Fethi Gemuhluoğlu
Odası tıklım tıklımdır. Gelenler, tanıtırlar kendilerini.
“Ben milletvekilimizin, bakanımızın
selamıyla geldim.”
“Ben eşraftan saygıdeğer zatın
tanıdığıyım.”
“Ben, ben, ben…”
Hamili kart sahibi yakınımdır,
kartvizitini uzatanlar…
Canı sıkılır, yüzü buruşur, yüreği
daralır, patlar sonunda:
“Yahu
sizin soyunuz sopunuz yok mu? Neden onları söylemiyorsunuz?”
Odadakiler üzerinde soğuk duş etkisi
yapar. Alışılagelmiş tutumları değiştirmektir, niyeti.
Şaşkınlık, bir süre sonra yerini güvene
bırakır.
“Ben”den hoşlanmaz. “Biz”dir, sevdiği zamir.
Makamı açıktır herkese.
Keşan’a, Bandırma’ya, Biga’ya,
Sandıklı’ya, Kulu’ya, Turhal’a, Nallıhan’a, Ardahan’a, Çemişgezek’e, Yüksekova’ya
selam gönderir.
Şaşırırlar. “Bu kadar adamı nerden tanıyor?” derler. İnsan odaklıdır, selam
merkezlidir.
“Elli
üç yaşındayım. Kırk senedir söz orucu tutuyorum. Yirmi beş senedir yazı orucu
tutuyorum. Ne yazarım, ne çizerim. Zaten okuryazar takımından da değilim.”
Tevazunun zirvesidir, Gemuhluoğlu.
Belki yazmamıştır, belki konferans
konferans haldır haldır dolaşmamıştır. Lakin yazan bir kuşak, konuşan bir nesil
onun eseridir.
Genç yaşta ebedi yurda göçeceğini
hissetmiştir: “Ama bu sözlerim size sanki bir veda gibi, sanki son sözlerim
gibi…”
Dost tarifinde 2 zirve şahıs öne çıkar:
Hicret
gecesi şehadeti göze alan Ali, nam-ı diğer Şah-ı Velayet… ile,
Yar-ı
Gar, mağara arkadaşı Ebubekir’dir, İkinin İkincisi’dir.
Tenkidden ziyade tebliğdir aslolan.
Tenkidle vakit öldürmeyi değil, tebliğle vakti yaşamayı önemser.
Batı adamı bunalımlıdır. Doğu insanı ise
her şeye rağmen bağlıdır hayata.
”Doğu
adamı yerinmez ve sevinmez. Çünkü dünya, yerinilecek ve sevinilecek bir yer
değildir.”
Tarih şuuru dipdiridir.
Al-i Osman yerine Al-i Mithat kurmak isteyenleri,
Ali Suavi’den Prens Sebahaddin’e uzanan ihanet çizgisini deşifre eder.
“Hanedan-ı
Al-i Osman’ın mülkünü, 1912’den 1920’ye kadar particilik yaparak bitirdiniz.” der.
İçi parçalanırcasına, hiddetlenerek:
“Eskiden
vali gönderdiğiniz yerlere şimdi sefir gönderiyorsunuz. Hiç utanmıyorsunuz!” diye hesap sorar.
Arapgir Postası’na yazılar gönderir.
Arapgir’den; Cezayir’in, Gana’nın kurtuluş reçetesini yazar.
“Mücahidlerin
tam göğsüne, Gana’yı değil Fransa’yı merkeze alarak kurulacak her denklem yerle
yeksan olacaktır.” der.
Mağrip Ocakları kurulup, Afrika
özgürlüğüne kavuşturulmalıdır.
“İyi
olacak, daha iyi olacak!”
diye parmağıyla gösterdiği yer Ortadoğu haritasıdır.
“Düştüğü
yerden kalkmadan bir mücadele, diğer halkların da kalkması mümkün değildir!” der.
Öyle derin bir his adamıdır ki, “Çile Şairi’nin
Bir Adam Yaratmak piyesini daha 13’ünde tek başına oynamaya kalkar.”
Beyazıt’taki Küllük Kahvesi, bir
mekteptir onun için. Ateşli konuşmaların menbaıdır.
Nice zaman sonra Petrol Vakfı’nı kurar.
Vakıf bahanedir. Amacı derdi tasası, garip gurabaya burs vermek, ayakta
tutmaktır.
Hedefe koşan ok misali, tanıştığı her
genci ihya edecektir.
Kaldırımlar şairinin, “Fikir ve çile birliği
içinde yekpareleştirdiği…” nadide bir dosttur.
Pakdil Üstadın, “İnsan arttığını, çoğaldığını
duyumsuyordu, onun yanında…” şahitliğiyle keyfiyet bulduğu… mümtaz bir
şahsiyettir.
Zarifoğlu, “Tek başına bir okul”
hayranlığıyla süzer onu.
Harput kültürünün kale karakteri
Kabaklı’nın nazarında, “Görünmeyen himmetlerin adamı”dır.
Akif İnan Önderin tespitiyle, “Kelamın
en zarifini, edebin en kamilini, siyasetin en ferasetlisini…” yaşayan ve
yaşatandı.
En çarpıcı yorum da Nabi Bakandan gelir:
“Sürgünde kurulmuş bir Osmanlı Divanı”dır.
“Sözle sema yapan”dır, Hilmi Yavuz’un
gözünde.
Miyasoğlu onu 4 terimle özetler: “Vefa,
bağlılık, şuur, iman!”
Ergun Göze, “O bir insan mühendisi” der,
toplum mühendislerine nazire yaparcasına.
Erdem şairin, “En bunalımlı anlarda
yanıbaşında”dır.
Cahit Tanyol’un hayran hayran,
“Kutuplaşmanın ötesinde insana bakmasını bilen” tanımlamasını hak edendir.
Fethi Üstad, Aşksız insanların “…büyük
pazarlıklar içinde” olmalarına ihtihza ile bakar.
Kültürsüzlüğün dibe vurması onu
kaygılandırır:
“Cebinizdeki
son parayla simit almayın, tiyatro bileti alın” der.
Nitekim en geniş tarifle o bir “Türkiye Muhtarı”dır!
Yedi Uyurlar’dan mı, Yedi Başak Veren
Filiz’den midir bilinmez, etrafına hep “Yedi
çocuk yapın!” derdi.
“Öyle bir tohum gerek ki, insanın içine
düşmeli, orada yeşermeli, orada göğermeli, orada başak tutmalı.
Harmanı hasadı insanın içinde olmalı.
İnsanın içinde savrulup içinde ambarlanmalı. İnsan ona değirmen kesilmeli, bu
değirmen bizde çağıldamalı…”
Dostluk hayata bütünüyle bakabilmektir:
“İnsan
fikre dost olunca; tarihe, coğrafyaya, ormana da dost olur.”
“Aklı olanlar aşkı seçsinler ve aklı
terk etsinler” der. Çünkü “Akıl, akılsızlara gerektir.”
Selamı öyle zariftir ki:
“Sahib’i
selamlarım. Sahib-i Hakiki’yi selamlarım. Sağımı, solumu, önümü, ardımı
selamlarım. Validesini, Hatice validemi, Fatıma validemi selamlarım, Cihar-ı
Yar-ı Güzin’i selamlarım…”
O, zor zamanların adamıdır. İçte küfür
kasırgası her yanı sarmıştır. Dışta ümmet coğrafyası işgal altındadır. Dostluk
kurulmadan hiçbir sorun çözülmez.
“Bütün
dostluklar söylenmelidir!”
der, yüreğinden akan çağlayanın etkisiyle..
“Önce
refik, sonra tarik” en
sevdiği Resul sözüdür.
“Kelime-i Şehadetten habersiz gençleri
görünce kalbim daralıyor, göğsüm çatlayacak gibi oluyor” der.
Adeta bir modern zaman dervişi, alpereni,
mücahididir.
“Size namaz kılıyor musunuz? diye sormadım.
Siz hiç secde ettiniz mi? diye sordum” der.
Farkındalık ortaya kor, değerler eğitimi
verir, kısa sürede.
“Uykusu az olanların uykularını kaçırmak
için konuşuyorum”dur maksadı.
Uğur Derman onu son görenlerdendi:
“Ben gidiciyim artık, hakkınızı helal
edin, demeye başladı. Ekim’in 4’ünü 5’ine bağlayan gece yerinden doğruldu,
“Kalkın ey ehl-i vatan dediler, kalktık!”
dedi, sonra bana döndü:
“Bakalım
yerimize kim oturacak!”
dedi.
Koltuğu hep boş kaldı.
Selam saygı ve muhabbetle!...