05 Ağustos 2015

Günah işleyeceğinin işaretlerini taşıyan diller...

Her operasyonla birlikte uçak yerine havalanıp bombalar yağdıran sanki onlar. Teröre karşı 'haklı taraf'ta olmanın birazcık da olsa vakurluğu yok sözlerinde. Büyük bir devletin yazarı, çizeri, aydını olmanın ağırlığını taşımayı bırakın bir yana öfkeden deliye dönmüş feyezan bir dille yazıp, çizip, konuşmayı marifet biliyorlar.

Sadece dost bildiklerimiz değildir kendisini 'kara günde' belli eden. Aslında her bir insan da insanlığını en iyi kara günlerde gösterir. Kaçarı yok, dostluğun da insanlığın da testi için illa yaşanması gereken bir kara gün gerekir. Çünkü varlığın, kaynağın bolca harcandığı; kardeşliğin, barışın ağızlardan su gibi döküldüğü güzel ve mutlu günlerde ne dostun 'gerçek' olup olmadığı anlaşılır ne de insanım diyenin.

En doğal davranışıdır insanın, insanı insan ettiğine inanılan her edalı erdemi en çok kendine yakıştırır. Kendisine insanlıktan çıkmışlığın bîhuş hallerini layık görene pek rastlanmaz. Oysa gökten zembille inmişliği üzerine her vakit Kuran'a el basıp, yeminler eden nice kirli yürekler, kirli fikirler, kirli bedenler gördü şu yorgun yeryüzü. Kötülüklerin tam ortasından dururken dahi dünyanın bütün iyi hallerini kendilerine biçtiler. Geriye lânet olası ne kaldıysa, kendilerini onlardan muaf sayıp, başkalarının omuzlarına layık gördüler her birini.  

DEAŞ ve PKK'nın saldırılarıyla birlikte başlayan hava operasyonlarının ardından gelen karşılıklı ölümler bir kez daha birilerinin 'insanlık' testi oldu. Savaşı seven, kanın, acının deminden beslenenler her daim oldu, olacak biliyoruz, koyun onları bir kenara. Lakin daha düne kadar dilinden çözüm, barış, eşitlik, kardeşlik sözcüklerini düşürmeyen niceleri oldu ki havanın kurşun gibi ağırlaşmasıyla birlikte ağır bir nefret haliyle döküldüler hayatın sokaklarına.

Sanki ne dün 'analar ağlamasın' diyen onlardı ne 'asker de dağdaki genç de bizim' edebiyatını ağızlarından düşürmeyenler.

İnanılması güç bir dil kayması, kabulü zor bir karakter depremi sardı etrafı.

Oysa bu ülkenin her daim zalimliği, ceberutluğu, öfkenin alasını kimseye bırakmayan devleti bile vakum, temkinli ve demokratik bir ülkenin 'meşru müdafaası' edasıyla açıklamalar yapıyor artık operasyonlar hakkında. Daha insancıl, daha kucaklayıcılar. Fakat onlar öfkeden bir ateş topuna dönmüş gibi ne barışı dinliyorlar, ne de kardeşliği.

Her umut veren güzel şeyi içimizden silip gidiyorlar adeta. Ne bir nebze sakinlik var hallerinde ne tırnak ucu kadar sağduyu ne de 'ateşe körükle gitmenin insana günahlar işleteceğinin farkında olmalar.

 Her operasyonla birlikte uçak yerine havalanıp bombalar yağdıran sanki onlar. Teröre karşı 'haklı taraf'ta olmanın birazcık da olsa vakurluğu yok sözlerinde. Büyük bir devletin yazarı, çizeri, aydını olmanın ağırlığını taşımayı bırakın bir yana öfkeden deliye dönmüş feyezan bir dille yazıp, çizip, konuşmayı marifet biliyorlar.

İnsanın içine lök gibi oturan sözlerin de, acısı sonradan çıkacak kıyafetsiz kelamların da ne yazar olmanın ağırlığıyla, ne topluma düşünsel yön verenlerin sorumluluğuyla ilişkisi var. Ölçüsüz bir öfke, sınırsız bir asabilik, dengesiz bir cinnet hali savruluyor her sözcüklerinden.

Hani bütün bu lanet başa kakmaları, herkesi aynı kefeye koymaları, 'ya sev ya terk et' türü tahammülsüzlükleri linç kültürüyle haşır neşir olmuş kör cehalet yapıyor olsa yine de 'eyvallah' diyeceğim. Ya da ırkçı söylemleri hayatın raconu sanan arızalı delikanlılık, faşist tavırları 'vatanseverlik' bilen serserilik kussa bütün bu öfkeyi, onlara da. Ama bunlar kendini aydından sanalar; köşeleri, ekranları, fanları, takipçileri olanlar.

Derli toplu yazıp, çizdiğini düşündüğüm kalemlerin, düşen her bombayla birlikte freni boşalmış bir kamyon gibi hayatın içine dalması içimi acıtıyor. Ayarı kaçmış ağızlarından dökülen sövgülerin, küfürlerin, hakaretlerin bir tekini dahi aklı başında bir insanın edeceği laf sınıfına koyamıyorum kendi dünyamda, kimse kusura bakmasın.


Şimdilerde onları bu hâlde görmenin şaşkınlığıyla bir kez daha anladım ki dün barış ve kardeşlik üzerine söylenen güzel lafların çoğu yalanmış. Ağızdan dökülen albenili kelamların birçoğu sahteymiş ve günü kurtarmak içinmiş. 'Çözüm, barış, kardeşlik' derken dahi sanki bu karanlık günlerin fırsatını kolluyorlarmış.

Öyle olmasalar, tehlikeli bir dilin tutsağı olduklarına aldırmadan nefretin tohumunu etraflarına savurarak yazıp, çizmek başka türlü mümkün olabilir mi? İçimde kardeşlik, eşitlik, barış adına ne kadar umut varsa, hepsini tarumar eden bir çekirge sürüsü gibi davranmaları mümkün olabilir mi?

İnsanın kazanacağı sevapların da işleyeceği günahların da ilk işaretleri hep böylesi anlardan dökülür hayatın içine. O yüzden de kötü zamanlarda var olan yaraları iyileştirmek yerine, onları azdıran ve yeni yaralar açan dillerin kötülüğünden daha çok korkarım. Yanımda bildiğimin kişinin 'kötü' zamanda ortaya çıkan ölçüsüz dilinden, öfke kusan tahammülsüzlüğünden daha çok ürkerim. Çünkü gerçekten dost kara günde insan ise o ani değişen hallerde belli eder kendini.