27 Şubat 2018

Gül ve geç!

Şanlı mazimiz “söylemi/kabulü” bizi tatmin eden ve ayaklarımızı yerden kesen bir gerçeğimizdir. Bugün o maziye bakanlar halimize gülüyor bile olsa biz duvarda asılı kılıçlara bakıp heyytt beee kıtalarda at koşturmuştuk nice zaman avuntusu ile delirme halimize aptal bir urba giydiririz. Bunlar tarihi övmeye eleştirel tezlerin esas iddialarındandır. Peki bu denli bir delilik her zaman kötü müdür? Peyami Safa, Matmazel Noraliya'nın Koltuğu eserinde, Delilik şüphesiz aptallıktan iyidir. Delilik, var olmuş bir zekânın yok oluşudur; aptallık, var olmamış bir zekânın var olmamaya devam edişidir. Deliliğin hiç olmazsa mazisi şanlı. Aptallığın şerefli bir tarihi bile yok. (137) tespitini hangi bağlamda söyledi bilinmez ama bizim tarih ve medeniyetimizle alakalarımızla da bağlanacak bir niteliği olduğunu söylemek yorum çapında da olsa mümkündür. Tarihini kaybeden toplum deliren bir insan gibidir, mensubiyet ve mesuliyet bağları zihninden, zekâsından uçar gider, acınası hale gelir, insanlar ona ne adamdı be yazık oldu der. Aptalın ise böyle bir şansı yoktur. Tarihsiz aptallar bugün delirmiş akıllılara racon kesme yarışındalar. Güncel ihtiraslarıyla bir mazinin mahrum çocuklarına gelecek adına don biçme yarışındalar.

Eflatuncu kavramlarla okunduğundan ideal formların şekil ve fikir zaviyesinde açılımları vardır. Görünenin ötesindeki gerçekliğin kendisi de bu formların anlaşılmasıyla mümkün olacaktır. Bu anlaşılma işinin iki unsuru vardır. Anlaşılan dış dünya ve onu anlayan insanın iç dünyası. Bunu verili maddi çevre ve insan zekâsı/beyni/duyuları ile söz konuşu bir iletişim mümkün kılar. Burada tezimiz bu iki unsurun ötesinde formu ideal kılan şey nedir? Kendiliğinden öyle oluşları mıdır? Görünürken maddi çevrede kendilerine yabancılaşıyorlarsa asıllarının olduğu o yerde onları koruyan nedir? Şekil ve fikir o korunan ideal fildişi kulesinde dururlarken biz bu kesret dünyasından oraya dönerek tasaffi eder ve gerçeğe mi ulaşırız. Varlık var olanla ilişkisini bu formlar üzerinden mi kurar, böyle bir edilgen kader midir yazgımız? İnsanın merkezi varoluşunun manasını bu manada nerede bulacağız. Elbette insanda. Şekil ve fikir bir imkân olarak, bilkuvve varlık içinde ya da var olanın münderecatında insan zihninin bilfiilleştiren teşekkül ve tefekkür kudreti ile mümkün hale gelir.  İyilik fikri ve bunun şekli açılımı vakıf kurumu örneğin bir tefekkür ve teşekkül sürecinde bir medeniyetin tasavvurunun bu fikir ve şekil imkânını mümkün kılmasıdır. Nurettin Topçu, iyilik senin yanında kötülük yapılamamasıdır derken bunu anlatır.  

Eee napalım yani ne demek bu denirse? Elinizde güçlü bir tarih ve felsefe mirasınız olması sizi o oranda güçlü kılmaz. Tefekkür ve teşekkül ile o fikir ve şekiller dünyasının güncelleme/yenileme köprülerinden yani zekânızı kullanma, aklını istimal etme yeteneğinden mahrumsanız deliliğin sınırlarında geziyorsunuz demektir. Bu aptallıktan iyidir ama zayi olan marifetin vebali de kadir bilmez torunlardadır.

Her şeyin tepetaklak olduğu bir dünyadayız. Bizim deliliğimize gülen aptallar kendi benliklerinin tünellerinde hayatlarına kurdukları pusuların karanlığında eşiniyorlar. Bir özgürlük ve adalet vaveylasıdır kopmuş gidiyor, kifayetsiz ihtirasların özüne yabancılaştırdığı bu iki kavram bugün aptal sapanlarında atılan taşlara döndü. Peyami Safa aynı eserinde, Hürriyeti yanlış anlayan bir dünyadayız. İnsan hür doğmaz. Eğer kendi ben'i ile mücadeleye başlayan bir irade destanının kahramanı değilse, eğer kendi nefsine galebeden ve kendi ihtiraslarına hâkimiyetten başlayan bir hürleşmeye doğru merhale merhale yol almıyorsa, eğer hürriyeti şahsiyetiyle beraber gelişmiyorsa, insan, en hür nizam içinde de hür değildir. Doğarken hürriyetimize de, şahsiyetimize de sahip olamayız. İkisini de, yaşadıkça ve liyakatimiz nispetinde kazanırız. Burada ferdiyetle şahsiyeti birbirine karıştıranların ezelî hatasına düşmeyelim. Ferdiyet sadece biyolojik vahdetimizi ifade ettiği halde şahsiyet onu aşan ve emri altına alan sosyal hüviyetimizdir. (288) diyerek tefekkür ve teşekkül çağrısını yineler, duyan yok tabi!

Bu ortamda ne yapmak lazım, hikmetle denildiği gibi acıtmayan şey imtihan olmaz, kalbe saplıyken abdalın sözü ne güzel diyebilmektir, bu erdemli olanı. Aptalsa hayıflanır durur. Peyami Safa ile kendi oğullarım ve tüm oğullara ve dahi herkese çağrıyla bitirelim; Bir kahkaha atmalısın, oğlum. Bir kahkahanın halletmediği hiçbir mesele yoktur. Gözünü oyarlarken bile bir kahkaha at, acı duymazsın. Gül ve geç. (137) Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler, zira aptallıktan daha acısı yoktur. Tarihini unutmaktan daha acısı tarihsizliktir. Delilerin hatırlamaları muhtemel bir mazileri, aptallarınsa budalaca trajedileri vardır…

Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler, Yevme lâ yenfeu da kalb-i selîm isterler. Adam sende de, gül ve geç!...

Vesselam!