25 Ekim 2022

Fuat Köprülü, Annales, İbn Haldun ve Tarihçiliğimiz 2

Büyük düşünceler ancak büyük sistemlerin gölgesinde doğar veya büyük düşünmek var oluşu büyük sistemlerle ifade etmeye bağlıdır. Prof. Dr. Fuat Köprülü bu yolda önümüzde ciddi bir yol gösterici olarak durmaktadır. Köprülü’nün teorik planda Annales çerçevesinde ifadesini bulan terminolojisinin kendine özgülüğünü anlamak için en iyi yol uygulama alanı olan çalışmalarına bakmaktır. Şüphesiz onun İbn Haldun ve Annales arasındaki çizgisinde nasıl bir büyük zihin ve müdrik akıl olduğunu görmek noktasında bu usul bize yardımcı olacaktır. Bu noktada ele alınabilecek en münasip eserlerden birisi “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” başlıklı olanıdır. Bu çalışmada Köprülü bir monografi sunma ötesinde bir tenkit ve cevap yöntemi ortaya koyar. Burada onun öncelikle konuyu takdimde uyguladığı usul gerçekten dikkate şayandır. Ama ne yazık ki Köprülü şimdiye kadar içi açılmamış bir şöhret kutusu olarak kaldığından metodolojik olarak tarihçiliğimize yapacağı katkı hep yaldızlı bir şöhretin ve cilalı birkaç sözün ötesine geçemeyen muhtevada ve satıhta kalmıştır. Kadim bir akılla moderne nasıl cevap verileceği veya asrın idrakine geleneğin nasıl anlatılacağı ve yeni terkipler ile zamanda nasıl var olunacağı konusunda çok veciz bir örnekle karşı karşıya bulunduğumuz hemen ifade edilmelidir. Bir cevap vermenin ötesinde ve daha önemlisi tarih alanında metodolojik düşünmeyi öğrenmek noktasında gerçek bir yol işareti mesabesindeki bu sistematik gerçekten incelenmeğe değerdir. Prof. Dr. Osman Turan’ın Köprülü’nün tenkitte geldiği noktayı ortaya koyan şu görüşleri bu bahsin daha da vuzuh kazanması bakımından son derece önemli olacaktır: “Fuad Köprülü'nün ilmî tenkitleri çok kudretli olduğu nispette de sert idi. Efrâdını cami ve ağyârını mani vasıfta bu tenkitlere uğrayan, yerli-yabancı, âlimler onun zekâsı, ilmî görüş ve metotları (silahları) karşısında ciddi bir mukabelede bulunamaz ve aciz kalırlardı. Zaten onun en kuvvetli tarafı da ilmî tenkidleri değil mi idi? Bu sayededir ki, F. Köprülü millî tarih hakkında Avrupa'da ve Türkiye'de ileri sürülmüş ve hatta asırlarca yerleşmiş pek çok yanlış tez ve görüşleri yıkmıştır. Bu suretle O, Türk tarihi sahasında yeni ufuklar açmış, yeni meseleler vaz' ve halletmiştir.(Osman Turan, “Türk İlmi’nin Abidesi: Prof. Fuad Köprülü”, Makaleler, (Haz. Altan Çetin-Bilal Koç), Ankara, 2010, s.702.)“

Fuat Köprülü Osmanlı Müesseselerinin Bizans’tan alındığına dair tarihçilerini fikirlerini ele alırken öncelikle bunların esas ve usul yönünden bir tenkidini yapmaktadır. Burada şu soruyu sorar: “O halde bütün bu derin meçhullere rağmen, Bizans müesseselerinin İstanbul fethinden sonra Osmanlılar tarafından alınmış olduğunu iddia edenlerin dayanakları nedir? Ve acaba ne gibi muhakeme ve istidlallerle neticeye varıyorlar(Fuat Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, Ankara, 2004, s.37)”. Burada görüldüğü üzere Köprülü’nün, İbn Haldun’un haberlere yalan karışmasının sebeplerini irdelediği o tenkitçi bakış açısıyla konuya yaklaştığını görüyoruz. Bu şahıslar neye dayanıyorlar ve neyle düşünüyorlar? Cevapsa İbn Haldun’un tenkitleri ile mutabık düşmektedir. “Bu iki sualin cevabını vermek güç değildir. Önce, XIV. Yüzyıl Osmanlı Tarihinin henüz pek meçhul olması ve işte bu derin meçhullük sebebiyle bu hususta geniş tarihçi muhitinde ananenin sürükleyip getirdiği birçok yanlış fikirlerin hüküm sürmekte bulunması, onları serbest istidlallere sevk ediyor. Diğer taraftan, Türk tarihine ait diğer birçok meselelerde olduğu gibi, bu meselede de Avrupa tarihçilerini yanlış neticelere götüren en büyük amil, onların Türkler hakkında besledikleri yanlış fikir (préjugé)’lerdir… Müspet vakıaların tahlil ve inşasından değil, yukarıda zikrettiğimiz “mütekaddim fikirler”: (les idées préconçues)den ve mücerret mantıktan doğan bu istidlallerin tarzını da kolayca tayin edebiliriz(Köprülü, Bizans Müesseselerinin, s. 38, 39)” “Fakat bütün bu gibi tetkiklerde, bilhassa bahis mevzumuz olan “müesseselerin iktibas ve taklidi” gibi ince ve pek muğlak meselelerde, tarihi usulün bütün icaplarına –eldeki vesikaların verdiği imkan nispetinde- uymak zaruridir. Yoksa Rambaud”nun ve takipçilerinin yaptığı gibi dış görünüşteki birkaç benzerliğe dayanarak onların tarihi vakıalara ne derece uyabileceğini hiç düşünmeden umumi hükümler çıkarmak, asla ilmi bir hareket sayılamaz. Sosyal müesseselerin bir kavimden diğerine, bir medeniyet dairesinden diğer bir medeniyet dairesine nasıl geçtiğini, sosyal bir müessesenin bir kavim için ifade ettiği manayı diğer bir kavme geçince nasıl değiştiriverdiğini araştırmak, çok güç bir meseledir. İlk bakışta birbirinden alınmış gibi görünen iki müessesenin, hakikatte, tamamıyla ayrı menşelerden gelmiş olması da mümkündür. Yine birçok hallerde, mesele layıkıyla tetkik olununca, herhangi bir iktibas ve taklitten bahse hiç mahal olmadığı ve yalnız benzer sosyal şartların benzer neticeler vücuda getirmiş olduğu meydana çıkabilir.( Köprülü, Bizans Müesseselerinin, s. 40-41)” Görüldüğü üzere Köprülü’nün bir tarihi meselede yazılmış olanlara karşı tenkîdi tavrı bu minvalde şekillenmiştir. Şimdi bu yazılanları İbn Haldun çerçevesinde analiz etmek istersek doğunun ananevi tenkit tarzının asırlar sonra Köprülü de nasıl sürdüğü ya da daha umumi bir çerçeve ile herhangi bir meseleye tarihçi olarak nasıl bir tenkit nazarı çevrilebileceği nazariyeden tatbike giden yolda ortaya çıkmış olacaktır. En azından Köprülü okuyucuları bundan sonra onu okurken verilen bazı teorik ve metodik çerçevenin daha farkında olarak metinlere bakacaklar ve bu ülkemizde sıkıntısını çektiğimiz metod yoksunluğunun aşılmasında bir nebze de olsa akıllarımıza fer verebilecektir.

Köprülü’nün ilk eleştirisi “ananenin sürükleyip getirdiği birçok yanlış fikirler” meselesidir. Hatırlanacak olursa İbn Haldun tarihçi tenkidini ele aldığı ilk bahiste “Fikir ve mezheplere taraftarlık bu sebeplerden birini teşkil eder. Çünkü insana nefsen, haberleri işittiği ve kabul ettiği vakitlerde itidal halinde bulunur ise, haberi hakkiyle inceler ve doğrusunu yalanından ayırdedip haberin doğruluğu açık bir surette belli oluncaya kadar düşünür. Bir fikir, mezhep ve inanca taraftarlık karışır ise, insan ilk ağızda, kendisine uygun olan haberleri kabul eder, bir fikir ve mezhebe meyil ve taraftarlık, insanın dikkatle düşünerek haberi tenkit gözünden geçirmesine ve incelemesine mani olur ve yalanı kabul ve nakleder( İbn Haldun, Mukaddime, (Ter. Zakir Kadiri Ugan), c.1, İstanbul, 1990, s. 82).” Buna Köprülü’nün bu tarihçilerdeki “yanlış fikir (préjugé”) eleştirisini de eklersek mesele kendiliğinden anlaşılacaktır. Türk tarihine yanlış bir yerden bakan tarihçilere cevap bu şekilde verilmiştir.

Diğer bir eleştirisi ise “mücerret mantıktan doğan bu istidlallerin” üzerinden gelmektedir. Burada tarihçilik noktasında ciddi bir zaaf vardır ki bunların İbn Haldunca ifadesi “*Haberlere yalan karışmasını icap ettiren sebeplerin bir diğeri de, haberleri nakil ve rivayet edenlere inanmaktır. *Haberlere yalan karışmasının bir sebebi de maksatları unutmaktır. Haberleri nakledenlerin birçoğu, gözü ile görmesinden ve işitmesinden maksadın ne olduğunu bilmez. Haberi zannına ve tahminine göre naklederek yalana katlanır. *Haberlere yalan karışmasının sebeplerinden biri de, haberin doğruluğu vehmine kapılmaktır. Bu inan ekseriyetle haberi nakledene inanmaktan ileri geliyor(İbn Haldun, Mukaddime, s. 82).” Görüldüğü gibi tarihi inşa sürecinde mücerret bir mantık kaynak, tarihçi tenkidi yapmamak ve ötesinde kendi vehimlerinin kuru mantıksal istidlallerine sığınmaktır. Köprülü hocanın çok veciz ifadesi İbn Haldun üstadımızla birleşince batılı bazı zihinlerin nasılda zavallılaştığı dikkat çekicidir. Akla sistematik yol vermeyenler hiçbir zaman kendi hakikatlerini bulamayacakları gibi kendi hakikatlerine edilen bühtanlara da ilmi ve anlamlı cevaplar veremeyeceklerdir. Zira hamasetle ilim olmaz, olsa da olan mugalâtaya kendi cinsince laf ebeliği kabilinden cevap vermek olur.

Köprülü’nün diğer bir tenkidi ise “Fakat bütün bu gibi tetkiklerde, bilhassa bahis mevzumuz olan “müesseselerin iktibas ve taklidi” gibi ince ve pek muğlak meselelerde, tarihi usulün bütün icaplarına –eldeki vesikaların verdiği imkan nispetinde- uymak zaruridir.” Noktasında gelmiş idi. Köprülü sanki İbn Haldun’un şu tenkitlerini modern zamanlarda tekrar eder gibidir. “Diğer bir sebebi de, halleri olaylarla karşılaştırma keyfiyetini bilmemektir. Çünkü hâl ve haberler karıştırılarak belirsiz bir hâle getirilmiş ve başka şekle sokulmuş olduğu için, haberci hâli gördüğü gibi nakleder. Hâlbuki şekil değiştirilmiş olduğundan vaki de hakikate uygun değildir(İbn Haldun, Mukaddime, s. 83).” Görüldüğü üzere karşılaştırmalı çalışmaların metodolojik zorluğu aşikârdır. Hâlbuki karşılaştırmalarda ince ve muğlâk olan noktanın aşılması belirsiz hale gelenin ve şekil değiştirmiş olanın iyi tespitinden geçer. Kuru mantık ve ananevi itikatlarla yapılacak tahliller tarihi vakıanın olmadığı şeklinde gösterilmesi gibi bir hatayı doğuracaktır. Burada İbn Haldun ve Köprülü karşılaştırmada bir usul takibini ileri sürmekte ve bu konuda diğer tarihçileri eleştirmektedirler.

Nihai olarak Köprülü eleştirilerini “Yoksa Rambaud”nun ve takipçilerinin yaptığı gibi dış görünüşteki birkaç benzerliğe dayanarak onların tarihi vakıalara ne derece uyabileceğini hiç düşünmeden umumi hükümler çıkarmak, asla ilmi bir hareket sayılamaz. Sosyal müesseselerin bir kavimden diğerine, bir medeniyet dairesinden diğer bir medeniyet dairesine nasıl geçtiğini, sosyal bir müessesenin bir kavim için ifade ettiği manayı diğer bir kavme geçince nasıl değiştiriverdiğini araştırmak, çok güç bir meseledir. İlk bakışta birbirinden alınmış gibi görünen iki müessesenin, hakikatte, tamamiyle ayrı menşelerden gelmiş olması da mümkündür. Yine bir çok hallerde, mesele layıkıyla tetkik olununca, herhangi bir iktibas ve taklitten bahse hiç mahal olmadığı ve yalnız benzer sosyal şartların benzer neticeler vücuda getirmiş olduğu meydana çıkabilir.” Sözleriyle bitirir ki bu eleştiriler İbn Haldun’un 1377’de bitirdiği eserinde ifadesini bulan “Yalan haberler karışmasının, andığımız sebeplerinin hepsinden daha önemli diğer bir sebebi var ki, bu da (dünyanın insan yaşayabilen bölgelerinde yaşayan kavimlerin ve cemiyetlerin yeryüzünü imarından ibaret olan) umranın ve diğer tabirle içtimaî hayatın tabiatının (tabiî cereyanının) hallerini bilmemektir. Çünkü cereyan eden hadislerin, o hadiseler gerek zati ve gerek fiili (ve arızî) olsun, her hadisenin kendisinin zatına ve kendisine mahsus olan bir tabiatı ve arizî olan hâlleri bulunması zaruridir. Hadiseyi işiten kimse, hadiselerin ve hallerin varlıktaki tabiatlarını ve bunların icap ve taleplerini bilir ise, bu bilgiler o kimsenin haberin doğrusunu, yalanından ayırt etmek üzere yapacağı incelemelerine yardım eder(İbn Haldun, Mukaddime, s. 84).”  Ve yukarıda verdiğimiz halleri, olayları karşılaştırma keyfiyetini bilmemekten kaynaklı yanlışların tespitine dair tespitlerdir.

Fuat Köprülü tarihçiliğimizin modern zamanlara açılan kapısı idi. İbn Haldun ise gelenekten modern zamana geçişte hala ne ve kim olduğunu anlayamadığımız büyük kapımız. Bu ikisinin birlikte gösterilerek modern zaman tarihçiliğinin ve tarihçiliğimizin önemli bir kuram ve yöntem çerçevesi olan Annales ve batı tarihçiliği ile bunlara bu zeminde verilen tenkidi bakış gelecekte Türkistanlıların düşünce pratiğinin nasılına dair önemli bir kapı açmaktadır. Tarihle düşünmek geleceği doğru anlamak ve açıklamak adına ilk ve en önemli adımdır.

 

Vesselam