22 Ocak 2016

Guıllaume Tell’den İlah’a Mustafa Kemal şiirleri

Tarihsel dönüşümleri edebiyat ve sanat eserleri üzerinden okumak çok faydalı olabiliyor.  Geçenlerde incelediğim bir kitap da, kültlerin oluşturulmasının hangi süreçlere tabi tutulduğuna dair ipuçları edindirdi bana. 1963'te Türk Dil Kurumu Yayınları tarafından yayınlanan söz konusu kitabın adı “Atatürk Şiirleri Antolojisi”. 

Şiirlerinde Mustafa Kemal Atatürk'e büyük methiyeler dizen dönemin şairleri, yaşanan siyasal sosyal dönüşüme bağlı olarak bu methiyelerini, övgülerini artırmak, kimi zaman da abartmak yoluna gitmişlerdir. Türkiye'nin yakın tarihinde sık sık tartışma konusu olan bu yaklaşımı ele almak, edebi çevrelerin bu “ilahlaştırma” işlevine yaptıkları katkıyı anlamak bakımından önemli geldi bana.

Her sene ölüm yıldönümünde “Olmasaydın, Olmazdık” gibi sloganlarla verilen reklamlardaki tartışmalara indirgenen bu ilahlaştırma tavrı, aslında toplumsal hafızadaki etkisini ciddi şekilde koruyor.

Her şeyin başında neler olduğu bu bakımdan da önem taşıyor. Elimizdeki antolojiye göre, Kurtuluş Savaşı ve bu savaşı takip eden senelerde yayınlanmış şiirlerde Mustafa Kemal için önceleri “kurtarıcı kahraman” tasviri yapılıyor.

Örneğin, Faruk Nafiz Çamlıbel'in “En Büyük” şiirinde geçen “Tanrının nurudur yüzünde yanan/Bin yılda doğan bir kahramansın/Tarihte ün alan kim varsa, ondan/ Sen daha şanlısın, daha yamansın” dizelerinde, büyük övgüler içermesine rağmen, “ilahlık” isnat edilmiyor.

Bu dönemlerde ve sonrasında yazılan şiirlerde göze çarpan bir diğer durum ise, din temelli olguların/mefhumların çok fazla yer almasıdır. Yine aynı şiirde Çamlıbel, “Anmazsa evladım benden değildir/Adını bir değil, bin besmeleyle” ifadelerini kullanıyor. “Allah'ın intikam kılıcı”nı elinde tutan bir “zafer timsali” betimlemesi, bu gibi ifadelerle sıkça yapılmış.

Fakat 1920'li yılların sonlarına doğru gelindikçe, artık ilahî bir kudret atfedilen değil, doğrudan doğruya “ilah” payesi ile oluşturulan bir tasvir söz konusu olur: “Bir ilah ki, yurduma ölüm saçan bir günde/Mucizeler yarattı zulme haykıran sesi” (Kazım S. Altınçağ).

1930'larda ise bu yaklaşım artık sıradanlaşmıştır: “Bilmiyorum; riya ne? İhtiras ne?/Doğrudan doğruya dönüp senin Kâbe'ne/Huşûdan çok mukaddes bir cüretin sahibi/Tur'da nerdesin diye bağıran Musa gibi” (Behçet Kemal Çağlar). Faruk Nafiz'in şu meşhur dizeleri de buna örnek verilebilir: “Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden/Taptığımız ne varsa hepsi onda şeklaldı”.

Görüldüğü gibi, önce dini terminoloji üzerinden ilahi bir kurtarıcı betimlenirken, sonrasında Mustafa Kemal'e aynı terminolojiden beslenen bir ilah konumu sunuluyor. “İnsan ve Tanrı bir arada bu başta…” dizesindeki gibi ifadeler giderek artar edebiyat dergilerinde.

Bu durum 10 Kasım 1938'deki ölümüyle pekişir. İ. Alaettin Gövsa'nın “Tavâf” başlıklı 10 Kasım şiiri yine İslami terminolojideki bir kavramın “ilahlaştırma” işlevi için kullanılması konusunda göze çarpıyor. Ölümünü müteakip Ulus gazetesinde çıkan Nurettin Artam imzalı bir başka şiirde “Her zaman ırkıma büyük Baş Atam/Tanrılaş gönlümde, Tanrılaş Atam” deniliyor.

“İnsana ne ilah, ne sevgili/Ne de ana-baba aratıyordu”, “Layık, O'nu tutsak ilahlarla müsavi (eşit)”, “İnsanlar ölür, Türk'e ilah olmuş er ölmez”, “Toprağa en muhteşem Kâbe oldu durağın” dizeleri ölümünden hemen sonraki günlerde yayınlanan 10 Kasım şiirlerinde yer alır. 1940'lı yıllarda ise bu tarz şiirlerin yayınlanması rutin bir biçim alır.

Bütün bunların dışında, Mehmet Emin Yurdakul'un 1923'te Hâkimiyeti Milliye gazetesinde yayınladığı “Zafer” başlıklı şiirde Mustafa Kemal'i “Guillaume Tell”' benzetmesini çok ilginç ve tuhaf bulduğumu söylemeliyim. Şairlerin, sanatçıların kişileri ilahlaştırmadaki rolü gerçekten de esaslı çalışmalar ve analizler yapmaya çok müsait. Bu konuda umarım mühim çalışmalar yapılır.