22 Ağustos 2023

Epiktetos ile kendözümüze, hayata ve dünyalılara bakarken düşünceler

Mavi Gök Yağız Yer

Hayata karşı filozofça duruşta Epiktetos yahut Stoacılar Roma’nın o maddi güç dünyasında; günümüze benzeyen bir yapı içinden insanlığımızın zaman ve mekândan münezzeh duygularını dile getirdiler. Onların felsefesinde bu yargıyı düşündüren, öze dokunan ve zaman ve mekânda kendözümüzle bizi yaklaştıran sözleri daha doğrusu halleri var olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Nereden geldik nereye gidiyoruz hay huyu içerisinden bizi bize anlatan, ayinelik eden hikmet kaynakları pek çok yerden karşımıza çıkabiliyor. Kendi merkezi sabitelerimiz çevresinde tüm zamana, mekâna ve tarihe aksetmiş sözler insanlığın müşterek halini de kimseye kendi icazetini dayatmadan buyur ediyor. Bazen Yunanca, bazen Latince, bazen Arapça ve bazen de Yunus dili Türkçe olup ruhumuza dökülüveriyor. Varlık, birlik üzerine müesses ise; mana bundan aklımız ve ruhumuzu teşekkül ettiriyorsa bunların fikrimize döküldüğü her sema bizim değil midir? Bu asla bir enternasyonalci, köksüz hepimiz kardeşizcilik de değildir. En azından biz bu insanlık mirasına kendini red ve inkâr için sebep olarak bakmıyoruz. Lakin bunları çok önemsiyor ve değerli buluyoruz. Varlığı var eden bir o birlikten çokluk içinden bizlik var etmişse bundan mahrum kalmak mefkûreye sırt dönmek kendözümüzü umursamazlık etmek değil midir?

 

Kendimize Bakarken Liyakati Düşünüşler

Epiktetos bir yerde insanın kendini anlama erdemi için önemli gördüğü felsefe ve filozofa dair düşüncelerinde aslında her işte dikkat edilmesi gereken liyakat ölçütlerini verirken işin bizde var etmesi beklenen hâsıla konusunda da değerli bir yaklaşım sergiler: “Öncelikle yapacağın işin niteliğini anlamağa çalış. Sonra bu yükü taşıyacak kadar güçlü olup olmadığını anlamak için kendi karakterini incele. Çünkü hepimiz aynı şey için doğmuş değiliz. Filozof mu olmak istiyorsun? Düşün ki bu yola girmekle, onlar gibi bütün zevklere veda edebilir misin? Geceleri uyanık kalıp, çalışmağa, ailenden ve dostlarından uzak kalmağa, bir esirin oyuncağı olmağa, kısacası her yerde geride durmağa razı olmak gerekir. Ya bedenine bağlı ya da ruhuna bağlı şeylerle uğraşmalısın. Özetle ya iç dünyanın servetini ya da dış dünyanın zenginliğini elde etmeğe çalışmalısın. Ya bir filozofun karakterini ya da düpedüz bir adamın karakterini seçmelisin. Düşünceler, XL, s.31”. “Felsefe öğreniminde bir adamın ilerlediğinin gerçek belirtileri, kimseyi yermez, övmez, kimseden sızlanmaz, kimseyi suçlandırmaz, güçlü bir kişi imiş ya da bir şeyler bilirmiş gibi kendisinden hiç söz açmaz. Elde etmek istediği şeyin eline geçmesine bir engel ya da herhangi bir şekilde güçlükler çıkarsa yalnız kendisini sorumlu sayar. Olur da bir kimse kendisini överse, onunla gizlice alay eder; eğer suçlandırılırsa haklı çıkmağa çalışmaz. Onun hiçbir şeye karşı taşkın ve coşkun hareketi yoktur. Enver Demirpolat, Epiktetos’un Hayatı, Eserleri Ve Felsefi Görüşler, Fırat Ünv. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 9:2 (2004), s.77-78.” Burada verilen bilgilerin bir akademisyen olarak diyebiliriz ki akademide ciddi çalışmak isteyenler, burayı bir unvan, makam ve para alanı olarak görmeyip bir hayat tarzı düşünenler için çok önemli liyakat gerekçeleri ortaya koyduğunu, akademik kendözümüz için de çok değerli yaklaşımlar olduğunu ifade etmek isteriz. Meslek seçimine dair genel olarak da bakılabilecek bu ifadeler mesleğin oluşturması beklenen sonuçlar açısından da değerli yorumları içeriyor: Bilgiçlik etmeyen, engellerde sorumluluğu üstelenecek kadar aklıselim ve baliğ olan, övgüye ve yergiye itibar etmeyen, aşırılıklardan ari bir karakterin akademide son derece değerli olduğunu ifade ile iktifa edelim.

 

Hayatımıza Ayna Tutuşlar

İnsan söylediği değil eylediğidir. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz denmiştir. Epiktetos bu konuda güncel sancılarımıza dair derinlikli bir yaklaşım sergiler. Sosyal medya çağında, klavye peygamberlerinin yaşadığı bir semada, algının gerçeği yok saydığı bir ortamda şu sözler binlerce yıl geriden güzel bir ikazr: “Cahillerin önünde güzel vecizeler sayıp dökme. Bunun yerine bu vecizelerin emrettiği şeyi yap. Mesela bir ziyafette nasıl yemek yendiğini anlatma. Fakat nasıl yenmesi lazımsa öyle ye. Epiktetos, Düşünceler ve Sohbetler, (çev. Burhan Torak), s. 42.” Bugün sadece konuşan ama örneklikleri az olan erdemler çağındayız. Malumat çok ama eyleyen çok az. Kişiliklerin gelişiminde bu nakısa son derece büyük bir toplum meselesi olarak önümüzde duruyor. Nurettin Topçu’nun dediği gibi var olmak düşünmek ve hareket etmek ise ne düşünen ne de hareket edenler olarak var olduğumuzdan söz edilebilir mi? Muahayyel bir sofrada mutasavver gevezelikler peşinde bir güruh… İşte bu güruhun toplum içinde makam/mevki/para kaygıları onu erdemden ve kendinden uzak bir şey haline getirir. Dekadans bir yoksunluk halidir bu. İnsanlığın bu halini Epiktetos hoş bir teşbihle ortaya koyar: Halka incir ve fıstık atarlar. Çocuklar onu toplamak için birbirine girer. Ama büyükler hiçbir durumda bunu yapmaz. Sen de bu büyükler gibi olmalısın. Eyalet valilikleri dağıtılır, bunlar da çocuklar içindir. Yargıçlık ve konsüllükler dağıtılır; bunlar da çocuklar içindir. Bunlar benim için incir ve fındıklardır. Bunlardan biri rastlantıyla elbisemin üzerine düşerse alıp yerim. Ama onları toplamak için asla eğilmem ve hiç kimseyi itmem.” İşte bu vaziyette yaralı bir toplumdan ne beklenir? İnsan insanın kurdu olur; hırslar aklıları yok eder: “Gizli şeyleri öğrenmeye meraklı ve elinde olmayan şeyleri elde etmek için çok istekli ve bunları elde etmek için alçalabilecek karakterde olan birisine rastlarsan sakın sırrını açma. (Çünkü) Bir başkasının o kişiden senin sırrını öğrenmesi için onu kızgın zifte veyahut insanın uzuvlarını kıran çarka yaklaştırmasına lüzum yoktur. Bir kızın bir göz işareti, hafifmeşrep bir kadının en basit okşaması, en küçük bir mevki ve makam ümidi, bir vasiyetnamede bir mirasa nail olma ihtirası, buna benzer binlerce şey kolayca, senin sırrını ele vermesi (için) kâfidir.” Burada bahsedilen manzaranın, insanlık durumunun, halin Roma’da milattan önce veya sonra bilmem kaç yılında olup bittiği bugün hayatımızı ilgilendirmediği yahut hayatımıza dair bazı gerçekleri yansıtmadığını söyleyebilecek olan var mıdır? Aaa evet ya, gördün mü bakları duyar gibiyiz. Lakin bunları bilmek, Kur’an’ı bilmek, hadisleri bilmek o şey olmaya kafi midir? Milli Eğitimimiz, aile için olgunlaşmamız, toplumda sosyalleşmelerimiz, şehrimiz ve devletimiz bu hal üzere mi bakar insana. Ben öğrettim ötesini bilmem mi diyoruz?

 

O vakit Epiktetos söylesin son sözü : Bu dünya bir konaktır ve hayat bir şölenden başka bir şey değildir. Kendözümüze sahip değilsek hiçbir eğitim, bilgi ve terapi bizi kendimize ulaştıramayacaktır. Bir de şu önemli sözün sözü anlamaya ehil kulaklara/gönüllere denip denmediği. Yoksa o söz zayidir. Hal imiş…

Vesselam