Evimiz Balkanlar
Milyonlarca Müslüman’ın yaşadığı Balkanlarda 100 yıldır İslam’ın izleri silinmeye çalışılıyor. Katliamlar ve soykırımlarla milyonlarcası katledilen Müslümanlardan kalan camiler, medreseler ve hatta çeşmeler dahi yıkıldı. Buna rağmen ayakta kalan Boşnak, Arnavut ve Türk Müslümanlar ise her anlamda sıkıştırılıyor, bunaltılıyor ve yok sayılıyor. Balkanlar bizim evimiz ve Türkiye küçük düşünemez. Balkanlar’da bir medeniye mücadelesi yaşanıyor. Balkan coğrafyası öncelikle bizim medeniyet izlerimizi taşımaktadır. Belki Batıyı da bu denli rahatsız eden şey kendi evleri olarak gördükleri coğrafyada bizim kimliğimize ait olarak görülen tarihi doku ve insan yapısıdır.
NEDEN DÜŞMANLAR?
80 milyona yakın Balkan nüfusunun
12 milyon kadarı Müslüman ahaliden oluşmakta. Müslüman toplulukların başında
ise Arnavut, Boşnak ve Türkleri sayabilir. Tabii Pomak, Roman, Tatar
Müslümanlar da sayıları daha az olmakla birlikte Balkanların Müslüman sakinleri
arasında yer alırlar. Balkan coğrafyası tarih boyunca süper güçlerin ya da süper
güç adayı olarak kendi gören devletlerin ilgi odağı ve mecburi kontrol merkezi
olarak görülmüştür. Roma, Makedonya; Osmanlı Devleti… Bu stratejik olarak haklı
bir durumdur. Zira Asya, Avrupa ve Afrika’ya erişimin en kolay sağlanabileceği
coğrafya olan Balkanlar aynı zamanda birbirinden farklı dini ve etnik unsurları
da barındıran adeta bir milletler mozaiği olarak da biliniyor.
Bölgedeki Müslümanlar için çok
önemli bir tehlike var. Maalesef kültürel erozyon çok hızlı bir şekilde
Müslüman toplulukları kemiriyor.
Müslüman Balkan gençliği hedefsiz, gayesiz ve vizyonsuz bir şekilde her
türlü tuzağın içine çekilmektedir. Dini ve tarihi eserleri zaten savaşlarla ve
katı komünist süreç boyunca tarumar edilen Müslüman halkın, bir asra yakın bir
süredir katliamlar ve göçler arasında iyice yok edilmeye azmedildiği
unutulmamalı. Bu durum beraberinde mevcut gençlik için bir yılgınlık ve boş
vermişliği de getirmektedir.
BALKANLAR ENDÜLÜS OLMASIN
Balkanlar Avrupa’dır. Avrupa’ya
giriş kapılarından bir kapıdır. Burada
yedi asırdan uzun bir süre bayrak gösteren, İslam medeniyetiyle birlikte Batı
medeniyetine sayısız anlamlar katan Endülüs’ün başına gelenler bir asırdır daha
geniş ve yekpare hareket eden dünya devleri tarafından Balkanlardaki Müslüman
topluluklara reva görülmektedir. Bunda aslında sürpriz kabul edilecek bir durum
yok. Kendi medeniyet algılarıyla Müslüman güçlü devletlerin de yokluğundan
istifade ederek düşman saydıkları ne varsa yok etmeye çalışıyorlar. Bunu dün
ortaçağ döneminde kendi aralarında yüzyıl, otuzyıl savaşlarıyla da yaptılar.
Balkan coğrafyası öncelikle bizim
medeniyet izlerimizi taşımaktadır. Belki Batıyı da bu denli rahatsız eden şey
kendi evleri olarak gördükleri coğrafyada bizim kimliğimize ait olarak görülen
tarihi doku ve insan yapısıdır. Batı kendi içinde de Müslüman topluluklara
karşı bu alerjisini sürdürmekte ve aşağılayıcı ırkçı kampanyalarla
ötekileştirdiği Müslüman topluluklara karşı ayrımcılık politikaları
yürütmektedir. Ama unutulmamalı ki Balkanlar bizim de evimizdir. İslam dini
farklılıkları kendi içindeki muhteşem ahenk ile kuşatır ve kucaklar. Kimseye
hiçbir topluluğa inançlarından ötürü baskı yapmaz, yapılmasına da müsaade
etmez. Mabetler, ibadetler korunur. 5 asrı aşan Osmanlı dönemi bunun yaygın
örnekleriyle doludur her şehir ve kasabada. O nedenle Balkan Müslümanları
nerede yaşarlarsa yaşasınlar Sırp, Hırvat, Bulgar ya da Makedon komşuyu kabul
eder, evinde pişirdiğinden ikram eder. Onu yok etmek için çaba göstermez.
Vergisini veren her vatandaş haklardan faydalanır. Hangi dine, inanışa mensup
olursa olsun barış içinde yaşar.
BALKANLARI GÖRMEZDEN GELME
LÜKSÜMÜZ YOKTUR
Bizim Balkanlar’a bigane kalma
gibi bir lüksümüz asla olamaz. Hem tarihi hem de coğrafi olarak bu bir
zorunluluktur. Balkanları görmezden gelmek “ben küçük düşünüyorum” demektir. Ve
şu bir gerçektir ki Anadolu coğrafyasında küçük düşünemezsiniz. Büyük düşünmek
de sadece lafzi olamaz. Bunun gereklerini yapmazsanız durum yine değişmez.
Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya Türkiye’nin koruyucu kalkanlarıdır. Buralarda yaşayan
topluluklar mutlu ve sağlıklı değillerse sizin de kendinizi emniyette
hissetmeniz mümkün değildir. O nedenle Saraybosna’nın, Üsküp ve Tiran’ın huzur
ve güvenliği İstanbul, Ankara ve İzmir’in de huzur ve güvenliğini gösterir.
Yıllar yılı Balkanlardaki acılarla, sıkıntılarla sarsılıp durduk. Balkanların
acıları bizlerin acıları oldu. Osmanlı’nın Bosna’nın kuzeyine Bihaç’a kadar
uzayan yeşil kuşağı bizim de doğal sınırlarımız oldu. Bu emperyal bir bakış
açısı değildir. Zira Moro, Patani ve Arakan ya da Afganistan’a da karşı farklı
bir bakış açısına sahip değiliz. Netice itibariyle herkes için huzur istiyoruz
ve fakat buradaki Müslüman topluluklara destek verilmez ise bu huzurun
sağlanması çok da mümkün görünmemekte.
Türkiye bu topraklarda çok uzun
süre kalan ve adaletle hükmeden Osmanlı mirasının sahibidir. Türkiye
Balkanlarda yeniden büyük güç olma potansiyelini en az Almanya ve ABD kadar
taşımaktadır. Bölgede Rusya Ortodoks Slav kökenli yapılar üzerinden etkinliğini
sürdürme gayretindeyken, AB ise Katolik, Protestan yapıları öncelikli hedef
olarak görmektedir. ABD ise bölgenin Müslüman unsurları üzerinde daha etkindir.
Türkiye’nin boşluğu ABD tarafından doldurulmuştur. Türkiye’nin gittikçe bölge
üzerinde daha fazla inisiyatif almaya başladığı da bir gerçektir. TİKA, Hüdayi
Vakfı, İHH gibi kurumlarla 20 yıla yakın bir süredir başta kriz alanları olmak
üzere afet bölgelerindeki insani yardım çalışmaları Türkiye’nin bölge
etkinliğini daha da artırmakta; dosta güven düşmana korku vermektedir.
Türkiye’nin bu politikasını sürdürmesi yine başta kendisi için önemli bir hamle
olurken bölgede bulunan dost ve akraba toplulukların da kendilerini daha
emniyette görmelerini sağlamaktadır.
OSMANLI HALA BALKANLARDA
Geçtiğimiz günlerde ziyaret
ettiğimiz birçok Balkan şehrinde Osmanlı izlerin yerinde görme imkanına tekrar
sahip olduk. Balkan şehirleri ruhu olan canlı birer yapıdır. Zira geçmişten
izler taşırlar ve onları bugüne aktadırlar. Osmanlı’da ve İslam medeniyet
algısı olarak şehirler cami ve çevresinde doğar ve gelişirler. Çünkü camiler
hareketli, hayat dolu yapılardır. Zamanla kunduracısı, bakırcısı, ekmekçisi ve
diğer ticaret erbabı ve evler, çeşmeler, hanlar, hamamlar ve köprüler kurulur
ve bir de bakmışsınız büyük bir kasaba ve şehir meydana gelmiş. Bu şekilde Plevne’den
Bihaç’a yüzlerce kasaba ya da şehir vücuda getirilmiş ve hemen hepsi canlı ve
hayat fışkıran menbağlar olmuştur. Osmanlı Devleti üzerinde Balkan coğrafyası o
kadar etkilidir ki 30 binin üzerinde eser vücuda getirilmiş ve birçoğu vakıf
eserleri olarak korumaya alınarak uzun yıllar bu hizmetin devamı planlanmıştır.
Nitekim ilk en büyük kayıpların verildiği 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşına kadar bu
eserler hizmetlerini sürdürmüş ve fakat bundan sonra başlayan tarihi eser
kıyımı günümüze kadar aralıksız devam ettirilmiştir. Önemli bir kısmı savaş ve
karışıklık dönemlerinin etnik şiddetinde, bir o kadarı ilgisizlik ve
bakımsızlıktan, bir kısmı da amaç dışı kullanımlarla tarumar edilmiş. Bu
eserlerin %90’ına yakını bu şekilde yok edilmiştir. Şimdi ise Bulgaristan’dan
Macaristan’a kadar yıllara meydan okumayı başarmış onlarca eser ilgi ve alaka
beklemektedir.
Yaklaşık 1,5 asırdır Balkan
Müslümanları inanılmaz zor ve zahmetli günler geçirmektedirler. Savaşlar ve
onların getirdiği açlık, yoklukların doğal sonucu göç olmuş milyonlarca insan
yüzlerce yıldır vatan dedikleri toprakları bırakarak sonu belirsiz yolculuklara
çıkmışlardır. Amerikalı tarihci Justen Mc. Cartey Ölüm ve Sürgün adlı kitabında
1823-1922 yılları arasında Balkanlar ve Kafkasya’da 5,5 milyon insanın
katledildiğini ve 5 milyon insanın da sürgün edildiğini söyler. Bu böylesine
acı bir tarihtir. Bugün Türkiye’de bile neredeyse Balkanların tamamındaki kadar
Balkan kökenli Müslüman bulunmaktadır.
BATILI KÜLTÜREL DEĞERLERE
KURBAN VERİLEN NESİLLER
Günümüzde ise savaşlardan yeni
sıyrılan ve güvenlik ve ekonomik tehditlerin sarıp sarmaladığı, çocuklarını
çoğu kez Batılı kültürel değerlere kurban vermiş aileler çıkar karşımıza.
Komünist yönetim öncesi ve sonrasında kendilerine Katolik ya da Ortodoks komşularına
tanındığı kadar fırsat eşitliği tanınmamış bu insanlar hep dişleriyle
tırnaklarıyla çalışarak ayakta kalabilmişlerdir. Muhaceratta da mukim
bulundukları coğrafyalarda da bu asla değişmemiştir. Her türlü acıya göğüs
geren, inanılmaz badireler atlatarak bugünlere kadar bulundukları coğrafyalarda
dinlerini, kültürlerini muhafaza eden bu güzel insanlara karşı hem devlet hem
de millet olarak vefa borcumuz olduğunu düşünüyorum. Serhat boylarında yıllarca
sabırla bekleyen kardeşlerimizle siyasi ve ekonomik anlamda irtibatların daha
sıkı hale getirilmeli ve insan sıcaklığı olarak da Anadolu’yla Rumeli yeniden
dost ve kardeş olmalıdır.
***
NOTLAR
* Prizren’de bir kahve molasında Prizren
İslam Birliği Eski Başkanı Lutfi Ballek üstadın dilinden merhum Erbakan Hocaya
dair hatıraları dinlemek ve o esnada kahve yudumlamak.
* Konya’dan Kosova’ya bir
ticaret-kardeşlik köprüsü kuran Abdurrahman Doruk gibi isimler Balkanlar’da
daha çok olmalı, daha büyük işler yapmalı inşallah.
* Üsküp’ün kadim çarşısında
içilen çayların, kahvelerin lezzeti.
* Balkan tatlısı Triliçe
kesinlikle yerinde, Balkanlar’da tadılmalı.
* O haçları ne kadar büyük ve ne
kadar yükseğe dikerlerse diksinler gökyüzündeki ay yıldızdan daha yükseğe
çıkartamayacaklar.