11 Ekim 2017

Evrensel insan 2

Önceki yazıda kendisine ‘esmae kulleha' yani ‘bütün varlıkların ve değerlerin isimleri' öğretilen (2 Bakara 31) ‘Âdem'in halifeliğini temel almamız gerektiğine işaret etmiş ve bu iddiamızın delili olarak da Hz. İbrahim'i göstermiştik. Kur'an, Hz. İbrahim'e de kelimeler verildiğini, O'nun bu kelimelerle imtihan neticesinde ‘imam' kılındığını, yeryüzünde haksızlıkta bulunanların aynı makama gelemeyeceklerini beyan etmektedir:

“Ve İbrâhîm'i Rabbi kelimelerle imtihan etmişti. Nihayet tamamlanınca da buyurdu: ‘Muhakkak ki Ben, seni insanlara imam kılacağım.' İbrâhîm: ‘Benim zürriyetimden de (imamlar kıl).' deyince; (Allah): ‘Benim ahdime zâlimler nail olamaz.' buyurdu.” (2 Bakara 124).

Hz. İbrahim'in insanlığa ‘imam' kılınmasının siyasal toplum inşa etmediği bilinmektedir. O, tek başına yaşamış, hayatının geç devirlerinde duasına icabet edilerek iki erkek evlada kavuşmuştu. Bu evlatlarından birisini de karısı Hacer ile birlikte Kâbe'nin hizmetine adadığından tek başınalığı reel olarak aşamamıştır. Fakat soyundan gelenler içinden çıkan ‘halife'ler (Yusuf, Davud, Süleyman) insanlığın görüp görebileceği en kâmil ‘fazıl toplum' modellerini hayata geçirdiler. Bu son cümleden hareketle Davud (as) Hz. İbrahim'in ‘halifesi'dir. Ancak ‘halife'liği başka bir anlamlandırmayla ele alabiliriz.

Örneğin Yusuf (as), kıtlık yıllarında ülkesindeki buğday stoklarını tevzi ederek her erkek ferde bir yıl yetecek iaşesini ayırmıştı. Bu kıssada Mısır'a yiyecek almak için yolculuğa çıkan kişilerin kadınlar, çocuklar, hastalar ve yaşlılar olmadığına işaret vardır. Yusuf (as), babası Hz. Yakub'un payını vermek için Mısır'a gelmesini talep etmemiştir. Günümüzde insan hakları teorisini ileri süren gelişmiş ülkelerin yiyecek stoklarını insanlara tevzi etmeyi düşünmemeleri dikkat çekicidir.

Kur'an bir ayette ‘halife'liği Davud'un hükümranlığına ve hak ile hükmetme olgusuna bağlamıştır: “Ey Dâvud! Muhakkak ki Biz, seni yeryüzünün halifesi kıldık. Bunun için insanlar arasında hak ile hükmet! Ve hevaya tâbî olma! Aksi halde seni, Allah'ın yolundan saptırır.” (38 Sa'd 26). Hatırlanacağı üzere Hz. Âdem de iki oğlu arasında hak ile hükmetmiş ve bu hükme Kabil itirazda bulunmuştu. ‘Halife' kavramı, insanlar arasında haklı ve haksızı belirleyen hüküm verebilme bilgisi, hikmet, hâkemlik vasfı olarak anlaşılmalıdır. Böylece ‘halife', kavmi içinde hakkaniyetle hüküm veren kimse anlamını yüklenir.

Hz. Musa (as) da Rabbi'ne söz verdiği 30 gece halvet için kavminin yanından ayrılması gerektiğinde onları Harun'a teslim etmişti. Kur'an Harun'un bu durumu hakkında ‘ahlufnî - halife ol' kavramını kullanmaktadır: “Ve Musa, kardeşi Harun'a şöyle dedi: Kavmimde bana halef ol (ahlufnî) ve ıslâh et ve müfsidlerin (fesat çıkaranların) yoluna tâbî olma.” (7 Araf 142).

Muammer Esen, makalesinde ‘halife'ye dört anlam verilebileceğini ifade eder: 1) Âdem, Âdemoğlu Allah'ın halifesidir; 2) Bir kavmin helâk edilip yerine başka bir kavmin getirilmesidir; 3) Aynı kavmin içinden yeni gelen neslin öncekinin yerini almasıdır; 4) Birinin işlerini onun adına yürütmektir. Burada birisinden kasıt Allah olursa, o durumda insan O'nun vekili olur. Esen'e göre insanın Allah'ın vekili olması, O'na vekaleti düşünülemez: “İnsanın Allah'ı temsili yorumu, sorgulanması gereken bir tefsir biçimidir. Halifelik, helak olup ortadan kaldırılan bir kavmin veya bir toplumun yerini almak suretiyle gerçekleşen bir olgudur.” (Muammer Esen, İnsanın Halifeliği Meselesi, AÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, XLV, Sayı: I, 2004: 35-36). Esen'in tasnifinde yer almayan bir ihtimal olarak kanaatimizce ‘halife insan', insanlığın tamamı olmayıp belli bir görev (hâkimlik, hakemlik) üstlenen kişiyi ifade etmektedir. “İnsanın Allah'ın halifesi olduğu” düşüncesi, insanlığın büyük bölümünün Allah'a isyanı sebebiyle doğrulanamayacaktır.

Peygamberler ilahî mesajı haber vererek kenara çekilmemektedir. Nebiler aynı zamanda insanların maruz kaldıkları meselelere Allah'tan gelen ilham, işaret, rüya ya da bilgiyle yol göstermekte, hüküm vermekte, ihtilafları çözmekte, müşkülleri kaldırmaktadır. ‘Halife', toplumunu fitnelerden koruyan lider olarak da ortaya çıkabilmektedir. Kur'an'da Zülkarneyn'e  gönderildiği kavmi, Yecüc-Mecüc istilalarından muhafaza etmek üzere dağlar arasına set çeken bir önder olarak işaret edilmesi böyle anlaşılabilir.

Kur'an'daki ‘halife' kavramının gereği olarak ‘insan' ancak Allah'tan gelen bir bilgi olduğu takdirde eşya ve varlıkları anlamlandırabilmektedir. Akıl vasıtasıyla iyilik ve kötülüğün keşfedilebilmesi imkân dışıdır. Nitekim Hz. Peygamber'in karşılaştığı bazı müşküllerde verdiği kararlar nedeniyle Allah'ın O'nu uyardığı,  (9 Tevbe 43), (66 Tahrim 1) gibi ayetlerle  sabit olduğu söylenebilecektir.

İnsan varlığının ‘halife' olduğu iddiası üzerinden ileri sürülen ‘insan hakları' teorisi, insan bilgisinin kaynağı meselesini kenara itmektedir. Bu yaklaşımda ‘din' bireysel / vidanî bir bağlılık olarak ele alınmakta, toplumsal ilişkilerde ortaya çıkan problemlerin nasıl çözüleceği hususu dindarlık meselesinin dışında sayılmaktadır. İnsanın Allah'ı aklederek bulması ve inanması başka bir mesele, bu inançla hukuk ve sulh toplumu inşa etmesi başka meseledir.

Recep Şentürk'e göre insan aklıyla din'i bulabilir:

“Tüm insanlar kusursuz şekilde yaratılır ve günahsız ruhlarla dünyaya gelirler. Doğal olarak herkes, Allah'ın iradesine uygunluk, huzur ve günahsız olma bakımından Müslüman'dır. Fakat sonra gelenekler, âdetler ve kültürler sebebiyle bozulur. İslâm, aklın ve kalbin doğal hâli, doğal din, hukuk ve ahlâk olarak görülür. İslâm kelimesi yalnız Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği dinin adı değil, Allah'ın insanlığa gönderdiği dinlerin tümünün umumî ismidir. Dolayısıyla, bir gayrimüslimin İslâm'ı benimsemesi din değiştirmesi değil, kendi doğasına geri dönmesi anlamına gelir. Aklı temel alan kelâmcılar, Allah'ın peygamberleri göndermemesi durumunda dahi insanların neyin iyi neyin kötü olduğunu akılları ve vicdanlarıyla keşfedebileceklerini, etmeleri gerektiğini savunırlar.” (Şentürk, İnsan Hakları ve İslâm, İz Yayıncılık, 2017: 166).

İnsanın aklıyla Allah'ın varlığına ve birliğine inanabileceği fikri doğru ise de akılla hukuk kaidelerinin bulunabileceği fikri tartışmalı sayılmalıdır. İslâm'ın ‘evrensel insan' ya da ‘küresel vatandaşlık' fikrini getirdiğini düşünmüyoruz.