Epiktetos ile kendözümüze, hayata ve dünyalılara bakarken düşünceler
Mavi Gök Yağız Yer
Hayata karşı filozofça duruşta Epiktetos
yahut Stoacılar Roma’nın o maddi güç dünyasında; günümüze benzeyen bir yapı
içinden insanlığımızın zaman ve mekândan münezzeh duygularını dile getirdiler.
Onların felsefesinde bu yargıyı düşündüren, öze dokunan ve zaman ve mekânda
kendözümüzle bizi yaklaştıran sözleri daha doğrusu halleri var olduğunu
söylemek yanlış olmayacaktır. Nereden geldik nereye gidiyoruz hay huyu
içerisinden bizi bize anlatan, ayinelik eden hikmet kaynakları pek çok yerden
karşımıza çıkabiliyor. Kendi merkezi sabitelerimiz çevresinde tüm zamana, mekâna
ve tarihe aksetmiş sözler insanlığın müşterek halini de kimseye kendi icazetini
dayatmadan buyur ediyor. Bazen Yunanca, bazen Latince, bazen Arapça ve bazen de
Yunus dili Türkçe olup ruhumuza dökülüveriyor. Varlık, birlik üzerine müesses
ise; mana bundan aklımız ve ruhumuzu teşekkül ettiriyorsa bunların fikrimize
döküldüğü her sema bizim değil midir? Bu asla bir enternasyonalci, köksüz
hepimiz kardeşizcilik de değildir. En azından biz bu insanlık mirasına kendini
red ve inkâr için sebep olarak bakmıyoruz. Lakin bunları çok önemsiyor ve
değerli buluyoruz. Varlığı var eden bir o birlikten çokluk içinden bizlik var
etmişse bundan mahrum kalmak mefkûreye sırt dönmek kendözümüzü umursamazlık
etmek değil midir?
Kendimize Bakarken Liyakati Düşünüşler
Epiktetos bir yerde insanın kendini
anlama erdemi için önemli gördüğü felsefe ve filozofa dair düşüncelerinde
aslında her işte dikkat edilmesi gereken liyakat ölçütlerini verirken işin
bizde var etmesi beklenen hâsıla konusunda da değerli bir yaklaşım sergiler: “Öncelikle yapacağın işin niteliğini anlamağa
çalış. Sonra bu yükü taşıyacak kadar güçlü olup olmadığını anlamak için kendi
karakterini incele. Çünkü hepimiz aynı şey için doğmuş değiliz. Filozof mu
olmak istiyorsun? Düşün ki bu yola girmekle, onlar gibi bütün zevklere veda
edebilir misin? Geceleri uyanık kalıp, çalışmağa, ailenden ve dostlarından uzak
kalmağa, bir esirin oyuncağı olmağa, kısacası her yerde geride durmağa razı
olmak gerekir. Ya bedenine bağlı ya da ruhuna bağlı şeylerle uğraşmalısın.
Özetle ya iç dünyanın servetini ya da dış dünyanın zenginliğini elde etmeğe
çalışmalısın. Ya bir filozofun karakterini ya da düpedüz bir adamın karakterini
seçmelisin. Düşünceler, XL, s.31”. “Felsefe öğreniminde bir adamın ilerlediğinin
gerçek belirtileri, kimseyi yermez, övmez, kimseden sızlanmaz, kimseyi
suçlandırmaz, güçlü bir kişi imiş ya da bir şeyler bilirmiş gibi kendisinden
hiç söz açmaz. Elde etmek istediği şeyin eline geçmesine bir engel ya da
herhangi bir şekilde güçlükler çıkarsa yalnız kendisini sorumlu sayar. Olur da
bir kimse kendisini överse, onunla gizlice alay eder; eğer suçlandırılırsa
haklı çıkmağa çalışmaz. Onun hiçbir şeye karşı taşkın ve coşkun hareketi
yoktur. Enver Demirpolat, Epiktetos’un
Hayatı, Eserleri Ve Felsefi Görüşler, Fırat Ünv. İlahiyat Fakültesi Dergisi,
9:2 (2004), s.77-78.” Burada verilen
bilgilerin bir akademisyen olarak diyebiliriz ki akademide ciddi çalışmak
isteyenler, burayı bir unvan, makam ve para alanı olarak görmeyip bir hayat tarzı
düşünenler için çok önemli liyakat gerekçeleri ortaya koyduğunu, akademik
kendözümüz için de çok değerli yaklaşımlar olduğunu ifade etmek isteriz. Meslek
seçimine dair genel olarak da bakılabilecek bu ifadeler mesleğin oluşturması
beklenen sonuçlar açısından da değerli yorumları içeriyor: Bilgiçlik etmeyen,
engellerde sorumluluğu üstelenecek kadar aklıselim ve baliğ olan, övgüye ve
yergiye itibar etmeyen, aşırılıklardan ari bir karakterin akademide son derece
değerli olduğunu ifade ile iktifa edelim.
Hayatımıza Ayna Tutuşlar
İnsan söylediği değil eylediğidir. Ayinesi iştir
kişinin lafa bakılmaz denmiştir. Epiktetos bu konuda güncel sancılarımıza dair
derinlikli bir yaklaşım sergiler. Sosyal medya çağında, klavye peygamberlerinin
yaşadığı bir semada, algının gerçeği yok saydığı bir ortamda şu sözler binlerce
yıl geriden güzel bir ikazr: “Cahillerin önünde güzel vecizeler sayıp dökme.
Bunun yerine bu vecizelerin emrettiği
şeyi yap. Mesela bir ziyafette nasıl yemek yendiğini anlatma. Fakat nasıl
yenmesi lazımsa öyle ye. Epiktetos, Düşünceler ve Sohbetler,
(çev. Burhan Torak), s. 42.” Bugün sadece konuşan ama örneklikleri az olan
erdemler çağındayız. Malumat çok ama eyleyen çok az. Kişiliklerin gelişiminde
bu nakısa son derece büyük bir toplum meselesi olarak önümüzde duruyor.
Nurettin Topçu’nun dediği gibi var olmak
düşünmek ve hareket etmek ise ne düşünen ne de hareket edenler olarak var
olduğumuzdan söz edilebilir mi? Muahayyel bir sofrada mutasavver gevezelikler
peşinde bir güruh… İşte bu güruhun toplum içinde makam/mevki/para kaygıları onu
erdemden ve kendinden uzak bir şey haline getirir. Dekadans bir yoksunluk
halidir bu. İnsanlığın bu halini Epiktetos hoş bir teşbihle ortaya koyar: “Halka incir ve fıstık atarlar.
Çocuklar onu toplamak için birbirine girer. Ama büyükler hiçbir durumda bunu
yapmaz. Sen de bu büyükler gibi olmalısın. Eyalet valilikleri dağıtılır, bunlar
da çocuklar içindir. Yargıçlık ve konsüllükler dağıtılır; bunlar da çocuklar
içindir. Bunlar benim için incir ve fındıklardır. Bunlardan biri rastlantıyla
elbisemin üzerine düşerse alıp yerim. Ama onları toplamak için asla eğilmem ve
hiç kimseyi itmem.” İşte bu
vaziyette yaralı bir toplumdan ne beklenir? İnsan insanın kurdu olur; hırslar
aklıları yok eder: “Gizli şeyleri öğrenmeye meraklı ve elinde olmayan
şeyleri elde etmek için çok istekli ve bunları elde etmek için alçalabilecek
karakterde olan birisine rastlarsan sakın sırrını açma. (Çünkü) Bir başkasının
o kişiden senin sırrını öğrenmesi için onu kızgın zifte veyahut insanın
uzuvlarını kıran çarka yaklaştırmasına lüzum yoktur. Bir kızın bir göz işareti, hafifmeşrep
bir kadının en basit okşaması, en küçük bir mevki ve makam ümidi, bir
vasiyetnamede bir mirasa nail olma ihtirası, buna benzer binlerce şey kolayca,
senin sırrını ele vermesi (için) kâfidir.” Burada
bahsedilen manzaranın, insanlık durumunun, halin Roma’da milattan önce veya
sonra bilmem kaç yılında olup bittiği bugün hayatımızı ilgilendirmediği yahut
hayatımıza dair bazı gerçekleri yansıtmadığını söyleyebilecek olan var mıdır?
Aaa evet ya, gördün mü bakları duyar gibiyiz. Lakin bunları bilmek, Kur’an’ı
bilmek, hadisleri bilmek o şey olmaya kafi midir? Milli Eğitimimiz, aile için
olgunlaşmamız, toplumda sosyalleşmelerimiz, şehrimiz ve devletimiz bu hal üzere
mi bakar insana. Ben öğrettim ötesini bilmem mi diyoruz?
O vakit Epiktetos söylesin son sözü : Bu dünya bir konaktır ve hayat bir şölenden
başka bir şey değildir. Kendözümüze sahip değilsek hiçbir eğitim, bilgi ve
terapi bizi kendimize ulaştıramayacaktır. Bir de şu önemli sözün sözü anlamaya
ehil kulaklara/gönüllere denip denmediği. Yoksa o söz zayidir. Hal imiş…
Vesselam