01 Mart 2020

Fazla rahatlık bizi bozar mı?

Müslüman bir alimin kapısında, kapanmasın diye yerde kalın bir kitap dururmuş. Birgün onun bunu niye yaptığını bilmeyen bir yabancı içeri girerken kitabı yerden almak için eğilmiş. Alim, kibarca "Bırak orda kalsın" deyince yabancı hiddetle: "Alimlerin katında bir kitaba böyle bir saygısızlık affedilir şey değildir" diye gürlemiş. Talebeler adama haddini bildirmeye can atmalarına rağmen, hocalarının cevabının buna yeterli olacağını da biliyorlarmış. Alim kişi, sükunetle: "Bundan daha yakışıksızı, bir topluluğa kendi örfüne uymayan bir kitabın zorla dayatılması değil midir?" demiş. "Herkes fıtratına uyandan mes'uldür..."

Yüzyıldır, Müslüman insanın hikmet üzere tuttuğu yol, 'Bay Yabancı'lar tarafından anlamsız ve gereksiz görülmeye devam ediyor. Aynı tornadan çıkmış çanaklarla mücehhez 'Yeni Dünya Düzeni' bunu emrediyor zira...

'Kitabına uydurarak malı götürme'nin en ivedi ayağı, malın nakliye meselesini çözmektir. Malum kaziyyedir ki minareyi çalana, önce kılıfını hazırlamak gerektir. Sonrası kendiliğinden gelir...

Bugün, haya, iffet, edep, temiz etekli oluş, mahremini kıskanma, geçmişe ait bir hikaye halini almış bulunmakta. Dinin desteklediği ahlaki faziletler, yerini, insan bedeni için sınırsız bir hürriyet tanıyan 'modern' faziletlere bıraktı. Nefsine hakim olmak, beşeri alakaları kontrol etmek, sür'atle değerini kaybetmiş durumda.

'Giyim tarzı'nı sırf dışla ilgili birşey olarak görmek, insanın fikri ve manevi hayatını bundan bağımsız düşünmek bir yanılgıdır. Zira 'giyim tarzı' dediğimiz şey, bir milletin asırlar boyu bir kıvama gelen manevi zevk ve idrakinin tabii neticesidir.

 "Kim bir topluluğa kendini benzetirse onlardan olur" buyrulmaktadır. Bu keskin ve geniş alanlı bir tesbittir.

 Önce 'moda' denilen 'giyim tarzı' teşekkül eder, sonrasında o milletin meyil ve özellikleri, vaz' edilen tarza göre sürekli olarak dönüşür.

 Cumhuriyet sonrası Müslüman insan, 'Avrupai' giyinmekle, ruhu bile duymadan kendi zevki ile bir başka medeniyetin zevkini birleştirmiştir. Bunu yapmakla, kendi milletine ait irfani imkanlardan gönüllü olarak soyunmuş, dışarda biçilmiş 'fikri kölelik libası'nı haberli habersiz giyinmiştir.

 Bir Müslüman, giyinişinde, adetlerinde, hayat tarzında başka medeniyet mensuplarını taklid ederse, iddia ettiği dava ne olursa olsun, ötekinin inanç sistemini zımnen kabul etmiş olur. Bir medeniyetin manevi değerlerine hayran olmadan, felsefi, fikri, örfi cihetden taklit edilmesine imkan yoktur.

 Nitekim yüzyıl sonra görünen o ki hayatını dine göre tanzime karşı, dünyevi bir din algısına sahip bir medeniyeti beğenerek takvalı bir Müslüman olarak kalmak diye birşey yokmuş...

 BUNLARI NİÇİN YAZIYORUM?

 Bu satırların sahibi hala aktif eğitimin içinde olan biri. Bilhassa genç kızlarımızın fıtri özelliklerini koruyarak varlıklarını ifade etmesi, nesillerin selameti için en önemli davamız olmalıdır.

 İnsanın dünyaya iniş macerası, Rabbini tanıma tedrisatından ibarettir. Bu doğrudur. Ayetle sabittir. Lakin bu mümbit irfan havzasının çocukları son asra kadar bu tedrisatın basamaklarını güzel anlamış, anlatmışlardır. Erik ağacında üzüm yenmez. Ceviz hiç yenmez. Her ilmin bir usulü bir şeraiti vardır. Çorba çatalla içilmez.

 Her eğitimci az çok bilir ki kimse fetva makamında değildir. Sen örnek olarak tebliğini yaparsın, üstünü Ahkemü'l-hakimin olan Allah tamamlar. Peygamber Efendimiz sav için bile "Fe-zekkir; innema ente müzekkir. Leste aleyhim bimusaytır" emri vaki olmuştur. İçindeki fıtri güzelliği hatırlatabilirsin insana ancak. Kimse, bir diğer nefis üzerine inzibat memuru kılınmamıştır.

 Tesettür emrini çiğniyor olabiliriz. Hikmeti vardır Cenab-ı Hakk'ın. Her nasip vaktine rehindir. Hesabı, Rabbiyle kendi arasındadır. Bu haramdır. Lakin nefsime ağır geldiği için yapamıyorum dersin. Ötesini Rabbinle halledersin. Lakin İslam'ın beş şartında tesettür emri yoktur. Füruattandır; dersek konunun mihrakı değişir.

 Konumuz şu an için bu da değildir. Haya duygusu olan bir kadın, bütün uzuvları belli  olacak şekilde ortalık yerde nasıl arz-ı endam edebilir? Bir beyefendi eş bunu kendine nasıl yedirebilir; konumuz budur.

 Bir hanımefendi, misal olarak mahremiyle mahrem alanda anca giyilecek bir tayt ile veya yılan dolanmış gibi o acayip meşin şeylerin içine girip nasıl insanların ortasında gezinebilerek üstelik irfani meselelerden dem vurabilir; bunun konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Yüz senedir niye konuşmadık demeden, konunun edep dairesinde gündemde kalması gerektiği düşünüyorum.

 Kat'iyen kınıyor değilim. Allahımızın koruması olmasa hiç bir nefis tebrie edilmez. Ayetle sabittir. Elhakk. Kabuğu yerinde, içi kurtlanmış nifak öbekleri ise çok daha ağır bir yaradır. Doğru; lakin aynı elin, farklı parmaklarını oynatarak oynadığı bir oyundan bahsediyorsak, umulur ki birinin çözülmesi diğerinin de deşifresini sağlayabilir.

 Bunun için konu, muhatap kodlamadan konuşulmalıdır. Birlik beraberliği koruyan bir dil ile konuşulmalıdır. Bu, bir milleti imha projesinin en etkili planlarından biri olduğu için çözüm buluncaya kadar gündemde tutularak konuşulmalıdır.

 BENİM KALBİM TEMİZ...

 Gençler bana şöyle diyor: Hocam, nasıl rahat ediyorsak o şekilde hayatın içinde olalım. Şekle takılmayalım. İnsan olalım, kalbimizi temiz tutalım yeter. Modern çağda din yok, ahlak var. Toplum geliştikçe ahlakın değişmesi de normaldir...

 Tamam kalbimizi temiz tutalım; Allahımız suretlerimize değil de kalplerimize bakar o da tamam. Lakin haya giderse merhamet merhamet giderse iman gider diyordu hadis-i şerifte hani?

 Hani Hz. Hatice validemiz tesettür emrinden 19 sene önce başındaki tülbenti açınca Cebrail as gitti demişti Peygamber Efendimiz. Bu hadiseyi de Hz Aişe validemiz bir güzel rivayet etmişti hani?..

Burdan şunu anlıyoruz ki tesettür sadece bir şekil meselesi değilmiş. Manevi güzelliklerin celb edilmesinin ön koşulu imiş...

 Şimdi,  onu tevil ettik, bunu müteşabihe bağladık; eyvallah. Bu memlekette bir takım kahraman şövalyelerin (!) tasavvufsuz bir İslam dayattığı da doğru. İyi de dünyadaki BeşiBirlikler de İslamsız bir tasavvuf pompalamıyor mu yüzyıldır?!..

Ve aslında onu dayatan da bunu dayatan da aynı koordinatta değil mi?

 Tasavvuf takva demek diye nutuklar irad ediyoruz. Lakin ortalık fetvadan geçilmiyor. Sen azimetle amel et ruhsatla değil. İyi de bu amel azimeti sadece kalbî ameller için mi geçerli acaba?

 Velilerim kubbelerimin altındadır. Onları benden başkası bilmez. Eyvallah. Bin bin eyvallah.

Her gördüğümüzü Hızır bilmeyi de severiz millet olarak. Ona da eyvallah. Ehlullahı tenzih de ederiz. Kendi sıfatının kubbesindedir zira. Gerçek Hak dostuysa, kalp değilse, foyası da dökülmez zaten…

 Lakin sade, saf temiz halka örnekliğimiz açısından, binlerce genç hanımefendi evladımıza sunduğumuz model açısından, bizi kim tenzih edecek?!..

 EHEMM MÜHİMM SIRALAMASI ESASTANDIR...

 Hocam ben İbnü'l Arabi okudum. Kabuğa ihtiyacım yok özün de sütünü içiyorum artık...

Afiyet şifa olsun da kabuk olmasa özü nasıl koruyacaksın benim güzel yavrum?

Karpuzun kabuğunu soy bakalım kaç gün kokmadan kalabilir?!..

 

Ben Mevlana okudum hocam. Saçımın her telinde binlerce Şems asılı… Bak işte orda duracaksın.

Hazretin dönemine, meclisine bakarsın.

"Kim olursan ol gel" manasını Ebu Saidlerden alıp çağına getirmiştir; eyvallah.

"Nasılsan gel lakin Allahın Rasulullahın razı olduğu hale erişerek kal" demiştir.

 

"İçi kafir dışı müslüman çoktur" diyor ya ilahide;

Vakit, dar vakittir. Dar vakitlerde dininin esaslarına, takvanın libaslarına, irfanın edepten yansıyan tarzına inadına dört elle sarılma vaktidir.

Şeytanın bizi Allah'ın rahmetiyle en çok kandırdığı vakittir.

 

Evet...

Cehennem yerinde hiç ateş yoktur Herkes ateşini kendi götürür Ben de bunu söylüyorum zaten:

Bu halimizle cehenneme suretlerden kütük hazırladığımızı...

 

Evet...

Ararsan Mevlayı kendinde ara

Mekke'de Kudüs'te Hacda değildir.

Eyvallah. Tam da bunu diyorum...

Mevla-yı zül Celal, ancak emirlerinde yasaklarında aranır. Razı olduklarında aranır. Razı olduğu hallerde, yerlerde aranır.

 

Benim kalbime baksın. Bedenime bakıyorsa zaten sapıktır… İtikad bozukluğunun bu kadar üst mertebelisine de birilerinin çıkıp 'pes' demesi gerek miyor mu artık?

 

Evet; imanın altı şartında da tesettür yoktur lakin meleklere iman ettiysen, melekelerini nasıl koruyacağını da bilmen gerekir.

 

EMR-Bİ'L-MA'RUFU TERK EN GÜZEL YOLU TERKTİR...

 

Peygamber Efendimiz ve inananlar Mekke'deyken 13 sene kendi nefsi adına savunma yapmadı. Buna öyle alışmışlardı ki cihad farz kılındığında yani hukuk dönemi başladığında bu nefislerine zor geldi lakin emri ikiletmediler.

Tabi ki önce iman sonra hukuk gelir. Lakin bu milletin damarlarında 14 asır İslam olmanın haysiyetine ve şuuruna sahip bir cedd-i azizin kanı dolaşmakta ise, artık hukuku tartışmıyor olmamız gerekmez mi?

Din, bütünlük ister. Bunu at, şunu çıkar; sonunda "şimdi kuşa benzedin" misali, kuşun adı kalır ama aslı kalmaz.

Cihad insana hoşuna gitmediği zaman farz olunur. Kardeşinin canı kendi canından kıymetli olduğunda farz olur.

Sözün hitamı, İmam Rabbani Hazretlerinin oğlu Muhammed Masum ks'un bir ifadesiyle olsun:

"Bizim pîrlerimiz ki meşâyıh-ı Nakşibendiye'dir. Onların tarîkları ise ittibâ'-ı sünnet ictinab-ı bid'attir. Emr-i ma'rufdur ve nehy-i münkerdir ve bu'z- fillâh ve cihâdu fi sebilillâhdır... Emr-i ma'rufu terk eylemek, bu tarîka-i âliyyeyi terk olur."

 

Velhasılı kelam...

Allahımızın rahmeti büyüktür; lakin gerektiğinde gazabı da büyüktür. Şeytan bizi Allah'ın rahmetiyle kandırmasın. Allah'ın rahmetine kanmışları  aramıza katmasın. Bizi daim yolunda fisebilillah cihad eden muhsinlerden eylesin. Amin.