Gazâlî'de devlet ve adalet yahut yetkinlik
Gazâlî (ö. 1111) Selçuklular devrinde yaşamış, İslamî devir Türk düşüncesinde önemli tesirler bırakmış bir şahsiyettir. Büyük Selçuklu hükümdarı Muhammed Tapar’a sunduğu söylenen Nasihatü’l-Mülûk adlı eseri bahsettiğimiz iddianın ve etkinin en somut örneklerinden biridir. Bu cümleden olarak Gazâlî için siyaset ve devlet bahisleri onun tefekküründe ciddi yer tutan meselelerdendir. Neden? Zira adalet gibi siyasetin temel kavramları kişinin kemalatına (yetkinliğine) emaredir. Bu bakımdan o düalist bir sapmaya uğramayan her Müslüman zihni tasavvuru içinde yetkinliği maddi-manevi olanın imtizacında görerek konuyu ortaya koyar. Ona göre esasların en şereflisi insanları birleştirici; iktisadi, içtimai, dini ve dünyevi bütün durumları düzelten ve nizama sokan siyasettir. Hülasa âlemde nizam ve düzen siyaset sayesinde olur ve siyasetin esasında ise yetkinlik/liyakat vardır. Bu konuda yöneticiye verdiği bir ilke çok önemlidir: “Senden başka biri başkan olsaydı, sen de halktan biri olsaydın ve bu başkanın sana nasıl muamele yapmasını uygun görür idiysen, sen de halka öylece muamele etmelisin.” Sanıyorum ki devlet ve onun çerçevesinde oluşan tüm araçları çok temelden bir amaca bağlayan bu ilke yetkinlik çerçevesinde çok önemli bir meseleyi oluşturur. Türk töresince konuşacak olursak kutlu olmanın töresi de bu bakışla yakından ilgili olmalıdır. Hülasa Gazâlî devlet meselesine ve siyasete bakışta “evrensel” bir çerçeveye dayanır.
Gazâlî
devleti düşünürken bazı sonuçlar üzerinden yahut gaye birliği sağlayacağını
düşündüğümüz yaklaşımlar ile devlete bakar: Devletin
istikrar sebeplerinin temeli oluşu itibariyle güven ve huzurun
gerçekleştirilmesi, yani bireylere sakin bir hayatın sağlanması, ancak güven ve
huzurun bulunmasıyla olur. 2. Adaletin gerçekleştirilmesi yani bireylerde
zulmün kaldırılmasıdır. 3. Bireylere erdemli bir hayatın sağlanmasıdır. Erdemli
hayat, dünya ve ahirete esenliği sağlayan hayattır. Güven ve huzur, zulmün
kaldırılması ve erdemli hayat işte Türk devlet felsefesinden bahsedilecekse
yahut daha geniş manada İslam çerçevesinde devlete dair bir zemin düşünülecekse
sanırım putlaştırılan tüm araçlar ve amaçların ötesinde toplum/millet
birliğimizde bir gaye birliği sağlayacak, müştereklerimizi çoğaltacak, devletimizi
daha güçlü ve esaslı kılacak ve şehrimizi imar edecek anlayış yani medeniyetçi
bir okumayla tarihimizde devletten beklenen esasın/gayenin bu noktada tezahür
edeceği aşikârdır. Modern zaman tüm değer yargılarını birbirine karıştırıp
dengeleri bozduğu için tarihi müktesebatta yer alan tarih üstü kavramları
yeniden düşünmedikçe de kaosumuz kendi kosmosuna ulaşamayacak gibi görünüyor.
İşte tam burada bir düzen kavramı olarak siyaset ve devleti ortadan kaldıran
hususlar da Gazâlî tarafından sarih bir şekilde ortaya konulur. Bir devlet
neyle ve ne için kurulur sorusuna cevap verdikten başka neyle yıkılır sualine
de cevap verir: Tek başına karar verme,
danışmayı terk etme, 2. Kötü yönetim, 3. Yönetici tabakada bilgisizliğin ve
gururun yayılması; bu onların devletteki zaaf ve bozukluk noktalarını
anlamamaları, buna bağlı olarak düzeltmeye koşmamalarına yol açar ki, bu da
durmaların bozulmasına ve sonuçta devletin yıkılmasına vardırır. 4. Devletin
yıkılış ve çöküşünün son sebebi, işin ehil olmayana verilmesi, zulüm ve
bozgunculuğun yayılmasıdır ki bu, bireylerin bozulmasına, bunun sonucunda
devlete baş kaldırmalarına ve devletten göç etmelerine sebep olur. Bu
noktada medeniyetimizin üç sac ayağından biri olan devlet konusunda Gazâlî
anlayışını ortaya koyarken somut ve net ölçütlerin devlet felsefemizde yer
aldığını görürüz. Çok deruni ve efsunlu izahlardan öte yandan mesele çok şeffaf
ve sarih aslında. Burada dikkat çeken husus teolojik olan bir çerçevenin bugün
dahi manalı olan genel-geçer bir kavram zeminine sahip olmasıdır ki bu kültürün
beslendiği kaynağın derinliği ve sahihliğiyle yakında alakalıdır.