Fuat Köprülü, Annales ve Tarihçiliğimiz 1
Prof. Dr. Fuat Köprülü modern zamanlarda ilmi tarihçiliğimizin ilk yüz aklarından. Görüleceği üzere o asrını müdrik bir müverrihtir. Ancak burada daha öncede zikrettiğimiz İbn Haldun’dan bir alıntıyı önemine ve yeri gelmiş olmasına binaen tekrar vermek iktiza etmektedir. Zira yukarıda görüleceği üzere Köprülü hocanın duruşundaki en önemli hususlardan birisi geçmiş tarihçilere yöneltilen tenkittir. “İslâm çağı tarihçilerinin büyükleri, geçmiş gün ve asırların haberlerini topladılar, bu haberleri eserlerinde andılar ve bunları bize emanet bıraktılar. Sonradan gelen tufeyliler bu bilgi ve haberleri, batıldan ibaret yalan haberlerle karıştırdılar; bunlar bu batıl nesneleri ya doğru sandılar veya kendileri uydurdular. Zayıf ve esası olmayan rivayetleri eserlerinde derc ve tasvir ettiler. Sonradan gelenlerin çoğu bunların eserlerini kendileri için örnek edinerek onların yolunu tuttular. Bu yanlış rivayetleri nasıl işittilerse bize o şekilde naklettiler. Olayların ve hallerin sebeplerini düşünmediler ve bir kaideye riayet etmediler. Bunlar vehimve hata çöllerinde yollarını kaybettiler.( İbn Haldun, Veliyy ed-Dîn Abdurrahman b. Muhammed el-Hadramî el-Magribî, Mukaddime, c.I, (Ter. Zakir Kadiri Ugan), İstanbul, 1990, s.5, s.19.) Görüleceği üzere zaman ve zemin değişse de bazı daimi duruşlar aynıyla tekerrür eder gibidir. Fuat Köprülü’nün selefine eleştirileri ondan asırlar önce İbn Haldun tarafından seleflerine yöneltilmiştir. Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün tarihçiliği doğu ile batının kesiştiği yerde hala anlaşılmayı bekleyen mitolojik bir hal olarak anlaşılmayı beklemektedir. İdeolojik kalıplar aramaya alışkın tembel zihinlerimiz böylesine büyük zihinlerin öylesine küçük terazilerde tartılamayacağını anladığı gün yol almaya başlayacaktır. İbn Haldun’dan Annales’e bir fikir düzleminin bir tarihçide nasıl ortaya çıktığı meselesi bilahare üzerinde durulacak olan bir konudur. Daha önce Haldunname adlı eserimizde ele aldığımız bu konuyu Yeni Söz okuru ile paylaşarak yeniden gündeme getirip dikkat çekmek sadedinde bu yazı ile Köprülü ve tarihçiliğimiz başlığına bakmayı diliyoruz.
Fuat Köprülü
Akif’in tabiri ile tarihçiliğimize asrın idrakini getiren ve asrın idraki ile
tarihimizi ilmin usulleri ile değerlendiren bir büyük zihindir. Osmanlı
Devleti’nin Kuruluşu kitabı masallar, efsaneler arasında sıkışan Osmanlı’nın
Kuruluşunu idrak edilir bir sahaya taşımış idi. Onun bu asrın idrakine intikali
ve onunla alakası noktasında bu büyük tarihçiyi anlamak için onun gelenekle İbn
Haldun ve modern
zamanlar ile Annales çizgisindeki içeriğini düşünmek faydalı olacaktır. Hoca bu
yönüyle henüz çok düşünülmedi… Bu yol zaman içinde Ömer Lütfi Barkan ve Halil
İnalcık tarafından da izlenecek ve Türk tarihçiliği kendi mecrasında
şekillenecektir.
Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün bu yoldaki görüşleri büyük oranda Edebiyat
Araştırmaları adlı eserinin usule dair girişteki kısmında yer almaktadır. Bu
eser tabir-i caizse hocanın ahir ömrü denilecek senelere tesadüf eden bir
zamanda neşredildiğinden buradaki fikirleri olgun çağının son meyveleri olarak
görmek kabildir. Hocanın fikirlerini ortaya koymaya ve Annales ile olan
bağı ya da tenasübünü tahlile onun tarih nedir sorusuna verdiği cevapla
başlamak münasiptir; zira tanımlamak o şeyin ne olduğuna dair tasarımı da
ortaya koymaktır. “Tarih, geniş
mânasiyle, mâzîde cereyan eden bütün işlerin ve vak’aların hey’et-i
mecmuasıdır. İnsanlık fikir ve faaliyetlerinin tezâhüratı demek olan tarihi,
bazıları yalnız devletlerin karşılıklı teşkilât ve münasebetlerine inhisar
ettirmek isterler. Vak’aları olduğu gibi nakil ve hikâye taraftarı olanların
ileri sürdükleri bu fikir, tarihi, bir ilim şekil ve heyetinde tanzim etmek
isteyenlerce asla kabule şayan olamaz… Bugünkü tarih, insan topluluklarının
devamlı inkişaflarını, şimdiye kadar olduğu gibi yalnız büyük adamların
–hükümdarların, vezirlerin, kumandanların, âlim ve mütefekkirlerin, mucitlerin-
şahsiyetlerinde değil, müşterek izleri geçmişin kalıntıları üzerinde henüz
hissedilen ve görülen halk kitlesinde de arıyor; bu suretle asırlardan beri
işlemiş olduğu hatayı anlamış oluyor… Memleketimizde tarih, hala muharebe ve
zafer hikâyeleri, hükümdar ve vezirler menkabeleri, müsaleha-nameler akdi,
isyan ve ihtilal vakaları, ricalin katil ve idamı gibi telakki olunuyor; hâlbuki
bunlar daha ziyade müstesna ve hakiki kıymetten mahrum şeylerdir.(Fuat Köprülü, Edebiyat
Araştırmaları, Ankara, 1999, s. 6,7.)” Görüleceği üzere Annales ekolünün önemli umdelerinden olan tarihi
anlatının belirli bir sınıfa inhisar etmemesi ve geçmiş tahkiyenin tenkidi
meselesi burada açıkça görülmektedir. Köprülü o engin karihasıyla Annales’in
esaslarını o güzel Türkçesi ile yoğurarak Türk münevverinin
idrakine sunmaya böyle başlar. O elbette bir mukallid değildi; asrını idrak
etmiş ve milletin önünü aydınlatan bir deniz feneri idi. Artık tarih klasik
alanının dışında tüm hayatı kucaklayan, belli tanımlanmış problemleri bulunan
ve uzun bir sürecin heyet-i mecmuasını inceleyen bir ilimdir.
Köprülü hoca bu yolda
düşünmeye devam ederken tarihin alanının bu denli genişlemesinin tabii bir
sonucu olan kaynak mefhumunun ve türlü disiplinlerin tarih incelemelerine dâhil
edilmesi gereğini ifade ile yola devam eder. “Tarihçi yalnız umumi ve resmi vesikaları değil, her türlü hususi
vesikaları, mektupları ve muharreratı, sicilleri, Defter-i hakani kayıtlarını,
sanat eserlerini tedkikten geçirmeğe mecburdur. (Köprülü, Edebiyat
Araştırmaları, s.7)” Köprülü
başka bir yerde bu kaynak mevzuunda şunları söylemiştir: “Bugün artık bütün dünyaya yayılmış bulunan yeni ve geniş tarih
telakkilerine göre, XII-XIV. Asırlarda Anadolu Türk cemiyetinin dini, fikri, bedii, iktisadi,
hukuki cephelerini aydınlatmağa yarayacak sair bir takım edebi eserler de,
tarihi kaynak hizmetini görmek bakımından, mesela vekayinamelerden,
vakfiyelerden, kitabelerden, sikkelerden daha az kıymetli değildir; hatta
hadiselerin dış görünüşlerini değil, asıl iç mahiyetlerini arızî ve tesadüfî
vakıaları değil, o imkânları yaratan daimi âmilleri anlamak hususunda, bunların
ehemmiyeti, belki birincilerden (vekayiname, resmi vesikalar vb.) daha
üstündür.( Fuat Köprülü, “Anadolu Selçuklu Tarihi’nin Yerli Kaynakları”, Belleten, VII, 1943, s.387.)” Tüm bunları ortaya koymakla Köprülü hoca kendi
ifadeleri ile mealen bugünkü tarih telakkisi’nin çok geniş ve terkibi bir
mahiyet aldığını anlatmayı ve tarihi kaynak mefhumunun da artık çok genişlemiş
olduğunu ve eski tarihçilerin hiç ehemmiyet vermedikleri birtakım şeylerin de
tarihi kaynak olarak gösterilebileceğini ortaya koymayı hedeflemektedir. Ayrıca
O, “Müverrih/tarihçi, geçmişe ait
vak’aların nakl ve yaşatmak istediği cemiyetin, evvela ırk âmilleri, fizikî ve
coğrafi çevresinin teşekkülünde yer alan âmilleri, siyasi kuvvetinin saha ve
nüfuzunu, aile iktisadiyatını, halk hayat ve teşkilatını, bu teşkilatın resmi
iktisat ile münasebetlerini, mülkiyet şeklini, ziraat, ticaret, sanayi, lisan
ve edebiyatını, dini, ilmi tekâmülünü, komşu kavimlerle maddi ve manevi
münasebetlerinin derecesini vazıh hatlarla göstermelidir. Eski devirler
hakkında tarihi eserler bırakmış ve zamanlarındaki vesikaların, ancak kendi
keyif ve heveslerine uygun gördüklerini kullanmış olan eski tarihçilerimiz,
içtimai bir topluluğun asıl hakiki ve tabii hayatını teşkil eden unsurları hiç
fark etmemişlerdir… Tarihin afakilik (objektivite)’i hakkında şiddetli
davranmayarak, bilakis onu kendi mahiyetiyle mütenasip bir ilim haline getirmeğe
çalışanlar, yani tarihte cemiyet mefhumunu kabul ve kullanmaktan çekinmeyenler
ise, bu hudur tahdidi meselesine şiddetle aleyhindedirler. Mornet’in dediği
gibi, müverrihin gayesi: Kaybolmuş medeniyetleri umumi manzarasıyla, tabii
hayat şekli ile, münferit ve müstesna vakaların ehemmiyetini hakiki derecesine
indirerek, yaşatmaktır. Bu görüş noktasından, beşeri ve içtimai ilimler, hukuk,
ahlak, siyaset, lisan, edebiyat, güzel sanatlar, felsefe, din, bu suretle
yeniliğe mazhar oluyor; hatta beşeri coğrafya da tarihe yardımcı ilimler
arasına giriyor. Bu geniş telakkiye göre, maziye ait vakalardan hiçbir şey
kalmıyor ki tarihin tedkik dairesine girmesin.( Köprülü, Edebiyat
Araştırmaları, s. 7,9. )”
Köprülü kaynak genişliği yanında görüleceği gibi Annales denilince
akla gelen iki hususu da açıkça ortaya koymaktadır; pek çok disiplinde istifade
ile bir tarih yazımı ve sosyalin tarihini yazmak. Yukarıda saydığı bilimler
antropoloji, coğrafya, iktisat, sosyoloji ve edebiyat gibi Annales’in üzerinde
tarihin yanında yer almasında ısrar ettiği bilim dallarına yapılan bir atıftır.
Ama bu öyle ustaca ve bize göre yapılmaktadır ki bünyeye uyumlu bir aşı gibi
sunulmaktadır. Artık tarihin kaynakları, konusu ve müşterek çalıştığı
disiplinler genişlemiş ve bu müdrik bir kariha tarafından dilimizde ne veciz
ifadesini bulmuştur.
“Yeni tarihçilerin tarihe ilmi bir mahiyet vermek için dikkate aldıkları
diğer bir mesele de, cemiyetlerin inkişaf tarihlerinde ani hareketlerin değil,
tedrici bir değişmenin hüküm sürmesidir; yani bu suretle tabiî ilimler
sahasında hâkim olan tekâmül mefhumu, tarihe de nüfuz etmiş oluyor… Tarihi
tedkiklerin bugün takip ettiği yol, artık vazıh surette gösteriyor ki,
müverrihler hadiselerin teselsülüne kanaat getirmiş ve içtimai topluluğun
tekâmül kanununa tebaan muhtelif intikal devreleri geçirdiğine inanmışlardır;
fikir ve müesseselerin, inançların, adetlerin, cereyan eden devirler arasındaki
birbirini takip eden tekâmül (transformisme) ve istihaleleri mahsus rabıtalarla
pek kolay anlaşılıyor(Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, s.9–10).” Annales ekolünün en
önemli özelliklerinden birisi bahsedildiği üzere tarihi uzun süreçler içinde
incelemeye almasıdır. Ayrıca sosyalin pozitivist bir nazarla ele alınması da bu
ekolun dikkat çeken yönlerindendir. Köprülü’nün yukarıdaki alıntısı bu konuya
açıkça ortaya koyar niteliktedir.
Goethe “Tarih araştırıcısı için tarihle efsanenin
yan yana olduğu nokta son derece çekicidir (Wolfgang
von Goethe, Goethe Der ki…,
(Çev. ve Derleme Gürsel Aytaç), Ankara, 2010, s. 90)” der. Gerçektende tarih ile efsane eğer yoluna yordamına erkânına göre
tetkik edilmediğinden tarih bir anda varoluşunu gerçekliğin kollarından
efsanenin labirentlerine bırakıvermektedir. Bu durumda da tarih etkinliği
arttıran bir bilgi kaynağı olmaktan çıkıp hayatı yozlaştıran bir araca
dönüşmektedir. Bu nedenle tarihini ve tarihçinin gerçekçi ve esaslı tetkiki ve
tenkidi tarihin doğru anlaşılması ve tasarlanması bakımından hayatidir. Tarihin
ve tarihçinin soyut teorisinden “modern” zamanların Türk tarihçiliğine yön veren ana damar olan Fuat
Köprülü’ye temas ile artık tarihçilik usulünde soyut yaklaşımlardan somut ve
tatbiki tarafa da geçmiş oluyoruz. Anlatılanların soyut birer deneme olmanın
ötesinde tatbiki bir yanı olduğu bir yönüyle Köprülü’de somutlaşmaktadır.
Tarihi maduniyetten kurtaracak yolda var edici tarihçinin kimliğinin somut
takdimi ile Annales çerçevesi
ve Türk tarihçiliğinin deniz fenerlerinden birisi ortaya konulmuş olmaktadır.
Burada yapılması gereken soyut eşleştirmeler yanında bu büyük tarihçinin usulü
nasıl uyguladığını da göstererek tarihçi aklına yol açmaktır. Aleti kullanmaya
bilmeyenlere yıllarca o aletin anlatılmasının hiçbir faydası yoktur. Zaman
idrak ve hareket zamanıdır.
Vesselam