18 Nisan 2023

Gazâlî'de devlet ve adalet yahut yetkinlik

Gazâlî (ö. 1111) Selçuklular devrinde yaşamış, İslamî devir Türk düşüncesinde önemli tesirler bırakmış bir şahsiyettir. Büyük Selçuklu hükümdarı Muhammed Tapar’a sunduğu söylenen Nasihatü’l-Mülûk adlı eseri bahsettiğimiz iddianın ve etkinin en somut örneklerinden biridir. Bu cümleden olarak Gazâlî için siyaset ve devlet bahisleri onun tefekküründe ciddi yer tutan meselelerdendir. Neden? Zira adalet gibi siyasetin temel kavramları kişinin kemalatına (yetkinliğine) emaredir. Bu bakımdan o düalist bir sapmaya uğramayan her Müslüman zihni tasavvuru içinde yetkinliği maddi-manevi olanın imtizacında görerek konuyu ortaya koyar. Ona göre esasların en şereflisi insanları birleştirici; iktisadi, içtimai, dini ve dünyevi bütün durumları düzelten ve nizama sokan siyasettir. Hülasa âlemde nizam ve düzen siyaset sayesinde olur ve siyasetin esasında ise yetkinlik/liyakat vardır. Bu konuda yöneticiye verdiği bir ilke çok önemlidir: “Senden başka biri başkan olsaydı, sen de halktan biri olsaydın ve bu başkanın sana nasıl muamele yapmasını uygun görür idiysen, sen de halka öylece muamele etmelisin.” Sanıyorum ki devlet ve onun çerçevesinde oluşan tüm araçları çok temelden bir amaca bağlayan bu ilke yetkinlik çerçevesinde çok önemli bir meseleyi oluşturur. Türk töresince konuşacak olursak kutlu olmanın töresi de bu bakışla yakından ilgili olmalıdır. Hülasa Gazâlî devlet meselesine ve siyasete bakışta “evrensel” bir çerçeveye dayanır.

Gazâlî devleti düşünürken bazı sonuçlar üzerinden yahut gaye birliği sağlayacağını düşündüğümüz yaklaşımlar ile devlete bakar: Devletin istikrar sebeplerinin temeli oluşu itibariyle güven ve huzurun gerçekleştirilmesi, yani bireylere sakin bir hayatın sağlanması, ancak güven ve huzurun bulunmasıyla olur. 2. Adaletin gerçekleştirilmesi yani bireylerde zulmün kaldırılmasıdır. 3. Bireylere erdemli bir hayatın sağlanmasıdır. Erdemli hayat, dünya ve ahirete esenliği sağlayan hayattır. Güven ve huzur, zulmün kaldırılması ve erdemli hayat işte Türk devlet felsefesinden bahsedilecekse yahut daha geniş manada İslam çerçevesinde devlete dair bir zemin düşünülecekse sanırım putlaştırılan tüm araçlar ve amaçların ötesinde toplum/millet birliğimizde bir gaye birliği sağlayacak, müştereklerimizi çoğaltacak, devletimizi daha güçlü ve esaslı kılacak ve şehrimizi imar edecek anlayış yani medeniyetçi bir okumayla tarihimizde devletten beklenen esasın/gayenin bu noktada tezahür edeceği aşikârdır. Modern zaman tüm değer yargılarını birbirine karıştırıp dengeleri bozduğu için tarihi müktesebatta yer alan tarih üstü kavramları yeniden düşünmedikçe de kaosumuz kendi kosmosuna ulaşamayacak gibi görünüyor. İşte tam burada bir düzen kavramı olarak siyaset ve devleti ortadan kaldıran hususlar da Gazâlî tarafından sarih bir şekilde ortaya konulur. Bir devlet neyle ve ne için kurulur sorusuna cevap verdikten başka neyle yıkılır sualine de cevap verir: Tek başına karar verme, danışmayı terk etme, 2. Kötü yönetim, 3. Yönetici tabakada bilgisizliğin ve gururun yayılması; bu onların devletteki zaaf ve bozukluk noktalarını anlamamaları, buna bağlı olarak düzeltmeye koşmamalarına yol açar ki, bu da durmaların bozulmasına ve sonuçta devletin yıkılmasına vardırır. 4. Devletin yıkılış ve çöküşünün son sebebi, işin ehil olmayana verilmesi, zulüm ve bozgunculuğun yayılmasıdır ki bu, bireylerin bozulmasına, bunun sonucunda devlete baş kaldırmalarına ve devletten göç etmelerine sebep olur. Bu noktada medeniyetimizin üç sac ayağından biri olan devlet konusunda Gazâlî anlayışını ortaya koyarken somut ve net ölçütlerin devlet felsefemizde yer aldığını görürüz. Çok deruni ve efsunlu izahlardan öte yandan mesele çok şeffaf ve sarih aslında. Burada dikkat çeken husus teolojik olan bir çerçevenin bugün dahi manalı olan genel-geçer bir kavram zeminine sahip olmasıdır ki bu kültürün beslendiği kaynağın derinliği ve sahihliğiyle yakında alakalıdır.

Gazâlî tüm bu meseleleri ele alırken adalet erdemi üzerine de çok değerli bir yaklaşım ortaya koyar. Ona göre dört erdem; "Hikmet, şecaat, iffet ve Adalet'tir. Hikmet, akli kuvvetin faziletidir. Şecaat, öfke kuvvetinin faziletidir. İffet, hayâsızlık, doyumsuzluk ve onursuzluk kuvvetlerinin faziletidir. Adalet ise; bu üç kuvvetin şart olan bir form ve düzen içinde gerçekleşmesine denir ve bütün işler adaletle tamamlanarak, dünya nizamının da adaletle şekillenmesi sağlanmış olur (Gazâli, Mearicü’l- Kuds, Ter. Serkan Özburun, İstanbul, 1998, 69.) Bu konuda daha önce hazırladığımız bir yazıdan bir kısmı da burada bütünlük oluşturması açısından paylaşmak istiyoruz: İbn Sina’nın adalet kavramı ile karşıladığı ve siyaset ve sosyal hayat nazariyatımızda sıkça gördüğümüz saadet hali hâsıl olur. Adalet kavramını algı ve ideoloji olmaktan çıkarıp bu zaviyeden bakmak fert, toplum, devlet ve şehir hayatında yani medeniyet hayatımızda ahlakın ve adaletin gerçek manasının tecellisini söz konusu kılar: “Bedenle ortaklaşa (müşareke) yaptığı başka fiiller de vardır; ki o fiiller sebebiyle nefiste, “saadetler” (mutluluklar) meydana gelir. Nitekim eğer söz konusu fiiller, adalete tam manasıyla yönelmiş tarzda ise, bu, saadetlere vesile olur. Adaletin manası ise, birbiriyle zıt huylar (ahlâk) arasında nefsin orta hâlde olmasıdır. Yani, nefsin arzu ettiği ve arzu etmediği, gazaplandığı ve gazaplanmadığı, istediği ve istemediği hususlar arasında orta noktayı (dengeyi) yakalamasıdır. ” Bu orta yolun kullanılması ise “Yine gerekli olan diğer bir husus da, nefse bedenî bir hey’et ilişmesin diye tedbir almaktır. Bu ise söz konusu kuvveyi itidalli kullanmakla olur. Yani şehvet kuvvesini, iffet sîreti; gazabı ise şecaat sîreti doğrultusunda kullanmakla bu ahlâkı (tedbir) gerçekleştirmektir.” şeklinde ortaya konulur. (Türkistanlılıların Ahlak ve Adalet Dünyasına İbn Sina ile Bakarken) Görüleceği üzere adalet bir erdem olarak bir itidal ilkesi olarak devlet için sadece hakların tanzimi açısından değil bütünün teşkilinde de son derece hayati bir yerde durmaktadır. Burada Gazâli’ye göre mesele insandan başlamakta ve büyün bir medeniyette bitmektedir: ...insanlar fert olarak kendi nefislerinde adaleti kurmadıkça bir cemiyette, bir memlekette adalet kurulamaz. Buna göre idaredeki adaletle muamelelerdeki adalet nefislerdeki adaletin yani güzel ahlakin bir dalı durumundadırlar... (Gazâli, Mearicü’l- Kuds, 75.) Bu meyanda youtube’de Acundaus başlığı ile Anıl Avcu ve Galip Çağ ile birlikte gerçekleştirdiğimiz kayıtlardan İmam Gazali ve eseri Nasihatu’l-Mulûk bölümü de bu meyanda (https://www.youtube.com/watch?v=NIDeOt6XwMU) adresinden ilgililerince izlenebilir. Her halükarda devlet ve siyaset üzerine tarihi olan çerçeveleri aşan ilkeler ortaya koyan bir kültürün geçmişi şüphesiz bugünü ve gelecek için değerli bir birikim ve tecrübeyi vaat etmektedir.  Adaletin bilgisine değil tatbikine önem vermek bu meyanda son derece önemlidir. Adaleti bilmek ve konuşmak önemlidir ama adil olmak çok daha değerlidir. Bu ilkeyi metafizik bir numen olmaktan çıkarıp bir hayat gerçeği ve fenomeni haline getirmedikçe bu değeri bilmenin ve savunmanın pek de kıymeti yoktur dense hata olmaz sanırız?

Bir adalet medeniyetinin insanları olarak hali ve geleceği bu ilkeler ve ikazlar üzerinden düşündüğümüzde 21. asırda ne olacağımıza dair önemli bir ön görüye de sahip olabiliriz.

Bilvesile yaklaşana Ramazan Bayramınızı hayır ve bereket vesilesi olması niyazıyla kutlarım.

Vesselam