı kışkırttı. Osmanlı-Mısır arasındaki savaş sonunda Osmanlı yenildi, donanmasını kaybetti (1839) ve Tanzimat ilan edildi.

Osmanlıcı tezlerin 1838 “burjuva ticaret anlaşması” ve 1839 “burjuva tanzimatı” ile çöpe atıldığı söylenebilir.

İngiltere, bu arada boş durmadı; Mekke Şerifi Hüseyin'in Arap İsyanı'nı da destekledi. İngiltere ile yaptığı anlaşmalara dayanarak Hüseyin'in bir oğlunun Irak, diğer bir oğlunun Ürdün ve kendisinin de Hicaz Kralı olması öngörülüyordu. İngiltere, diğer taraftan Abdülaziz İbn Suud ile de görüşmekte ve Suud Krallığı'na toprak vaat etmekteydi.

1915'te İngiltere, Osmanlı'ya karşı ayaklanan Mekkeli Şerif Hüseyin'i destekledi McMahon Anlaşması imzaladı. Fransa ve Rusya İngiltere'ye baskı yaparak yeni bir antlaşma (Sykes-Picot Anlaşması) imzaladılar. Rusya'nın Osmanlı ülkesinde hak iddia edişi böyle oldu.

Anlaşmaya göre İngiltere'ye Mezopotamya; Rusya'ya, Trabzon, Erzurum, Van, Bitlis, Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı; Fransa'ya, Doğu Akdeniz, Adana, Antep, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Musul ve Suriye kıyıları verilecekti.

Sykes-Picot Anlaşması gereğince Filistin'de, bir uluslararası yönetim kurulacaktı. Bu bölge adı konulmamışsa da İsrail'di.

Fakat 1917 Rus Devrim'i Anadolu'nun kaderini değiştirecektir. Allah'ın tuzağı çetindir.

İngilizler 1917 Balfour Deklerasyonu ile Filistin'de bir Yahudi vatanı oluşturulacağını açıkladı. 1918'de Osmanlı, Mondros Mütarekesi'yle bölgeden tamamen çıkarıldı.

3 Mart 1924'te Türkiye'de “Hilafetin ilgası” üzerine Hicaz Kralı Hüseyin, 7 Mart 1924'te Halifeliğini ilan etti. Bu gelişmeden rahatsız olan Suud-Abdülaziz 1924 Ağustosunda Hicaz'a girdi. 1925'te Cidde de Suudların eline geçti. Abdülaziz İbn Suud, 1926'da kendisini “Hicaz Kralı ve Necd Sultanı” ilan etti. 1932 de bu topraklar Suudi Arabistan Krallığı adını aldı.

Bütün bu olan bitenleri okudukça görülen o ki, Ortadoğu'da gerçekte bir “Yahudi Meselesi” bulunmamaktadır. Ortadoğu'da İsrail'in varlığı, Süveyş Kanalı'nı kontrol edecek İngiltere'nin çıkarları üstünden projelendirildi. Diğer emperyalistler de bu projeden nemalanmak istemektedir. Başlangıçta Süveyş Kanalı'nın kontrolü için bölgeye sokulan İsrail daha sonra petrol ve şimdi de Kıbrıs doğalgazı için araçlaşmaktadır. Osmanlı bakiyesinde iktidar arayan Araplar, kendilerine emanet verilen sahabelere, tabiine ve Harameyn'e hürmet etmemekle düştükleri tarihsel sefaletten kurtulmaya çalışıyor. İktidar hırsıyla Haccac zamanında Kâbe'yi dahi yıkmış olan Araplar yüzlerce yıldır elde edemedikleri izzeti emperyalistlerle menfaat birliği oluşturarak telafi edemeyecektir.

Bugünlerde İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine itiraz eden İslâmcılığın Ortadoğu'daki Arap Devletleri'ni “normal” kabul etmesi çok şaşırtıcı.

Suriye meselesi ortaya çıktığından beri Suudi Arabistan'ın tek bir Suriyeli mülteci kabul etmemesini “normal” kabul eden İslâmcılıkla muhatabız. Kâbe'nin inşaatla görünmezliğe itilip metalaştırılması da yeni bir yıkımdır.

Kudüs'ü işgal eden İsrail'den bahsedenlerin Kâbe'nin işgalini gözden kaçırdıkları dahi söylenebilir.

Fetih ve Kudüs Geceleri'ne Kâbe imamlarını taşıyan İslâmcı çevrelerin Arapların emperyalizmle girdiği işbirlikçiliği görmemesi beni çok şaşırtıyor.

Türkiye, bölge ülkelerinin tümüyle (Suriye, Mısır ve Rusya dâhil) ilişkilerini normalleştirmelidir.