12 Nisan 2016

Erol Güngör’ü hatırlarken

Prof. Dr. Erol Güngör, son dönem tefekkür hayatımızın önde gelenlerinden. Fikrin tefekküre dönüşmesinin nadir örneklerinden biri. Onun pek çok görüşlerinden biri de “aydın”a dairdir. Bu alandaki görüşlerini yeniden hatırlamak fikir hayatımıza bir katkı ve 24 Nisan 1983'te kaybettiğimiz bu büyük ismi ölüm yıldönümünde anmak bakımından, bir Fatiha miktarınca da olsa, kadirşinaslık olacaktır.

Sosyal Meseleler ve Aydınlar başlıklı kitapta neşredilen (s.299-300) aydın insan ve vasat halk arasındaki farkları tartıştığı makalesinde Güngör, “Aydını halktan ayıran taraf, her şeyden önce farklı ve ileri seviyedeki bilgiyi kazanabilecek bir zihni terbiye ve düşünce metodu kazanmış olmasıdır. O, bir hadise ile karşılaştığı zaman “bu nedir?” sualini sormaz, çünkü bu suale alacağı cevap onun ancak görüneni anlama ihtiyacına cevap verir, görüneni anlamak için de vasat insandan daha fazla bir zihnî gayret sarf etmeye ihtiyaç yoktur.”  tespitiyle konuya girer. Görüneni anlamak kimi zaman gösterileni anlamak demektir. Burada vasattan maksat sınıfsal bir dışlama, yukarıdan bakış asla değildir. Zihni müktesebata dair bir tedriç dikkate sunulmaktadır. Hâlbuki O'na göre mütefekkir olmak iddiası taşıyan birisi, zihni terbiye ve metot ile bütüncül bir bakışa sahip olmalıdır. Vasat bir zihinle olaylara bakarak aydın olmak iddiasının ne kadar absürt bir durum oluşturduğu bu zaviyeden daha iyi anlaşılabilir. Sapla samanı birbirine karıştırarak, baktığını göremeyen gördüğünü de anlamayan bir zihinle meseleleri tartışmak zamanımız mütefenninlerine has bir tefekkür garaibidir.

Güngör devamında, “Aydın, gördüğü şeyler arasında bir sebep-netice münasebeti bulmaya çalışarak halkın dar ve sathî dünyasının ötesinde objektif realiteyi kavramaya uğraşır. Halkın dünyası inançlara, kanaatlere dayandığı halde, aydının dünyası daima isbat ve tahkik mevzuu olan bilgilere dayanır.” diyerek düşünce öncülleri bakımından durumu belirler. Burada halkı küçümsemekten ziyade aydın zihninin derinlemesine objektif realiteyi arayan yapısından bahsedilir. Simülasyon ve simulakr'lar dünyasında, teşhirci aldatmacaların imge dünyasına hapsedilmeye çalışılan insan zihninin bu kafesten çıkması elbette merhum Güngör'ün tespitlerine istinatla yakından alakalıdır. Subjektif realiteler ve algı bombardımanı altında zihni körleşen insanın buradan çıkış yolu zihni terbiye ile neden-sonuç bağlantılı bir düşünce pratiğinden hâsıl olacak sahih bilgiye bağlıdır. Kavramlara takılıp manayı ıskalamak, mefhumunu müdrik olmadığı kavramlar peşinde malumatfuruşluk serd etmek zamanımız “aydınımsı”larının diğer bir sorunudur.

Nihayet o, tartışmasını “Halkın bilgisi çok defa hâdiselerin oluşundan sonraki müşahedelere bağlı kaldığı için istikbalde olacaklar hakkında hiçbir güvenilir tatmin veremez. Buna mukabil aydın bu hâdiseler karşısında “niçin” sualini sorduğu ve sebep-netice münasebetlerini araştırdığı için bizi hali hazırda yaşamaktan kurtarır ve gelecek hakkında sağlam bir tahmin kazandırır. Onun tavrı kendisini tamamen ilim adamına yaklaştırmaktadır.” sözleriyle sonlandırır. Elbette bu tespitlerle aydına dair her şey söylenmiş ve halledilmiş olmaz, lakin gelecek perspektifi olmayan her analizin günü kurtarmaya vabeste olduğu buradan anlaşılmalıdır. Aydın gündelikçi değildir. Geçmişi anlamak için zihni terbiye ve metoda sahip olamadığından sebep-sonuç ilişkilerini kuramayıp geleceği anlayamayan zihinler geçmişin külleri arasında eşelenip durmaktan ziyade bir fikir ortaya koyamıyorlar.

Erol Güngör'ün tabiriyle “zihin iffeti”ni yitirmemiş, zırvayı tevil etmek ve mızrağı çuvala sığdırmak dışında gayesi olan gerçek fikir emekçilerinin bu sözlerden hissesine pay düşecektir. Derdi bu topraklar, bu millet ve onun geleceği olan herkes bu sözlerdeki ıstırabı ve derinliği hissedip kendisini bu noktada sorgulayacaktır. Bu topraklara bağlı ve tarihine karşı kendisini mesul hissedenlerin bakış açısı bu olacaktır. Gündelikçi, sübjektif ve halde takılıp kalmayan fikir çilekeşleri zaten söylenmek isteneni anlarlar. Zira modern zamanlarda yeniden kurulmak ve yapılmak durumunda olan dünyamızın buna çok ihtiyacı var. Ol şarı yapılır gördüm; Ben dahi bile yapıldum; dünyasında her türlü imar ile ömrü değerli kılacak umran var edemeyen tefekkür ancak mazinin hatırları ile avunmak zorunda kalacaktır: Bu sözü ârifler anlar; Cahiller bilmeyüp tanlar; Hacı Bayram kendi banlar; Ol şarın menâresinde… İlahi hikmetteki “O, sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi yeryüzünü imar etmede görevli kıldı.” (Hud, 61) sözleri de bu gerçeği ilan eder. Mevcut ve müesses umran her şeyiyle bir ömrü imar etmiyorsa Babil kuleleri dikse de! atıldır ve batıldır. Umran, muğlak moda tabiriyle medeniyetin, şehrin ve insanın hepsinin kendisine göre şekillendiği değer bağımsız bir kavram olarak muhtevasındaki esas ile zamanı ve mekânı şekillendiren bir kavram ve yöntemin adıdır.

Tarih bir milletin geçmişi olduğuna göre, onun millî hüviyeti ve şahsiyeti tarihinin eseri demektir. Şu halde bir millete kim olduğunu anlatmak için onun tarihini belli bir şekilde yorumlamak ve öğretmek gerekir. Bir insanın gelecek hakkındaki başarı tahminleri nasıl onun geçmişine ait kanaatlerinin bir uzantısı oluyorsa, bir milletin şimdiki ve gelecekteki imkân ve kabiliyetleri hakkında fikir sahibi olması büyük ölçüde onun tarih anlayışına göre belirlenecektir. Acaba Türkiye'de nasıl bir millî tarih anlayışı vardır ve nasıl olmalıdır?” benzeri tespit ve sorularla tefekkür hayatımızı aydınlatan Erol Güngör'ü hatırlamak ve geleceğe tevdi etmek düşünce hayatımız adına bir kazanç olacaktır.

Vesselam…